Begüm Erdoğan
Zihin Yükleme-Buluttan Selamlar!
İnsan bilinci, tüm nöronlarıyla bir buluta yüklenirse ne olur? Black Mirror bölümünden çeşit çeşit podcaste, kitaplardan filmlere, üzerine gittikçe daha fazla kafa patlattığımız bir soru oluyor bu. Kapitalist düzende üst kesimlere sunulacak bir lütuf mu olurdu buluta yüklenmek, yoksa sonsuza dek çalıştırılmaya mahkum edilecek mekanik bir işçiye dönüşmek mi? Değişik gelecek öngörüleriyle bu konsepti farklı şekillerde yorumlayan iki diziyle karşınızdayım.
Pantheon (2022-2023) (Netflix)
Yetişkinlere yönelik animasyon türünden olan Pantheon, birkaç farklı karakterin gözünden bu teknoloji fenomenini anlatan ilginç bir yapım. Lisede siber zorbalık yaşayan Maddie, bir gün vefat eden babası olduğunu iddia eden birinden mesaj alıyor. Maddie, tam olarak neye inandığını anlamasa da olayların derinine inmeye karar veriyor. Gerçeğe ulaşmaya çalışırken, kendini tahmin ettiğinden çok daha büyük bir operasyonun içerisinde buluyor. Bu teknolojiyle hiç alakası olacağını düşünemeyeceğiniz insanların içinde bulunduğu kocaman bir kurgu ortaya çıkıyor. Teknolojiye ve teknolojinin gidişatına dair yarı karamsar bir dünya portresi çizen dizi, aynı zamanda insanlar olarak inandığımız değerler hakkında da daha derin bir sorgulamaya giriyor. “İnsan olmak tam olarak ne demek ki onu buluta yükleyelim?” sorusunu da düşündürüyor. Ayrıca derinliğiyle ve sürükleyiciliğiyle neden daha popüler olmadığını ciddi şekilde sorgulatıyor bu dizi. “Westworld”ün ilk sezonu gibi ince düşünülmüş, derin sorgulamalara giren bir dizi arıyorsanız, kesinlikle “Pantheon” o dizi olabilir.
Upload (2020-devam ediyor) (AmazonVideo Prime)
Yine insan bilincinin buluta yüklenmesi fikrini alıp daha yumuşak ve tatlı yöne çeken bir diğer dizi ise “Upload”. Bir romantik komedi gibi kurgulanan bu diziyse buluta yüklenmenin aslında nasıl bir ayrıcalık olarak kullanılabileceğini ve daha çok satılabilir metalar üretebileceğini gösteriyor. Bunun da sınıfsal ayrımları derinleştirerek, “dijital ayrım”ı bir adım ileriye götürebilecek bir durum olduğunu ifade ediyor. Bunu yaparken de benzerlerinden ayrışıyor çünkü tüm bu karışık düşünceleri komediyle harmanlıyor. Teknolojiyle haşır neşir olanların, “biraz taze bir nefes alalım” diyenlerin kesinlikle bir iki bölüm izleyebileceğini düşünüyorum. Dizi harika olmasa da konuya güldürüyle yaklaşması kesinlikle ilgi çekici. Sevilebilir karakterlerle, bildiğimiz romantik komediyi buluta çekiyor diyebiliriz.
…
Uzun süre namını duyup, hiçbir yerde gösterilmediği için izleyemediğim “Pantheon”u Netflix kütüphanesine eklenmiş gördüğümde hemen bunu paylaşmak istedim. Eğer siz de Terminatör gibi hikayelerden bunaldıysanız ve “Black Mirror”laştırmadan teknoloji hakkında bir şeyler izlemek istiyorsanız, bu dizilere (özellikle de Pantheon’a) bir göz atmanızı öneririm.
İnsan ve Doğa
Platformlarda izleyebileceğiniz, doğanın en çetin halleriyle farklı şekillerde mücadeleyi işleyen filmler sıraladık. Bu filmleri izlerken insanın doğa karşısındaki kırılganlığıyla beraber yaşama iradesinin gücünü de ekranda bulacaksınız.
- Kar Küreyici, Snowpiercer (2013) (TV+)
Oscar tarihinde ilk defa İngilizce olmayan bir filmle “En iyi film” Oscar’ını kazanan “Parazit”in yaratıcı zekası olarak tanınan Bong Joon-Ho, bu filmde de yönetmen koltuğuna oturuyor. Joon-Ho’nun “Parazit” filminden önce de her zaman global problemleri alıp bunlara kurmaca düzleminden yaklaşan, boyutları arttırıp, değiştirerek konuya kendi sembolleriyle yaklaşan bir yapısı vardı. Bu filminde de iklim krizini ele aldığını görüyoruz. Film, iklim krizinin bir tür “mini buzul çağı” yaratabileceği teorilerine dayanan distopik bir kurgu oluşturuyor. Donmuş bir Dünya’da, hiç durmadan seyahat eden bir trende geçiyor. Ancak bu trende, insanlığın son temsilcileri, yine bilindik keskin bir sınıfsal ayrım içerisinde yolculuk ediyor. Trenin arka tarafında sefillik ve pislik varken, ön tarafında tam zıttı lüks hayatlar yaşanıyor ve çok geçmeden trenin arka tarafı isyan ediyor.
- Diriliş, The Reverant (2015) (Disney+, TV+)
Başrolü Leonardo DiCaprio’yu uzun bir bekleyişin ardından “en iyi erkek oyuncu” Oscar’ına kavuşturan film, Hugh Glass’ın (Leonardo DiCaprio) çıktığı avcılık partisinde bir ayı tarafından saldırıya uğramasıyla başlıyor. Ağır yaralanan Glass, bir süre sonra, daha fazla onu taşımak istemeyen yoldaşları tarafından terk ediliyor. Ekibi onu ölüme terk ettiklerini düşünseler de Hugh “diriliyor” ve köyüne geri dönmeye çalışıyor. Film de bu karakter üzerinden bir adamın doğanın ve insanların tüm şiddeti karşısında dişi ve tırnağıyla verdiği mücadeleyi gözler önüne seriyor. Bir taraftan DiCaprio kariyerinin en başarılı performanslarından birini veriyor diğer taraftan yönetmen ve görüntü yönetmeni de döktürüyor. Ortaya kan dondurucu bir intikam ve hayatta kalma hikayesi çıkıyor.
- Kar Kardeşliği, La sociedad de la nieve (2023) (Netflix)
İspanya’nın geçtiğimiz sene, Oscarlarda “en iyi yabancı film” dalında yarışan filmi, gerçek bir hikayenin sinemaya olan izdüşümü aynı zamanda. 1972 yılında Uruguayan Air Force Flight 571 uçuşunun And Dağları’nın ücra bir köşesine düşmesi ve sonrasında yaşananları konu ediyor. Gerçek olaylarda olduğu gibi 45 kişiyi taşıyan uçak, düştükten 72 gün sonra bulunuyor ve yolculardan 16 kişi kurtarılıyor. Ancak hayatta kaldıkları 72 günde, ne kendilerinin ne hikayelerini bilenlerin unutamayacağı şeyler yaşanıyor. İnsan doğasının kırılganlığını en açık haliyle gösteren film, görsel teknikleriyle yalın olsa da epey güçlü bir anlatım sunuyor.