Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“Tiyatro deyince bizim için akan sular duruyor çünkü tiyatro bizim için hayat demek"

Bodrum’un yepyeni festivali Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali (BOTİF) başladı. Cumhuriyetimizin 100. yılında, bu toprakların yüz yıllık zenginliğini tiyatro, müzik, dans, edebiyat, sinema, resim, heykel ve mimarinin harmanlandığı programıyla 1. Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali, 3-16 Kasım tarihleri arasında bu yıl ilk kez gerçekleşiyor. Festivalin eş sanat yönetmeliğini yapan değerli tiyatrocular Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran ile Bodrum’a, festivale ve tiyatroya dair sorularımı mail yoluyla ilettim. Bodrum’da festivalde buluşmak üzere de sözleştik. Herkese tiyatroyla geçecek zamanlar dileriz.

Bodrum sizin için ne ifade ediyor diye sohbete başlamak isterim…

Bodrum herkese, yani Türkiye’de yaşayan herkese ifade ettiği gibi bizim için de dünyanın en güzel coğrafyalarından biri. Denizi, güneşi, havası yaşamak için; Akdeniz’de yaşamak isteniyorsa en gözde, en çekici destinasyonlardan; yani çekici köşelerden biri. Uzunca bir süre hepimiz, bizden önceki kuşağın yaptığı gibi, aslında Bodrum’da yaşamanın hayallerini kuruyorduk daha 30’lu yaşlarımızda. Bu şimdilerde ancak gerçekleşti; yani 50’li yaşların sonunda. O yüzden Bodrum’a geldiğinde insan şunu anlıyor; hakikaten hem tarih, hem doğa, hem kültür bu kadar iç içe geçtiğinde ortaya böyle güzel bir şey çıkıyor. Şu anda bizim Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşadığımız ve yaşamayı sürdüreceğimiz yer Bodrum. Bir de şunu söylemek isteriz son söz olarak Bodrum’un bizim için ne ifade ettiği şu anda yaptığımızdan, yaptıklarımızdan ve yapacaklarımızdan zaten açıkça belli olmuyor mu?

“Kültür Bakanlığı bu anlamda bize mekânlarını ücretsiz açtı; bu önemli bir destekti”

Bodrum’da ilk kez gerçekleşecek bir festivalin sanat yönetmenliğini üstleniyorsunuz. Teklif size nasıl geldi, kabul etme sebepleriniz nelerdi ve nasıl bir heyecan içindesiniz?

Biz Bodrum’a yerleşmeye karar verdikten sonra sahip olduğumuz alanda acaba bugüne kadar olduğu gibi ne yaparızı düşünürken -çünkü biz üretmeden duramayız, yaşayamayız-  Bodrum Belediye Başkanı Sayın Ahmet Aras’ın bir toplantıda sevgili Mine Söğüt’e “Bodrum'un pek çok şeyi var ama bir tiyatro festivali yok ve bunu yapacak çift de Bodrum'da yaşıyor” demesi ve ardından Senem ve Ümit Çetin çiftinin teklifi bize getirmesiyle süreç başlamış oldu. Biz de oturduk ve bunu nasıl gerçekleştirebilirizi düşünmeye başladık. Fakat çok önemli bir ayrıntı var o da biz Garajİstanbul’un kurucuları, yüklenicileri olarak ve sanat yönetmenleri olarak, bir sanat kurumunun ya da bir sanat projesinin gerçekleşmesi için üç ayrı şey olduğuna inandık hep. Bir tanesi devlet, bir tanesi yerel yönetimler, bir tanesi de sermaye. Bu üçü yan yana gelmeden sadece yaptığınız gösterilerin bilet gelirleriyle bu büyük organizasyonu gerçekleştiremezsiniz. O yüzden de desteksiz bir sanat faaliyeti ne yazık ki mümkün değil. Başkan’ın önerisiyle başladığı için belediyeyi kendiliğinden arkamıza almış gibi hissettik. Devlet katına geldiğimizde Kültür Bakanlığı’nın sahip olduğu mekanları kullanmak istiyorduk. Kültür Bakanlığı bu anlamda bize mekanlarını ücretsiz açtı; bu önemli bir destekti. Geriye kaldı sermaye. Sermaye de Bodrum’da yapılan kültür ve sanata büyük yatırım yapmış olan bir ailenin inşaatı sürmekte olan Inspera Bodrum yapısına koymak istedik programları. Aslında festivalin ana çatısını orada kurmak istedik; o aile de bize bu festival için en büyük desteği sağladı ve sonra da festival ortağımız oldular. Böylece yolculuk başladı. Kabul etme sebebimiz tabii ki Bodrum’un sadece denizden, güneşten ve eğlenceden değil bir eğlence kültüründen bahsediliyor olmasını sağlamak, bu konuda katkı sunmak. O yüzden de aslında “Başka bir Bodrum mümkün” diyerek Bodrum’un daha kültürle, sanatla anılmasını sağlamaya katkı sunmak istiyoruz.

“Sanat üretiminde sınırların kalın çizgilerle çizilmediği zamanlardayız”

Bu yıl ilki yapılan festival çok zengin bir içeriğe ve programa sahip. Sanatseverler için dopdolu bir program ve heyecan verici. Festival içeriğinde neler var ve farklı disiplinlerdeki sanat dallarını nasıl buluşturdunuz?

Bugün dünyada tiyatro sanatının geldiği yerden bakarak, farklı disiplinlerden beslenerek üretilen güncel işlerin yan yana gelmesini istedik bu programda. Sanat üretiminde sınırların kalın çizgilerle çizilmediği zamanlardayız. Müziğin, dansın, teknolojinin, tiyatronun birbirinin içinden geçtiği, yeni kodların yazıldığı zamanlar… Biz bu sahayı Garajİstanbul'da açmıştık. Şimdi kendi bıraktığımız yerden yeniyi arayarak, fikrin yeni ortaklarıyla yeniden devam diyoruz. Biz yeni bir oluşuma, sanat hareketine girerken geçmiş yıllardan edindiğimiz tecrübelerden aldığımız güçle, bu topraklarda üretilen, biriken işlere olan güvencemizle çok renkli, yoğun ve seyirciye çoklu bir bakış açısı sunan bir programla girdik. Biz yaşarken sükûneti, üretirken ve paylaşırken sınır zorlamayı seçeriz. Bu festivale de kapıyı aralayarak değil büyük bir güvenle, “Biz hepimiz birlikte, şimdi buradayız” diyerek açmak istedik.

Uluslararası prodüksiyonlara da ev sahipliği yapan festivalde hangi ülkeler, nasıl içeriklerle yer alıyor ve bu buluşmanın anlamı nedir?

Festivalde iki tane Belçika, iki tane Almanya, Yunanistan ve Fransa’dan gelen ekipler var. Bu ekiplerin işleri yukarıda yine bahsettiğimiz gibi çoklu disiplin işleri, içinde müzik dans ve tiyatro olan işlerden söz ediyoruz.

“Festivalin bizce de en heyecan verici projesi Mavi Sürgün”

Festivalin en sıra dışı etkinliği olarak tanımlanan okuma tiyatrosu neden sıra dışı etkinlik ve Halikarnas Balıkçısı’nın sizin dünyanızdaki yeri nedir?

1993 yılında Antalya Devlet Tiyatrosu’na giderken aklımda olan ilk sözcüklerden biriydi merhaba. Halikarnas Balıkçısı’nın Anadolu ile ilgili yazdıkları, özellikle Akdeniz’de Arşipel’le ilgili yazdıkları beni çok heyecanlandırmıştı sonrasında yine Antalya’da Övül Avkıran’la birlikte kurduğumuz 5. Sokak Tiyatrosu’nda bir başka hayali, yani taşrada bir özel tiyatro hareketini nasıl başlatırız diye düşünürken, sonrasında da İstanbul’da Garajİstanbul deneyimi yaşadık. Hep aklımızda bir süredir Anadolu ile ilgili, Halikarnas Balıkçısı ile ilgili bir şeyler yapmak vardı. Fakat özellikle ölümünün 50. yılına geldiğimizde Halikarnas Balıkçısı’yla ilgili bir takım etkinlikler okumaya başladık. Bu bizi biraz daha motive etti ve bu yıl festivalin ilk yılı olması sebebiyle de Bodrum’daki STS Okul gemisini keşfettik. Bodrum Cup gibi pek çok etkinlikte yer almış, çok kıymetli bir gemi; Türkiye’nin ilk ve tek okul gemisi. Biz de ilkini düzenlediğimiz festivalde mutlaka bir tane de yüzen sahnemiz olsun demiştik ve aranan kan böylece STS Bodrum ile bulundu. İçerik hiç düşünmeden kendiliğinden oluştu çünkü Cevat Şakir, İstanbul’dan yazdığı bir yazı sebebiyle Bodrum’a sürülünce bütün hikâye burada başlamış ve bu yılki festivalin içinde yer alan işlere baktığımızda yerinden yurdundan edilmişlik, sürgün, öteki olmak, yeni bir yere yurt tutmak o kadar çok işimizde var ki. O yüzden de Mavi Sürgün kendiliğinden ortaya çıktı. Mavi Sürgün’ü sahnelemek istemedik çünkü Mavi Sürgün tek başına sahnelenemeyecek yani o mekânda sahnelenebilecek bir eser değil. O yüzden okuma tiyatrosu yapalım dedik ama müzikli yapalım dedik ve yine Bodrum’un ozanlarından Jehan Barbur’a anlattık bu fikri. Jehan şahane buldu; katılmak istediğini söyledi. Böylece her akşamüstü gün batımında limandan yola çıkan STS Bodrum gün batımına doğru rotasını belirleyecek gün batana kadar her gün iki ayrı oyuncu Mavi Sürgün’den seçtiğimiz bölümleri okuyacak ve dönüş yolunda ise bize sesiyle Jehan Barbur gitarıyla Özkan Demir eşlik edecek. Jehan kendi şarkılarına Bodrum’da yazdığı Bodrum’da söylediği şarkılarını paylaşacak bizimle. Bu arada konuklarımız bütün bu yolculuktan tıpkı Cevat Şakir’in sevdiği gibi diyonizyak bir keyif alarak çıkacak. Şimdiye kadar hiç hissetmedikleri bir deneyimle tekneden ayrılsınlar istiyoruz. O yüzden gerçekten de festivalin bizce de en heyecan verici projesi STS Bodrum’da yapacağımız Mavi Sürgün.

“Festivaller aynı zamanda politik duruşlardır, sanat politiktir”

Bazı festivallerin yasaklandığı, gerçekleşemediği bir dönemde tiyatro adı altında bir festivalin öncelikle Bodrum’a, ülkeye katkısı ve önemi nedir?

Festivaller özellikle o şehirde yaşayan insanların bekledikleri, paylaştıkları, öğrendikleri ve öğrettikleri buluşma yerleri, buluşma alanlarıdır. Bir şehirdeki festivalin konusu ya da türü ne olursa olsun festivaller beklenen şeyler, çünkü bütün yıl boyunca bekledikleri, göremedikleri eksik hissettikleri her türlü duyguyu tamamladıkları toplanma alanlarıdır. O yüzden de festivaller aslında bir kentin kültürüyle çok yakın ilişkili. Eğer bir kentte müzik festivali varsa eğer bir kentte tiyatro festivali ya da film festivali sanat ve kültürle ilgili herhangi bir festival varsa o demektir ki o şehirde bir toplanma alanı var. Ve insanlar orada hakikaten çok şey paylaşıyorlar... Festivaller hem üretenler için hem de festivale girip izleyenler için, işleri izleyenler için çok kıymetli. Şimdi festivalleri iptal etmek festivalin yasaklanması ile ilgili meseleye çok başka bir platformda bakmak lazım, buradaki gündelik politikaya ait bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü eğer ben şimdi yasaklanıyor dersem haksızlık etmiş olurum. Şu anda Türkiye’de hemen hemen bütün Anadolu şehirlerinde kültür yolu festivalleri adıyla festivaller yapılıyor ve orada plastik sanatlardan tiyatroya müzikten dansa o kadar çok şey yapılıyor ki festivaller yasaklanıyor dediğinizde onları görmezden gelmiş olursunuz ama sorunuzun neye tekabül ettiğini anlayarak cevaplıyorum. Festivaller aynı zamanda politik duruşlardır, sanat politiktir. Biz de durduğumuz yerden kendi bakışımızla kendi hayat görüşümüzde bir festival yapıyoruz Bodrum’da. Bu, buradaki, festivaldeki izleyeceğiniz her gösteri her bir gösteri hiç kimsenin etkisi altında kalmadan hiç kimsenin baskısı olmadan hiçbir sansür, oto sansüre uğramadan yapılmış bir festival. Elimizde bunlar var ve biz bunların arasından yani Türkiye Cumhuriyeti’nde üretilen işlerin arasından yan yana durmasını arzu ettiğimiz işleri bir araya getirdik ve bu bir araya gelen işler bir resim oluşturdu bu resim de işte festivalin programını oluşturdu. Ben bu festivalin Bodrum’a ve Türkiye’ye katkısının çok yakın bir zamanda çok güçlü olacağını düşünüyorum.

“Biz yaşarken sakin ama çalışırken sınır zorlayan bir çiftiz”

Sizleri tanımlarken öne çıkan alan tiyatro, tiyatro neden önemli ve tiyatrocu olarak tanımlanmanın duygusu nedir? Aslında oyunculuk tiyatro yapmak için yola çıkılan bir heves değil mi?

Tiyatro deyince bizim için akan sular duruyor çünkü tiyatro bizim için hayat demek. Bu çok beylik bir laf gibi gelebilir ama Övül’ün şahane bir lafı var, diyor ki; yani biz yaşarken sakin ama çalışırken sınır zorlayan bir çiftiz. Belki de tiyatroda yapmak istediğimiz şeyi tanımlayan en doğru sözcüklerden biri bu oldu bugüne kadar. Çünkü tiyatro doğduğu günden bugüne aslında bir paylaşım alanından çok bir tartışma platformu. Tiyatro üzerinden konuştuk biz her şeyi, hep söylediğimiz bir laf var bunu Garajİstanbul’da da söylemiştik; bizim eylem alanımız tiyatro, sahne. Biz sokağa çıkıp gösteri yapmak yerine ya da fikirlerimizi sağda solda anlatmak yerine yaptığımız her şeyi tiyatro sahnesinde gerçekleştirmeye çalışıyoruz ya da yapmak istediğimiz, düşündüğümüz her şeyi tiyatro sahnesinde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Tek başına oyunculukla sahneye çıkıp oynamakla açıklanamayacak bir durum bizimki çünkü hakikaten benim neredeyse 40 yıl neredeyse değil tam 40 yıl, Övül’ün de 30 yıl ama tabii tiyatrodan önce dans ve jimnastik geçmişine baktığınızda o benden de fazla... Sanatla dolu dolu bir hayatımız var. Tek başına oyunculukla açıklanamayacak bir şey bu, bir heves değil, heves geçen bir şey bizimki bir heves değil. Tiyatroyla ilgilenen herkese de hani sizin aracılığınızla söylemek istediğimiz bir şey var ki oyunculuk, tiyatro içinde sadece bir alan ama tiyatro kocaman bir derya deniz. Biz hâlâ öğrenmeye hâlâ araştırmaya hâlâ tiyatronun nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyoruz, hâlâ kendi sınırlarımızı tiyatro üzerinden araştırıyoruz ve zorluyoruz.

“Hakikaten Ashura ve Ashura’daki varlığımız galiba en özel iş”

Unutamadığınız ve sizi etkileyen tiyatro oyunu hangisi, sizin oynadığınız ve özel kabul ettiğiniz rol, oyun hangisi?

İnsanın kendi çocuklarını ayırması biraz zor gibi ancak bütün tarihimize dönüp baktığımızda galiba hayatımızdaki en özel proje gittikçe Ashura olmaya başladı çünkü Ashura’nın yolculuğu 2003’te başladı şimdi 2023’teyiz tam 20 yıl boyunca hâlâ Ashura üzerine düşünmeye, Ashura üzerine çalışmaya, Ashura’yı oynamaya, Ashura’yı paylaşmaya devam ediyoruz. Eğer dünyada hâlâ savaşlar ve kıyımlar ve kırımlar devam ediyorsa biz herhalde Ashura oynamaya devam edeceğiz. Bu en özel projemiz, çok uzun zamandır kendi kendimizi içine koymadığımız hiçbir proje yapmadık o yüzden de geçmişe ait hangi rolü ne kadar severek oynadığımla ilgili aslında çok bir şey hatırlamıyorum. Ama son zamanlarda yaptığımız bütün işler hakikaten birbirinden kıymetli ama tekrar etmem gerekirse hakikaten Ashura ve Ashura’daki varlığımız galiba en özel iş.

“Övül Avkıran olmasaydı biz böyle olmazdık”

Bu topraklarda sizi en çok etkileyen tiyatrocu, ustam dediğiniz isim kim? 

Bu sorunun cevabı bir tek şey olamaz. Çok farklı farklı tiyatro ustalarından öğrendiklerim, beslendiklerim, takip ettiklerim var. Şöyle mesela benim için Zeliha Berksoy olmasaydı, hocam olmasaydı ben mesela bu kadar Alman tiyatrosuna, Alman edebiyatına, çağdaş tiyatroya bu kadar çabuk tanış olabilir miydim bilmiyorum. O yüzden Zeliha Berksoy’un hayatımda çok çok önemi var. Yol göstericiliği, hocalığı için tiyatronun T’sini bilmezken bana tiyatro öğreten Ahmet Levendoğlu, Zeliha Berksoy, Can Gürzap ve Arsen Gürzap’a sonsuz saygı ve minnet duyuyorum. Çünkü onlarla öğrendim ben tiyatroyu, sonrasında sahneye çıktım sahnede önce oyuncu, sonra yönetmen olarak var olurken de ustam diyebileceğim aslında hâlâ da ustam dediğim Yücel Erten var. Yücel Erten’den hem asistanlığını yaparak çok şey öğrendim, hem tiyatro disiplininin nasıl bir şey olduğunu onda gördüm, yaşadım ve hayatın içindeki duruşu beni her zaman çok etkiledi. 1993’te onun isteği üzerine Antalya Devlet Tiyatrosuna gittim; müdür oldum. 2000’e kadar müdürlük yaptım sonra ve diyebilirim ki bunu ondan öğrendiğim düsturla devam ettim. Bu isimler benden büyükler ama öte taraftan hakikaten bir aks değiştirme vardı hayatımda. O aks değiştirme daha geleneksel daha kamu tiyatrolarından özel tiyatrolara döndüğümüz zamanlardı ve o zamanlarda hem yol arkadaşım olan hem zaman zaman ustalık eden Naz Erayda’ya, Bülent Erkmen’e tabii ki haksızlık edemem. Onlar olmasaydı bu yolculuk da eksik kalırdı ve tabi ilişkimizin başından itibaren hem bana öğreten hem benimle birlikte yürüyen gerçekten ustalık mertebesine erişen Övül Avkıran olmasaydı biz böyle olmazdık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi