‘İş işten geçmeden’ refahı sağlayın

2008 yılında dönemin başbakanının, kadınlara “İş işten geçmeden…” “En az 3 çocuk yapın…” çağrısında bulunması, ülke tarihinde nüfus politikalarında yeni bir değişime işaret ediyordu. Peki, daha önce ne olmuştu?

Türkiye’de ilk güvenilir nüfus sayımı 1927’de yapılmış ve yarıdan fazlası sıtma, trahom, verem, frengi gibi dönemin bulaşıcı hastalıklarıyla boğuşmakta olan 13 milyon 648 bin 270 kişiymişiz. Öyle ki, dönemin büyük hayali “Nüfusumuzun 20 milyon olduğunu bir görebilmek…” imiş, düşünün…

Dolayısıyla, “doğum yanlısı-pronatalist” dediğimiz, doğum teşviki, sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, göç ve kent politikalarıyla nüfusu artırma hedeflenmiş. O dönemde bile sadece doğum teşvikiyle yetinmeyip konuyu daha kapsamlı ele almalarına da dikkatinizi çekerim.

Bu politikalar etkili de olmuş ki, 1965 sonrasında ekonomik kaynakların yetersizliği, işsizlik gibi hızlı nüfus artışının getirdiği sorunlar, bu politikayı tersine çevirdi.

Bu sefer, nüfus artışını yavaşlatan önlemlerle, doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaştırılması ve aile planlaması bilincinin oluşturulması hedeflendi.

EN AZ ÜÇ ÇOCUK POLİTİKASI

İşte 2008 yılından itibaren başlayan doğum yanlısı söylem, bu dönemi bitirmek istiyordu.

Peki, başardı mı?

O tarihten itibaren her gün tekrarlanan “Üç çocuk yapın” çağrıları karşılık bulmadığı gibi, insanlar tek çocuk yapmayı bile düşünemez hale geldiler.

2025 yılının ‘aile yılı’ ilan edilmesi, her şeyden önce bu politikaların iflasının ikrarıdır.

‘Neden başarısız olduk?’ diye sormak yerine nafile bir çabayla çare arıyorlar. Aile yılı ilanı, ülkede ailelerin gerçek sorunları olan iki temel meseleyi; geçim derdi ve şiddeti çözmek bir yana, bunları örtmenin yolu olarak önümüzde. Tıpkı ‘emekliler yılı’ ilan edilen geçen yılın, emekliler için en berbat yıl olması gibi… Yani gerçekten aile korunmak isteniyorsa, o da bu yol ile mümkün değil.

AÇLIK SINIRINDAKİ ASGARİ ÜCRET

Herkes haklı olarak açlık sınırının altındaki asgari ücretten söz ediyor, haklılar çünkü asgari ücret “kendisi ve ailesini geçindirebilecek düzey” diye tanımlanır.

Herkes haklı olarak kadınların, çocukların yaşadığı şiddetten söz ediyor, haklılar çünkü çocuk doğurması beklenen kadınlar en çok ailelerinin içinde ve son dönemde artan biçimde doğurdukları çocuklarla beraber öldürülüyor.

Bu gerçeğe bir de yaşlılara yönelik şiddet ve istismarı eklemek gerekiyor; Yaşlanma Çalışmaları Derneği-Senex, bu konuda hak ihlallerini raporluyor ve şiddet nedeniyle can kayıplarının geçen yıllara oranla arttığını, şüpheli ölümlerin yaygınlaşma eğiliminde olduğunu tespit ediyor.

Maalesef ülkemizde sadece kadınlar değil, yaşlılar da şüpheli ölümle can veriyor ve cinayet olduğu kanıtlanan durumların bir kısmında failler de yaşlıların en yakınındaki insanlar…

aile-yili-duyuru.jpg

NEDEN AİLE YILI?

Peki, bu hak ihlallerini önlemek için mi aile yılı ilan edildi? Açıklamaların hiçbirinde bu gerçek meselelerin sözü bile edilmiyor; doğum oranlarının azalması, nüfusun yaşlanması öne sürülüyor.

Evet, bunlar da nesnel gerçekler ama esasen Türkiye’de durum; aynen 2001-2002 ekonomik krizindekine benziyor. Son dönemde doğum oranlarındaki benzer düşüş esas meselenin ekonomik olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Şüphesiz dünyada ve ülkedeki uzun vadeli değişimler, kentleşme, kadınların eğitim ve istihdama katılımı ve doğum yaşının yükselmesinin etkisi var. Yani, TÜİK’in yaptığı gibi sadece toplam doğurganlık oranının değil, doğum oranlarının daha uzun vadeli izlenmesi gerekiyor.

Ama sonuçta net olan gerçek 3 çocuk çağrısı yanıt bulmadı ve ülke nüfusu çoktan yaşlanmış durumda.

AB İÇİNDE 5’İNCİ

Biz yine de AB ülkeleri içinde doğum oranlarında 5. sıradayız ve işte “fırsat penceresi” denilen de bu, köprüden son çıkış olduğunu düşünüyorlar. Ve fakat Türk Tabipleri Birliği’nin son raporuna göre bebek ölüm oranlarımız da yine AB ortalamasının 5 katı iken, yeni doğanların bile katledildiği sağlık sisteminde yaşarken, bu pencere nasıl açılacak?

100. YIL 2023 PROJEKSİYONU TUTMADI

2008 yılında ‘çocuk yapın, evlenin’ çağrıları başladığında 2023 projeksiyonu yapılıyordu, tutmadı. Şimdi de 2050 - 2071 yılından bahsedip dünya çapında tehditlere karşı tabi ki ülkemizin bekasını korumak vurgulanıyor.

‘Dünyanın meselesi’ diyor, doğum oranlarının çokça düştüğü Güney Kore örneği veriyorlar.

Gelin görün ki, Güney Kore’de yapay üreme teknolojileri, çocuk yapan erkekleri askerlikten muaf tutma ve türlü ekonomik teşvike rağmen sonuç alınamamışken biz de bu iktisadi şartlarda evlilik için 150 bin lira teşvik kredisi, çocuk başına aylık 5 bin lira çözüm olabilir mi?

Olamaz çünkü;

  • Nüfus politikaları bütünseldir; sadece üreme politikalarını değil, ölümleri ve hastalıkları önlemek için sağlık politikalarını, yerleşim yerlerine göre nüfusu düzenleyen göç ve kentleşme politikalarını içermesi gerekir.
  • Kadınlar için anne olmak, gençler için evlenmek ve yetişkinler için çocuk sahibi olmak zorunluluk değil, özgür seçimlerdir. Daha ötesi üreme ve cinsel sağlıkla ilgili hakların kullanılabilmesi, her alanda cinsiyet eşitliğini gerektirir. Türkiye’de kadınların kendi bedeni hakkında kararlarını belirlemeye devlet kalkıştıkça, kadınların yakın ilişki içinde olduğu çevresi ve partneri daha da çok kadınların hayatına karışıyor. Buna direnmek bazen daha zor olabiliyor ve kimsenin kadınları böyle bir zorlukla bırakmaya, gençleri de zorlamaya hakkı yok. Nitekim son anketlere göre gençlerin oy tercihleri muhalefetten yana. Çünkü insanlar para değil, hayatını istiyor.
  • Çocuk tanımı 18 yaş ve altıdır, açıklanan 5 yaşa kadar verilecek desteğin hiçbir mantığı yok. Evet, dünyada da bu destekler var ve bazı ülkelerde çağımızda “uzayan ergenlik” olgusu nedeniyle 21 yaşa kadar devam edebiliyor, destek miktarları bizde açıklanandan kat kat fazla. Üstelik Türkiye'de okul öncesi eğitime kayıt oranı OECD ülkeleri arasında en düşük seviyede. Oranlar, rakamlar bir yana, bu sene İzmir’de beş çocuğun yanarak can verdiği somut olay gerçeği çok net ortaya koyuyor.
  • Gelelim yaşlılara. Doğum oranlarını artırabilsek bile bu yaşlı sayısını azaltmayacak, bir gün herkes yaşlanacak… Yine Senex raporuna, özellikle de yoksul yaşlılarda hak ihlalleri artmış iken yapılması gereken bu mudur? Yoksa o raporda yer verilen somut olayı; annesine bakım veren emekli adamın yaşamına son vermesi sonucu, o yatalak annenin hiçbir şey yapamayıp üç gün boyunca oğlunun cansız bedeniyle yaşaması dramını önlemek midir?
  • Kadınlar, çocuklar, gençler, emekliler, engelli ve hasta olanları ve bütün bir ailenin üyelerini düşündüğümüzde, esas soru beliriyor? Onlar için refahı kim sağlayacak? Bakın, sosyal yardım hizmetlerine başvurulardan telefonların kilitlendiğini söyleyen belediyeler var. Ve aile yılı ilanında müjde diye sunulan yardımların ötesinde Halk Ekmek’ten, lokantalara, et ve sütten, genç üniversitelilere bildiğim kadarıyla içinde evlilik de olan türlü desteğe varan paketleri veren belediyeler var ama yetmiyor. Yetmez. Kamunun tüm kurumları toplumun refahı için çalışmalıdır. Devlet, refahı sağlaması gerekirken, geleneksel kalıpları değişmez bir durum sayıp sorumluluğu ailenin, onun içinde de kadınların üzerine yıkamaz. Böyle bir süper kadın da yok. Bir zamanlar Akdeniz tipi refah olarak adlandırılan modelde ve bizde varmış ama artık yok, dünya değişti.

Durum bir yandan da ülkedeki demokrasi için açılan fırsat penceresine benziyor.

Nesnelliğin getirdiği sonuçlar ve yapılması gerekenler var ama ancak tutarlı ve bütünlüklü bir politikayla o pencereler açılıp nefes alabiliriz.

Madem bu ülkenin en çok ihtiyacı olan şey refah iken aile yılı ilan edilip Nüfus Politikaları Kurulu kuruldu… Gelecek yazılarda bu konulara devam etmek üzere…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gülsüm Kav Arşivi