Özlem Özdemir

Özlem Özdemir

Alevden Kıvılcıma…

Geçtiğimiz günlerde TMMB (Türk Mühendis ve Mimarlar Birliği) Almanya (Frankfurt’ta açılan ve bugün 34 yaşında olan ilk şube) davetiyle Frankfurt’taydım. Türkiye ile bağları burada yaşayan pek çoklarına göre inanılmaz kuvvetli ve idealist insanlarla tanıştım. Hem öğreten hem düşündüren iki gün içinde, mimar Utku Külahçı’nın bir tur rehberini aratmayan kent tarihi bilgisiyle Frankurt hakkında çok şey öğrendim, bir güne koca bir şehri sığdırmayı başardı. TMMB Başkanı Demir Ceylan ise tanıdığım en beyefendi insanlardan biri ve ülkemize nasıl faydalı olabilirim duygusuyla düşünen bir mühendis. Hoş sohbeti ve idealistliğiyle Bülent Aydın ise Almanya’ya okumaya gelen gençlere yol göstermesiyle alkışı hak ediyor. Böyle yurtsever insanları tanımak ise bu gezinin en değerli kazancı, bir kez daha teşekkürler…

frankfurt.jpeg

Küllerinden Doğan Kent

Frankfurt, İkinci Dünya Savaşı’nda bombalarla tamamen yok edilen kentlerden biri. 1950’lerde kent yeni baştan inşa edilmiş, Kentin yeni mimarisi hakkında büyük tartışmalar yaşanmış ve sonunda modern bir kent inşasına yönelinmiş ama tarihi önemdeki binalar aslı gibi yeniden yapılmış, kent sahiden küllerinden doğmuş. Ve zaman içinde uluslararası çapta bir finans şehrine dönüşmüş. Sandığımızın aksine yerleşik nüfusu 800 bin bile olmayan kentin büyük bölümü gökdelenlerden oluşuyor, bu da şehirle özdeşleşmiş, o kadar ki her yıl gökdelen festivali düzenleniyormuş. Dünyanın büyük şirketlerinin çoğunun ofisini görmek mümkün. Ben turist olarak gittiğim bir kentte tarihi ve mimariyi önemsediğimden en çok Römer meydanını seviyorum, o meydandaki eski belediye binasında bir çiftin törenine tanık olmamanız zor. Ancak Frankfurt yaşamak anlamında bize pek uygun bir kent değil. Akşam sekizde her yer kapanıyor, hafta sonları merkezde gece yarısına kadar açık bazı yerler varsa da yemek yiyeceğiniz yer bulmanız mümkün değil, ancak Türk restoranlarının olduğu bölgeye gitmelisiniz. Pazar günü alışveriş merkezleri dahil birkaç restoran ve kafe haricinde her yer kapalı. Bu benim ikinci gidişim ama gezmek için gitmek isterseniz hem bahar ya da yaz mevsimini seçin hem de üç günü geçirmeyin derim. Goethe müzesini görmeden de dönmeyin. Özetle, yaşam çok durağan ve bize göre sıkıcı. Ama herkes sakin, medeni ve hayat normal devam ediyor. İşte bu da bizim kıskandığımız bir durum, tabii bunu Almanlara söylemedim.

Atatürk’ün Kurtardığı Yabancılar

Almanların bizi kıskandığı bir konu sahiden varmış! Dünyanın yönünü sağa doğru çevirdiği günlerde ve de seçime giden Almanya’da, Türklerin“Ne şanslısınız, gerekirse döneceğiniz bir ülke daha var, bizim şansımız yok!” cümlesini sıkça duyduğunu biliyor muydunuz? Bunu bize anlattıklarında şaşırdığımı itiraf ediyorum. Herkesin buradan gitmek istediği bu dönemde dönülebilecek bir vatan olmasının önemi burada yatıyor. Buna geleceğim ama geri dönersem, burada gördüğüm bir anıttan bahsetmek istiyorum: Goethe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi kampüsünde, Prof. Phillip Schwartz adlı nöropatolog için yapılan bir anıt var. Anıtın dört bir tarafı da isimlerle kaplı. Anlamı ise şu; Hitler, Yahudi profesörleri üniversitelerden attığında ve hayatları tehdit altına girdiğinde onların yaşamlarını ve işlerini sürdürebilmelerini sağlamak için (kendisi de İsviçre’ye kaçmak zorunda kalan) Prof. Philipp Schwartz, kurduğu Yurtdışındaki Alman Bilim İnsanları Acil Dayanışma Derneği ile yüzlerce Yahudi akademisyenin hayatını kurtarıyor. Atatürk’ün isteği ve Prof. Schwartz aracılığıyla 1945’e kadar ülkemize 300 akademisyen geliyor, aileleriyle birlikte 1000 kişiye yakın insan bizim misafirimiz (kimileri temelli burada kalıyor) oluyor. Ve esasen hayatlarını Atatürk kurtarıyor… Onlar da bizim üniversitelerimizde öğrenci yetiştirerek ülkenin gelişimine katkıda bulunuyorlar, ülkemizin ilk kuşak önde gelen çoğu ismi onlardan eğitim alıyor. Kimi binalar yapıyor kimi sanatın çeşitli dallarında eserler üretiyor ama en çok da insan yetiştiriyor.

ataturkun-katafalkini-tasarlayan-brunotaut.jpg
Atatürk’ün katafalkını tasarlayan Mimar Bruno Taut

Örneğin; Atatürk’ün katafalkını yapan kişinin Alman Mimar Bruno Taut olduğunu biliyor muydunuz? Taut, Nazi zulmünden Japonya’ya kaçmışken, 1936’da Türkiye’ye getiriliyor ve bu iyiliği hiç unutmuyor. Türkiye’de özellikle Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi yapısını yapmakla ünleniyor. Atatürk öldüğünde onun için katafalk yapılması gündeme geldiğinde akla gelen isimlerden biri de o oluyor. Taut, o sırada hasta olmasına rağmen bu teklif geldiğinde çok heyecanlanıyor ve hiç duraksamadan bu öneriyi kabul ediyor. Yazgısının kendisi için belirlediği bu görevi ret edemeyeceğini, eğer kendisine iki yardımcı mimar ve bir mühendis verilirse, tasarımlarını yapabileceğini ve “yarından sonraki sabah” da çizimini teslim edeceğini söylüyor. Kendisine önerilen parayı ise şu şekilde reddediyor:“Bunu almam imkânsız. Atatürk gibi bir kahramana, bir devlet büyüğüne yapılacak katafalkla, sadece benim görevlendirilmiş olmam bile bana verilen en büyük mükâfattır! Böyle bir öneri beni çok üzer. Çağımızın bir büyüğünün ölümü sonucu bana düşen, böyle bir görev karşılığında para almamamdır. Bu emeğimin karşılığı olarak, Belediye Başkanı adına bana küçük bir teşekkür mektubu yazılırsa, bu benim için büyük bir şereftir. Böyle bir mektubu çocuklarıma bırakmak isterim. Bu mektup, onlar için çok değerli bir miras olur.”


Bu arada Prof. Schwartz da Türkiye’ye taşınıyor. Türkçe öğreniyor ve derslerini Türkçe veriyor. 1948’de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oluyor. Bunun gibi çok örnek var. Atatürk’ün hem insan sevgisinin hem ileri görüşlülüğünün en önemli örneklerinden biri o insanları ülkemize kabul etmesidir kanımca.

Kıvılcımdan Aleve

Kurtuluş Savaşı bitmiş, Cumhuriyet yeni kurulmuş ama bu yeni devleti muasır medeniyet seviyesine çıkarak insan gücü yok. O yoklukta parlak gençleri yurt dışında eğitime yollama projesi başlatılıyor. Ve bu projeyle yıllarca sayısız genç Avrupa’nın önemli okullarında eğitim alıyor ve sonra hepsi “benim bu devlete borcum var” diyerek geri dönüyor. 1924 yılında ilk kafile (22 genç) yurt dışına gönderiliyor. Bu gençlerden biri, Sirkeci Garı’nda Berlin’e gitmek için treni beklerken bir adamın onun adını bağırdığını duyuyor. Sesin geldiği yere bakıyor ve görüyor ki, postacı! Kendini tanıtınca postacı ona bir telgraf uzatıyor, genç içini açıyor ve şu satırları okuyor: “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz!” Telgraf Atatürk’ten geliyor ve o genç kendine şöyle diyor: “Gel de haylazlık et şimdi!” O gencin adı bir dönemin başbakanı Sadi Irmak. Atatürk o yıl yurt dışına giden tüm gençlere bu telgrafı yollamış. Benim kitaplarımda yazdığım öncü kadınlar ve erkeklerin çoğu bu proje ile yurt dışında okumuşlar ve hepsi borç duygusuyla geri dönerek mesleklerinin kurucusu olmuşlar. Her zaman söylerim, biz, bugün onların açtıkları yol sayesinde ayaktayız. Onlar borcunu fazlasıyla ödedi, sıra bizde…

Değişim Mümkün

Schwartz’ın anıtını gördüğümde aklıma bunlar geldi. Bizim kıvılcımlarımızı yetiştiren pek çok öğretmen, Atatürk sayesinde hayatta kalmıştı. Biz ne şanslı bir milletiz, böyle eşsiz bir liderimiz var. Bu ülkenin okumuş, karnını bu ülkede doyuran herkes aslında bugünün alevleridir ve kıvılcımları aleve dönüştürme vazifesi de onlarındır. Bu vazife sonsuza dek sürdürülmelidir, bu Atatürk’e borcumuzdur. Aksi halde oynayıp dinlenmek için tatile giden evlatlarımız liyakatsizlik ve ihmaller tarafından ölmeye devam edecek. Gençlerimiz bir an önce buradan gitmeye, gidenler göğsünde bir sıkışma ile iliştirilmiş gibi yaşamaya, kalanlar da her geçen gün daha da mutsuz ve umutsuz dünyada gün doldurmaya devam edecek… E ama bu mudur hayat, bu mudur yaşamak? Değil ve böyle olmak zorunda da değil. Alevler kıvılcımlar yetiştirmeye devam eder ve bu ülkeden umudunu kesmezlerse hayat da değişir yaşamanın biçimi de. Olmaz mı diyorsunuz? Anlattım bir paragraf üstte, değişmiş bir kere hem de bugünden bin kat kötü koşullarda. E ama o zaman Atatürk varmış mı dediniz? E tamam da, o zaten Cumhuriyet’i bize bu yüzden bize bırakmadı mı? Onun fikirleri de yolu da duruyor. Sadece biz bunları unuttuk. Gençler tarihi ve bu ülkeyi yükselten insanları bilmiyor. O nedenle değişim olabileceğine inanmıyor. Bilseler umutları olacak, değişim mümkün diyecekler. Çünkü sahiden mümkün, değişmeyen tek şey değişim. Kendinize, geleceğe ve değişime inanmaktan vazgeçmeyin lütfen. En karanlık ve zor gecelerden sonra bile o güneş her sabah doğuyor işte. “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim,” diyen bir liderin ülkesinin insanlarına umutsuzluk yakışmaz, bu memleket bizim, gelecek bizim ve geleceği nasıl düşlüyorsak öyle şekillendirmemiz mümkün. Yeter ki vazgeçmeyin, kötülerin istediği işte o zaman gerçek olur. Çünkü sizsiniz alev, benim, hepimiziz. Kıvılcımlar için hepimizin yapacağı bir şey muhakkak var, umutsuz olmamak bile bunlardan biri…

suattoktas.jpeg
Suat Toktaş

*Bu yazıyı yazarken arkadaşım Suat Toktaş hapishanedeki ilk gecesini doldurdu. Ona yapılan bu büyük haksızlığın bir gün daha uzamadan son bulmasını dileyerek, bu yazıyı ona adıyorum. Bu meslekte arkadaşlık zordur, birbirine destek yerine köstek vardır. Oysa Suat öyle değildir. Başta iyi insandır, dürüsttür, gazetecidir, yurtseverdir, adildir, içi dışı birdir. Bu mesleği de onca sıkıntısına rağmen ülke için bir şeyler yapma derdiyle sürdürüyor. İyi arkadaşımdır ama benim için yeri çoğu gazeteciden saydığım özellikleri dışında şu yüzden de ayrıdır: Tanıştığımız günden itibaren Cumhuriyet’i anlatma çabama saygı duymuş, her fırsatta sesimi duyurmam için, ben istemeden, kendisi “bunu sen anlatmalısın” diyerek, ünlü takıntılı ekranlara inat bana alan açmıştır. Ama bu beni sevdiğinden değil bilgiye, anlatılanların önemine inandığındandır. Liyakat işte budur. Ayrıca sadece bana değil konusunda uzman insanları bazen onca işinin arasında kendisi arar bulur ya da aratır. Hep aynı yüzlerle kolaycılığa kaçan ahbap çavuş yayınları yerine, insanların tanımadığı ve her kesimden kişilerin de görüşüne yer vermeye çalışır, kırmızı çizgisi Atatürk’tür, halkın aydınlanmasıdır önemli olan. Buna benim için paha biçilemez ve onu bu sektörde ayıran en belirgin özellik de bence budur. Ortada hiçbir suç yokken cezalandırılmasına içim acıyor. Bugünden tezi yok ailesine, işine ve bizlere dönmesi gerekir. Suat, çıktığında söz verdiğin o yemeği ilk benimle yiyeceksin arkadaşım, söylememe gerek yok biliyorsun, hem daha yapacak çok işimiz var, sık dişini…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Özdemir Arşivi