Bi bize mi var bu ahlak?

Geçen hafta tartıştığımız antroposantrik (insanmerkezci) düşünmenin devamını, ahlak kavramı üzerinden devam ettirelim demiştim. Daha doğrusu benim esas amacım insanmerkezci ahlakı sorgulamaktı. Geçen haftaki yazıyı da aslında bu haftakine bir girizgâh olsun diye yazmıştım. O yüzden gelin şimdi belki de en insanmerkezci anlayışla inşa edilmiş alanlardan biri olduğunu söylediğimiz ahlak kavramını, bu eksende tartışmaya çalışalım.

AHLAKTA İNSANMERKEZCİLİK

Ahlaki değerlendirme yapabilmek için, hiç şüphesiz en az bir öznenin eylemine ihtiyaç duyarız. Bireyin yaptığı her eylem, ahlaki bir değerlendirmenin konusu olabilir. Bu da her eylemin iyi ya da kötü olarak nitelenebileceği anlamına gelir. İşte bu noktada çok önemli bir soruyla karşı karşıya kalırız. ‘İyi’nin ve ‘kötü’nün ölçüsü nedir? Bir eylemi neye göre iyi ya da kötü diye nitelendiriyoruz?

Sokrates’in çağdaşı olan ve Sofist filozofların ilki olarak kabul edilen Protagoras’ın ünlü sözünü bilirsiniz. Protagoras, “insan her şeyin ölçüsüdür” der. Gerçi o, bu sözü esas olarak insanın sahip olduğu bilgi üzerine söylemiştir. Yani bu söz esasen epistemoloji (bilgi kuramı) alanında söylenmiştir. Aslında bu sözün tamamı şöyledir: “Bütün şeylerin ölçüsü insandır, var olanların var olmalarının ve var olmayanların var olmamalarının.” Cümleyi bir bütün olarak ele aldığımızda ise bunun sadece epistemolojik alanda kalmadığını, aynı zamanda ontolojik (varlık kuramsal) alana da ciddi bir göz kırpma olduğunu görürüz. Hemen arkasından da şu sözü gelir: “Herhangi bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir, sana nasıl görünüyorsa senin için öyle… Üşüyen için rüzgâr soğuktur, üşümeyen için ise soğuk değildir.” Protagoras bu görüşleriyle hiç şüphesiz kavramsal anlamda ‘insan’ı değil, bireyi kastediyor. Herkesin aynı ya da benzer şekilde algılaması gerektiğini düşündüğümüz rüzgârın bile algılanmasının kişiden kişiye değiştiğine dikkat çekiyor.

ana-gorsel-4.png

Protagoras’ın bu görüşünü aynı zamanda ahlaka da uyarlamak mümkün mü? Elbette mümkün, hatta Protagoras’ın kendisi de bir ölçüde bunu ahlaka ve politikaya uyarlamış. Tabii bir farkla… Konu ahlak ve kaçınılmaz olarak politika olduğunda, meseleye ‘bir arada yaşamak’ açısından bakmak gerektiği için, bu alanlarda bireyin yerini toplum alır. Yani her bireyin rüzgârı kendi algısına göre nitelemesi gibi, iyi ve kötü de toplumun kabulleri doğrultusunda, toplumsal bir anlaşmayla belirlenir. Böylece her toplumun kendine has ahlaki değerleri, kendi politik duruşları olduğunu söyler.

Rüzgâr gibi bir doğa olayının değerlendirilmesinde bile insanı, hatta bireyi ölçü olarak alan Protagoras’ın ahlak gibi insani bir alanda insanı ölçü almaması elbette düşünülemez. İşte bu ölçünün ölçüsü kaçınca, yani Aristoteles’in ahlak anlayışının temelinde olan Altın Orta kavramındaki denge gözetilmediğinde işler biraz çığırından çıkabilir. Bu anlayış, ölçü olarak salt insanı kabul ettiğinde, öznenin eylemlerini ahlaki açıdan değerlendirirken, yalnızca başka bir özneye karşı eylemleri değerlendirmeye kadar gidebilir. Bir başka deyişle ahlak kavramını bir özne-özne ilişkisine indirgeyebilir.

ahlakta-insanmerkezcilik.png

AHLAKTA ÖZNE-ÖZNE İLİŞKİSİ

Burada sormamız gereken temel sorulardan biri, ahlaki sorumluluğun kimde olduğudur. Daha önce de belirttiğimiz bu sorumluluk elbette eylemin öznesi olan (eyleyen) insandadır. O zaman gelelim ikinci temel soruya. Bu sorumluluk kime karşıdır? Eğer insanmerkezci düşünceye sonuna kadar daldıysanız ve sizin için de her şeyin ölçüsü insansa, bu soruya da “bir başka insan” diye cevap vermeniz çok olası. Yani insanmerkezciliğin ölçüsünü kaçırdıysanız ahlaki sorumluluğu olan öznenin bu sorumluluğu ancak sorumluluk sahibi bir başka özneye karşıdır diyebilirsiniz.

Bu türden bir düşüncenin sonucu olarak ahlak kavramını, salt insanların bir arada yaşayabilmelerinin, bir toplum hatta bir devlet kurabilmelerinin gerekli şartı olarak kabul ettiğimizde yanlış değil ama eksik bir tanım yapmış oluruz. Bu bakış açısı, ahlak dediğimiz şeyi ancak iki özne arasında gerçekleşen olayların değerlendirildiği bir alana sıkıştırır. Peki gerçekten öyle midir? Ahlak, sadece bilinç sahibi ve ahlaken sorumlu iki insan arasındaki ilişkileri mi düzenler? Bu alana dahil olan başka varlıklar yok mudur?

KİMLER AHLAKEN SORUMLUDUR?

Az önceki satırlarda bu sorumluluğu ahlaki özneye verdik ki onu da ‘bilinç sahibi insan’ olarak tanımladık. Peki burada bilinç derken neyi kastediyoruz? Tıbbın tanımladığı gibi, algılarımızın açık, beynimizin düşünme yetisini yitirmemiş olmasını mı?

Aslında bir anlamda evet. Düşünsenize, algıları tamamen kapanmış, zihinsel faaliyetleri de durmuş ya da askıya alınmış, bilindik tanımıyla bitkisel hayat’a girmiş bir insan ahlaki açıdan sorumlu bir özne olabilir mi?

Peki, ahlaken sorumlu bir varlık olabilmek için bu düzeyde bir bilinç, yani bitkisel hayatta olmamak yeterli mi? Ahlaki sorumluluktan bahsediyorsak bundan daha ileri bir düzeyde bilinç gerekmez mi? Zira bu düzeyde bir bilinç hayvanlarda da var, ama onları ahlaki birer özne olarak tanımlayamayız, öyle değil mi?

Aynı şey insan yavrusu (bebek) için de geçerli değil mi? Bebeklerin de tüm algıları açık, hayvanlar kadar neden-sonuç ilişkisi kurabiliyorlar, bir başka deyişle düşünebiliyorlar. Ancak sahip oldukları bu bilinç seviyesiyle, onları ahlaki sorumlulukları olan varlıklar olarak tanımlamamız mümkün mü? Hangi hayvanı ya da bebeği yaptığı herhangi bir eylem nedeniyle ahlaken yargılayabiliriz?

Bu durumda ahlaki sorumlulukları ancak ve ancak duyuları açık (algılayabilen), düşünebilen yetişkin insanlara yükleyebiliriz. Hayvanların ve bebeklerin ahlaki sorumlulukları yoktur. Ama bu, onların ahlaki ilişkilerde herhangi bir rolleri olmadığı anlamına gelir mi?

kimler-ahlaken-sorumludur.png

AHLAKTA ÖZNE-NESNE İLİŞKİSİ

Bu son soruya evet demek de pek mümkün değil. Onlar ahlaki sorumlulukları olmasa da bilinçli yetişkin insanların ahlaki sorumluluk alanlarına giren varlıklardır?

İşte bu noktada ahlak, iki özne arasındaki ilişkiyi aşıyor. Hayvanlar bebekler ahlak açısından birer özne olmasalar da ahlaki birer nesnedirler. Onlar da algıları açık, bir başka deyişle tıbben bilinç sahibi varlıklardır. Onlara şiddet uygulandığında acı hisseder, kötü muameleye maruz kaldıklarında bundan psikolojik olarak etkilenebilirler. Evet onlar da düşünebilirler ancak yetişkin bir insan seviyesinde değil. Onlar doğal bir yetenek olarak düşünme eylemini gerçekleştirirler. Dolayısıyla her ne kadar düşünebilseler de eylemlerini ahlaki bir bilinçle değil, tamamen doğal dürtüleriyle yapan varlıklardır. Bu da onları ahlaki özne olmasalar da ahlaki birer nesne yapar.

Öyleyse, belli bir düzeyde bilinç sahibi olan, duyuları işler vaziyette olduğu için acı çekebilen organik (yaşayan) varlıklar oldukları için ‘ben’ tıpkı ahlaki öznelere karşı olduğu gibi, onlara karşı da ahlaki sorumluluklarımı yerine getirmekle yükümlüyüm. Onlara herhangi bir zarar vermem ahlaki olarak kabul edilemez.

Peki ya organik olsun ya da olmasın, bilinç sahibi olmayan, daha doğrusu bu potansiyele sahip olmayan varlıklarla doğrudan ya da dolaylı şekilde ahlaki bir ilişkim olabilir mi? İsterseniz bunu da haftaya tartışalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi