Özlem Özdemir

Özlem Özdemir

Mustafa Kemal’den Atatürk’e…

Tam olarak hangi gün doğduğunu kendisi de bilmiyordu. Babası Ali Rıza Efendi, doğum tarihini evlerindeki iki Kur’an-ı Kerim’den birine kaydetmişti. Fakat öldüğünde başucunda yalnızca bir Kur’an-ı Kerim vardı ve o tarihin yazıldığı değildi. Zübeyde Hanım’a göre, Ali Rıza Bey onu camideki hocalardan birine hediye etmiş olabilirdi. Atatürk Cumhuriyet’i kurduktan sonra, doğum gününü kutlamak isteyenlere şöyle derdi: “İtiraf ederim ki, ben de bilmiyorum. Eğer lütfedip bir gün yapmak istiyorsanız, en münasibi 19 Mayıs’tır.”

Okul çağında anne ile babası arasında fikir ayrılığı yaşandı, sonunda ikisinin de gönlü olacaktı. Zübeyde Hanım eski geleneklere göre eğitim alsın isterken ileri fikirli Ali Rıza Bey daha modern eğitim görmesini istiyordu. Araya Mustafa’nın halası Emine Hanım başta diğer akrabalar bile girdi ama kimse ona fikrini sormamıştı. Önce mahalle mektebine, birkaç gün sonra da Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydoldu. Yıllar sonra iki okulu da ziyaret edecek ve mahalle mektebinin kapanmasına “isabet olmuş” diye tepki verecekti. Okuma yazmayı Şemsi Efendi’de öğrendi. Ali Rıza Bey, “Adam olmak için okumak, öğrenmek şarttır. Başka çaresi yoktur,” diyerek oğlunu büyütüyordu. Ne yazık ki, Mustafa henüz 12-13 yaşlarındayken babasını kaybetti. İleride, “Babamın vefatı, bizi ayakta tutan kuvvetli bir desteğin yıkılması gibi bir şey oldu. Adeta kendimi yalnız hissettim,” diyecekti. Aile geçim derdine düştü. Zübeyde Hanım, kızı Makbule ile oğlunu Langaza’ya kardeşinin yanına götürdü. Mustafa burada çiftlik hayatıyla tanıştı, kardeşi Makbule ile kargaları kovaladı, tarlada bekçilik yaptı ama aklı okumaktaydı. Beş altı aylık çiftlik hayatı, halasının Selanik davetiyle sonlandı.

kurmay-yuzbasi-mustafa-kemal-arkadaslari-ile-sam-1906-kopyasi.jpg

Subay Mustafa Kemal

1894’te önce Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne (ortaokul) başladı ama burayı hiç sevmedi. Matematik öğretmeni ceberrut bir adamdı ve bir gün ondan yediği dayak yüzünden okulu terk etti. Annesi okumasından yanaydı ama işin aması vardı. Mustafa asker olmaya çoktan karar vermişti ama Zübeyde Hanım buna katiyen razı değildi. Annesinden gizli Askeri Rüştiye’nin sınavlarına girdi ve üstün başarısı sayesinde dört yıllık okula üçüncü sınıftan kabul edildi. Kabiliyeti ve zekası ile arkadaşları arasında kısa sürede sivrildi. Matematik öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Efendi bir gün derste; “Senin de adın Mustafa benim de. Arada fark olmalı, ne dersin, senin adının sonuna bir de Kemal koyalım,” dedi ve ertesi günden itibaren ona Mustafa Kemal diye seslendi. O artık Mustafa Kemal’di. İki yıl sonra kırk kişilik sınıftan dördüncü olarak mezun oldu. Liseye Kuleli Askeri Lisesi’ne gitmek istese de güvendiği bir kurmay subay ona Manastır Askeri İdadi’sini önerdi, kabul etti. Burada eğitimini ve bilgisini iyice ilerletti, matematikte en iyi öğrencilerden biriydi. Şiire de merakı vardı, hocası Asım Efendi askerlikte geleceğinin parlak olduğunu, şiiri bırakmasını söylemeseydi belki de şair olacaktı ve bugün Türkiye diye bir yer olmayacaktı. Bir askerin mutlaka dil bilmesi gerektiğine inanır, yaz tatillerinde Fransızcasını geliştirmek için özel ders alırdı. 1898’de Manastır Askeri İdadisi’ni ikincilikle bitirdi.

Vatan Ateşi

1897’deki Türk-Yunan Savaşı sırasında on beş-on altı yaşında olmasına rağmen az daha gönüllü olarak savaşa katılacaktı ama olmadı. Yunan’ı mağlup etmesine daha vardı… 1899’da İstanbul’daki Harp Okulu’na başladı. Derslerinde yine başarılıydı ama genel kültürünü de ihmal etmiyordu. İlk sınıfın tatilinde vals öğrenmiş, döndüğünde arkadaşlarına da öğretmeyi görev bilmişti. Çünkü ona göre dans da tıpkı lisan gibi bir subayın bilmesi gerekenlerdendi. Şiir sevgisi bitmemişti, Namık Kemal en sevdiği şairlerdendi. Okulda yasak olmasına rağmen arkadaşlarıyla geceleri gizli gizli şiirlerini okumaya bayılırlardı. Özellikle şu beytini çok severdi:

“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini

Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini.”

Devir, 2. Abdülhamid devriydi ve işler hiç de iyiye gitmemekteydi. Genç Harbiyeliler olan biteni öfke, üzüntü ve çaresizlik içinde izliyordu. Bir şey yapılmalıydı ama nasıl? İşte, üçüncü sınıf talebesi Mustafa Kemal artık sadece bu konuya kafa yormaya başlamış, hürriyetin genç subaylarca sağlanabileceğini düşünmekteydi. Burada onun önderliğinde bir gazete hazırladılar ama yakalanmaları üzerine bu gazete sadece birkaç sayı çıkabildi. Adı, Saray’da mimlenmişti ve ondan sonra gözler hep üstünde olacaktı. Milli Mücadele’de yan yana olacağı arkadaşlarının bazılarını da bu okulda tanımıştı. Ali Fuat Cebesoy, Nuri Conker, Fethi Okyar, Kazım Karabekir…

Teğmen rütbeli Mustafa Kemal 21 yaşında, 1474 sicil numarasıyla, 459 kişilik sınıfın sekizincisi olarak mezun oldu. Sırada üç yıllık Harp Akademisi vardı. Harp Okulu’nda gizlice kurdukları teşkilatın çalışmaları Akademi’de daha ciddileşecekti. 1904 yılında Harp Akademisi’ni beşinci olarak bitirdi, artık hep hayal ettiği gibi Kurmay Mustafa Kemal’di. Onun için en önemli konu ise rejim meselesiydi. Hep şöyle diyordu: “Bizim için en müsait iklim Makedonya’dır.” Tayinlerini bekleyen birkaç arkadaşı ile birlikte Sirkeci’de bir pansiyon kiraladılar. Burada toplanıp memleket meselelerini konuşuyorlardı. Jurnalciliğin alıp başını gittiği günlerdi, hafiyeler saraya götürecek haber peşindeydi. Ve bu toplantılar da çoktan Saray’ın kulağına gitmişti. Yola çıkma hazırlıkları yaparlarken Mustafa Kemal ve arkadaşları tevkif edildi. Yıldız Sarayı’nda sorgusu yapıldı, ardından Harp Okulu’ndaki hapishaneye gönderildi. Yaklaşık bir ay süren tutukluğun ardından serbest kaldı. Makedonya karışıktı, o bölgedeki asayişi sağlamak için kurmaylar oraya yollanıyordu. Mustafa Kemal de Selanik’e yollanacağını düşünerek seviniyordu, annesine haber bile vermişti. Ama Saray burada da devreye girdi ve arkadaş grubunu çeşitli cephelere dağıttı, 5 Şubat 1905’te Suriye’deki 5. Ordu’ya tayin edildi, yanında sınıf arkadaşı ve sonra daimi yol arkadaşı olacak Ali Fuat Cebesoy da vardı. Ali Fuat’a gözleri nemli “Zavallı anneciğim beni çok bekleyecek,” demişti.

mustafa-kemal-mekteb-i-harbiyede-istanbul-1901.jpg

“Memleket Vazife Bekliyor”

Beyrut’a giden vapurun güvertesinde arkadaşına, “Bizim için hayat yeni başlıyor,” diyecekti. Şam’a vardıklarında atmosfer, Makedonya’daki gibi ideal değilse de bir süre sonra işe başladı ve “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” adlı gizli teşkilatı kurdu. Beyrut şubesini Ali Fuat ve birkaç sınıf arkadaşı kuracaktı. Ancak burada ilerlemek mümkün değildi, ordu mıntıkasını terk etmesi yasak olduğu halde gizlice Makedonya’ya geçecekti. Gerekli bağlantıları kurdu ve bu çok tehlikeli yolculuğa çıktı. Selanik’te ilk iş anasına koştu. Zübeyde Hanım, oğlunu karşısında görünce hem şaşırdı hem sevindi. Bir zamanlar ona Manastır İdadisi’nde okumasını öğütleyen Kurmay Albay Hasan Bey’den yardım istemek Selanik’te kalabilmesinin tek çaresiydi: “Milletime faydalı olabilmek için her şeyi göze alarak buraya geldim. Eğer bana yardım elinizi uzatmazsanız hayatım ve mesleğim tehlikeye girer. Beni ancak siz kurtarabilirsiniz.” Hasan Bey vatanperver bir insandı, onu geri çevirmedi. Onun sayesinde dört aylık sağlık raporu alarak orada kalacaktı. O süreçte “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin Makedonya şubesini kurdu. Memleket vazife bekliyordu… Ancak firarı duyulmuş ve hakkında tutuklama kararı çıkmıştı. Hasan Bey’in uyarısıyla bu durumdan haberdar olarak Suriye’ye geri dönmek zorunda kaldı. Ama burada kaldığı sürede Makedonya’ya dönmek için gayretleri sürdü. Bu süreçte Kolağası oldu. Ve nihayet kısa süren bir Manastır tayininin ardından Selanik’e dönebildi. Döndüğünde “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” dağılmış ve üyeleri İttihat ve Terakki’nin parçası olmuşlardı, mecburen o da İttihatçı oldu. Ona göre İttihat ve Terakki’nin Meşrutiyet ve anayasadan başka bir önceliği bulunmaması bir sorundu. Sonra ne olacaktı? Bu konuyu kimse düşünmüyor, bu soruların sorulması da istenmiyordu. Mustafa Kemal’e göre, ne yapılacağı planlanmaz ise 2. Meşrutiyet’in sonu da 1. Meşrutiyet gibi olacaktı. Yeni bir Türk devleti kurulması gerektiğini düşünüyordu. Aslında daha 1907’de, 1920’deki Misak-ı Milli esaslarını kafasında hazırlamıştı. İttihat ve Terakki ile fikir uyuşmazlığı arttı, Mustafa Kemal Üsküp’e tayin edilince ayrılık kaçınılmazdı.

İttihat ve Terakki’den Kopuş

30 Ekim 1908’de isyanlar ve kargaşanın önüne geçemeyeceğini anlayan padişah, 2. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kaldı ve Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe girdiğini ilan etti. Ama Mustafa Kemal yine diyordu ki: Şimdi ne olacak? Hürriyeti sağlamış subaylar birdenbire politikanın içine yuvarlanmış, partinin içinde düzen kalmamıştı. Bunları önceden görmüş ve dinletememiş olan Mustafa Kemal’e göre ordu derhal siyasetten çekilmeliydi. Bunu da açıkça ve sertçe dile getirmekten çekinmiyordu. Bilhassa Enver Paşa, bu durumdan rahatsız oluyor ve “Mustafa Kemal ileri gidiyor” diyordu. İttihatçı subaylar, hürriyetin kendi eserleri olduğunu ve onu korumanın da onlara düştüğüne inanıyorlardı. Göze batan Mustafa Kemal ise gözden uzak olmalıydı, yani Selanik’ten. Bunu İttihatçı liderler ama bizzat Enver Paşa istiyordu ve isyanları bastırma gerekliliği gerekçe gösterilerek Trablusgarp’a tayin edildi. Oradaki derebeyleri kazançları elden gidecek diyerek yeni rejime cephe almış, isyan başlatmışlardı. Mustafa Kemal’i de zorla geri gönderecek, gerekirse öldüreceklerdi. İşte, böyle bir ortama tayin edildiğini görünce onunla ilgili düşünceleri daha net anladı. İsyanı bastırdı ve Selanik’e geri döndü. Partinin merkezine giderek, evet, geldim dediğinde bazı parti üyeleri utançtan başlarını öne eğecekti. Aralarındaki husumete rağmen Enver Paşa 1918’de yurt dışına gittikten sonra Ali Fuat’a, “Biz dışarıya çıktıktan sonra Mustafa Kemal olmasa idi, memleket sahipsiz kalacaktı,” diye haber yollayacaktı.

kurmay-yuzbasi-mustafa-kemal-istanbul-1905.jpg

Kurtarıcı

Hürriyet geldi denirken sonrasını düşünmeyişin bedeli çok ağır olacaktı. Zaman Mustafa Kemal’i haklı çıkaracak, memlekette asayiş namına bir şey kalmayacaktı. Eski rejimin geri gelmesini isteyenler güçlendi, gericilik şaha kalktı ve tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen isyan yaşandı. İstanbul’a bu isyanı bastırmak için gelen Hareket Ordusu’nun başında ise Mustafa Kemal vardı. İsyan bastırıldı, Abdülhamid tahttan indirildi, yerine Beşinci Mehmet getirildi. Mustafa Kemal, Selanik’e döndü ve bir süre siyasetten çekildi, şu durumda onun yapacağı bir şey yoktu, İttihatçılara laf anlatmak mümkün değildi. Öte yandan Balkan Savaşı’na canı sıkılıyor, Selanik’in Türklerin elinde kalıp kalmayacağına dertleniyordu. Zaten hayatı memleket için dertlenmekle geçip gidecekti. Savaşlar birbirini kovaladı, cepheden cepheye koştu, kolağalığından generalliğe yükseldi ve gün geldi uçurumun kenarındaki yıkık ülkenin kurtarıcısı oldu. Genç bir subayken kurtarıcının kim olacağı konuşulurken arkadaşlarına “Neden bir Mustafa Kemal olmasın?” dediği günler, “iyi ki Mustafa Kemal vardı” dediğimiz günlere döndü. Bu ülkenin babası, kadınların özgürlük sembolü, dünyanın en barışçıl devrimcisi oldu. Onun adı artık Atatürk’tü. Bu topraklarda özgürce nefes alan herkesin O’na borcu var ve bu borç sonsuza dek ödenmez…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Özdemir Arşivi