Hakikat bazen tehlikelidir

Yine tuhaf bir başlık kullandığımın farkındayım. İnsanın aklına hemen şu soru gelmiyor mu? Pek çok öğretinin, pek çok yaşam biçiminin merkezinde bulunan hakikat neden tehlikeli olsun? Hatta hemen her yazısında filozoflardan alıntılar yapan, referanslarının neredeyse tamamını felsefi düşüncelerden veren ben… Nasıl oluyor da felsefenin en geçerli tanımlarından biri ‘hakikat arayışı’ iken böyle bir iddiada bulunuyorum?

GERÇEK VE HAKİKAT

Bu iki kavram arasındaki farkı daha önceki yazılarımda defalarca dile getirmiştim. Belki tekrara düşeceğim ama olsun… Bazen bazı şeyleri tekrar tekrar dile getirmek gerekir.

Gerçek, gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu, kısaca ampirik (deneysel) olarak duyularımızla algıladığımız şeyler ve olaylardır. Bir fenomenin (görünür şeyin) gerçekliği insanın zihnine ihtiyaç duymaz. Bir anlamda insan onu düşünse de düşünmese de hatta o anda onu algılasa da algılamasa da ‘o’ vardır.

Hakikat ise o gerçekliğin bizim zihnimizdeki tezahürüdür. Başka bir deyişle, algılarımızla varlığını algıladığımız şeylere ya da olaylara zihnimizle verdiğimiz anlamdır.

Hemen bir örnek verelim de yapmaya çalıştığımız bu tanım daha bir netlik kazansın. Bir çiçeğe baktığınızı düşünün. Size “ne görüyorsun?” diye sorduğumda “çiçek” diye cevap veriyorsanız çiçeğe dair gerçeği ifade ediyorsunuzdur. Ama aynı soruya “hayat” diye cevap veriyorsanız çiçeğe dair hakikati, yani zihninizin ürettiği anlamı ifade ediyorsunuz demektir. Bir başkası hayat değil de “güzellik” diyebilir, bambaşka biri çiçeğe bakıp “aşk” diyebilir. Artık çiçeğe bakana çiçek ne ifade ediyorsa… Bu örnekten açık bir şekilde anlaşılacağı üzere çiçeğin çiçekliği yani çiçeğe dair gerçeklik tektir ve hiçbir zihin bunu değiştiremez. Ancak çiçeğe dair hakikatler yani zihinlerde üretilen anlamlar milyonlarca olabilir. Bu da demektir ki çiçeğe dair hakikat zihinden zihne değişebilir.

E ne güzel işte! Hakikat hem iyi hem de güzel bir şeymiş… Çiçeğe çiçek demekten daha güzel değil mi ona hayat demek, güzellik demek, aşk demek? Hakikat iyi ve güzel tabii. Ama bir âşığın elinde, bir şairin dilinde, bir ressamın tuvalinde… Ya da bir filozofun, bir dervişin, bir bilgenin anlam ifadesinde.

HAKİKATİN TEHLİKESİ NEREDE?

Önceki satılarda belirttiğim üzere bir fenomen karşısında her zihin farklı hakikatler üretebilir. Bu da aslında hakikatin, gerçeğin aksine spekülatif (kurgusal) bir şey olduğunu gösterir. Öyleyse şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ki bazı kişiler tarafından üretilen hakikatler manipülasyon (yönlendirme / seçme, ekleme ve çıkarma yoluyla bilgileri değiştirme) için son derece elverişli ortamlar yaratır.

Sanatçının, bilge bir kişinin dervişin hakikati bizi iyiliklere, güzelliklere götürebilir. Ama akıl dışı konuşanların, bütün derdi kendi çıkarları olan insanların, iktidarını korumak için her şeyi göze alabilen politikacıların ürettiği hakikatler çok tehlikeli olabilir.

Örneğin, gök cisimlerinin belli hareketlerini izleyen ve bu hareketlerden kaynaklı tahminlerde bulunan bir astronom ya da atmosferdeki çeşitli hareketlilikleri inceleyip tahminlerde bulunan bir meteorolog bizim için anlamlı, gerçekçi ve işe yarayan yorumlarda bulunabilir. Ancak aynı gök cisimlerine bakıp ağustos ayının bilmem kaçında altın almayın, paranızı dövize yatırın diyen bir astroloğu ciddiye alır ve onun tahminlerini kendi hakikatiniz olarak kabul ederseniz vah halinize.

Geçmişte, insan aklının bilimi bu kadar ilerletmediği dönemlerde astrologlar ve onların bir türevi olarak kabul edebileceğimiz kâhinler bazı devlet işlerine yön verirlerdi. Bu türden insanların ürettiği zırvalara itibar eden krallar, imparatorlar, padişahlar vardı. Düşünsenize… Çok seyrek de olsa bazen gökyüzü kıpkırmızı olur. Bunun nedeni güneş patlaması, atmosferdeki gazlar ve partiküllerin yoğunluk derecesinden kaynaklanan ışık kırılmaları gibi tamamen doğal süreçlerdir. Gerçek budur. Ama bir kâhin bu doğa olayına bakıp şöyle bir anlam çıkartabilir. “Gökyüzü kan kırmızıya boyandı. Ordumuz derhal saldırıya geçmeli. Çünkü bu kızıl gökyüzü zaferin işaretidir.” Hoppalaaaa! Nerden çıkarttın birader? Ne saldırısı ne zaferi? Alt tarafı Güneş’te patlama oldu. Hadi diyelim ki (çok saçma, olamaz da…) bu gök rengi hakikaten zaferin işareti olsun. Yahu aynı gökyüzünü düşman da görmüyor mu? Ya kızıllık onlar için bir zafer işaretiyse? Buyurun size gerçek bir doğa olayının saçma sapan yorumundan üretilmiş abuk sabuk bir hakikat. Bu safsata üreticilerine itibar edip savaş kaybetmiş kaç komutan, kaç kral var tarihte biliyor musunuz?

05-hakikatler-yalanlar-uzerine-kurulursa.png

HAKİKATLER YALANLAR ÜZERİNE KURULURSA…

Gerçeğin saçma sapan yorumlanmasından kaynaklanan tehlikeli hakikatlerin yanı sıra, bir de gerçekleri tamamen saptırtan, gerçekler değil yalanlar üzerine kurulan hakikatler var. Çoğunlukla da politikacıların kurguladıkları hakikatleridir bunlar.

Bunların tehlikesi şuradan gelir. Aslında sahte hakikatlerdir. Yani bu hakikatleri üreten politikacılar aslında gerçek olmayan bir çıkış noktasından, hadi açık açık söyleyelim, yalandan yola çıkarak insanların inanacağı ve hakikat olarak kabul edeceği şeyler söyler. Kendileri bilir tabii yalan söylediklerini, bazen de kendi yalanlarına inanırlar. Amaç elbette kendi çıkarları için hakiki olmayan hakikatler üretmektir. Halk gerçekle uyumsuz bu uydurma sözleri hakikat olarak kabul edip oyalanırken, onlar kendi gemilerini yürütür, kendi iktidarlarını pekiştirirler.

Buradan çıkan sonuç net olarak şudur ki halk, politikacılar tarafından uydurma hakikatlerle ‘kandırılır’. Ancak bu durum sanıldığı gibi kandırılanın masum olduğu anlamına gelmez. Evet, belki yalan üzerine kurulu hakikati kendi zihinlerinde üretmiyorlar, ancak insan zihnin en önemli ürünü olan akıllarını da bu hakikatin uyduruk olduğunu anlamak için kullanmıyorlar. Bunun yerine yalandan hakikat üretenlerin aklına teslim oluyorlar. İşte bu teslimiyet, kandırılma eyleminde onların da suçlu olduğun bir göstergesi. Yani kandırılmış olmak, kandırılanı o yalanın doğuracağı sonuçların sorumluluğundan kurtarmaz. Sorumludurlar, çünkü insanı diğer tüm varlılardan ayıran en temel nitelik olan ‘düşünen akıl’ı kullanmamışlar, başka bir deyişle insana yaraşan bir eylem sergilememişlerdir.

TARİH BU ÖRNEKLERLE DOLU

Gelin şimdi bu duruma tarihten, gerçek bir olay üzerinden spesifik bir örnek verelim.

Yaklaşık 2.600 sene önce Atina’da bir tiran çıktı ortaya. Adı Peisistratos. Atina, bilge şair ve devlet adamı olan Solon’un hukuk reformlarının ardından adım adım demokrasiye doğru yol almaya başlamıştı. Ama tam o günlerde, Solon’un da kuzeni olduğu söylenen Peisistratos geldi ve bir darbe yaptı.

Tarihçi Herodotos’un anlattığına göre Atina’da siyasi iktidarı ele geçirmek için yalan üzerine kurulu bir oyun kurguladı. Kendi kendini ve katırlarını yaralayıp şehir merkezine geldi. Atina halkına bu fenalığı ona düşmanlarının yaptığını söyledi ve kendisi için muhafızalar istedi. Akıllı bir adam olan Solon akrabasının bu yalanına inanmadı ve Atinalıları ona muhafız vermemeleri konusunda uyardı. Ancak Peisistratos’un kurguladığı bu yalanı hakikat olarak kabul eden Atina halkı ve meclis ona istediği muhafızları verdi. Peisistratos, emrine verilen bu muhafızlarla bir darbe yaptı ve kendini Atina’nın tiranı ilan etti. Böylece Atina demokrasisi tam olarak başlamadan sekteye uğradı.

Yaklaşık beş yıl sonra bazı gruplar güçlerini birleştirip Peisistratos’u şehirden kovdu. Ama yalan dolan üzerine hakikat kurgulamakta usta olan devrik tiran, kendisine yandaşlar bularak gücünü yeniden topladı ve ikinci darbeyi yaptı. Yine Herodotos’un anlattıklarına göre bu darbeyi yapmak için şehre girerken boylu poslu, güzel bir kadına savaşçıların giydiği zırhlardan giydirip etrafa Atina’nın koruyucu Tanrıçası Athena’nın şehre girerken ona eşlik ettiği söylentisini yaydı.

06-tarih-bu-orneklerle-dolu.png

Kendi aklını kullanmaktan aciz Atina halkı da bu durumu hiç sorgulamadan, Peisistratos’un ‘şeytani’ aklıyla ürettiği bu yalanı hakikat olarak kabul etti. İkinci kez aynı adam tarafından kandırılan Atinalılar yine bu tiranın buyruğu altına girdiler.

İkinci hükümdarlığı sırasında kendisine yardım eden yandaşlarıyla çıkarları çatıştığı için arası açılan Peisistratos bir kez daha şehirden kovuldu. Ancak yaklaşık on yıl sonra yine bir politik oyunla Atina’ya geri gelip halkı üçüncü kez kandırdı ve tekrar tiran oldu, ölene kadar da tiran kaldı.

Tarih kitapları sahtekarlıklarının yanı sıra yaptığı iyi işleri de yazarak aslında onun hakkını teslim eder. Peisistratos halkı kandırmış olsa da toprak reformu yaparak, fakirlere iş imkânı sağlayarak, tarımı teşvik ederek ve ticareti büyüterek halkın yararına olan işler yaptı. Tabii iktidara halkın dini duygularına da önemli dokunuşlar yapmayı ihmal etmedi. Örneğin akropoliste bulunan Athena Tapınağı’nı yeniden inşa etti. Ayrıca, Zeus onuruna devasa bir tapınağın da inşasını başlattı. Malum, halkın inançlarını kullanmak, görkemli ibadethaneler yapmak bir politikacının iktidarını korumak için kullanabileceği en güçlü silahlardan biri. O da bu silahı çok ustaca kullandı.

DEMOKRASİ YERİNE TİRANLIK

Peisistratos halkın bir bölümünün onaylayacağı işler yapmış olsa da sonuçta kendi gemisini yürütmek, kendi çıkarlarını ve iktidarını korumak için onları kendi kurmaca hakikatlerine inandırdı. Halkın çoğunluğu da kendi aklını kullanmak yerine Peisistratos’un aklına itibar etti. Kendi iktidarını kurarak demokrasiyi yaşamak yerine politik gücü tek başına kullanması için kendi elleriyle Peisistratos’a teslim etti.

Ne diyelim? Bu tiranlık Atina halkının tercihiydi. Ama ne kadar isabetli bir tercihti? Yalanları görebilmek için kendi aklını kullanmayan bir halkın tercihi ne kadar isabetli olabilirse o kadar… Gerçekleri görmeyi reddedip gücü elinde tutmak isteyenlerin uydurma hakikatlerine itibar eden bir halkın tercihi ne kadar isabetli olabilirse o kadar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi