Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

‘Kininin davacısı’ ne demek ola ki?

Onların da ‘Gençliğe Hitabesi’ var ama bildiğimiz hitabeden çok farklı…
İslamcılık, ya da yaygın kullanımla ‘Siyasi İslam’, Cumhuriyet’i “İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde planında kurtarıldıktan sonra ruh planında ebedi helâke mahkumiyet”, ‘küfür’ dönemi olarak görüyor.
‘İslam inkılabı’ bunu düzeltecek, devleti ve milleti kurtaracak—vehmi içindeler.

Yani ‘menzil’ dedikleri ‘İslam İnkılabı’…
O inkılap için “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik” gerekli. O gençlik tarikatlar, cemaatler eliyle, kurslarda ve okullarda yetişecek, birileri bir taraftan siyasi himaye sağlayacak diğer taraftan da bu gençleri devlete yerleştirecekler.
Birbirlerini dava arkadaşı biliyor, işbirliği yapıyorlar—farklı yollardan aynı menzile ilerliyorlar.!
Daha Demokrat Parti iktidara gelmeden önce ‘okullaşma’ başlıyor ve hiç hız kesmiyor. Tevhidi Tedrisat Kanunu var ama yok.! Demokrasiye (!) geçildikçe ‘oy’ kaygısı her şeyin önüne geçiyor.
Hem ihlas sahibi (!) gençlerin yetiştirilmesi hem de devlet kadrolarına yerleştirilmesi hızlanıyor.
Bu süreçte 28 Şubat 1997 ve 25 Ağustos 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu Toplantıları’nın ve bu toplantılarda alınan—ve uygulanmayan—kararların özel yeri var.
Dokuz saatlik 28 Şubat MGK toplantısında; laikliğin korunması ve bunun için yasaların uygulanması, dini eğitim veren okulların ve Kuran kurslarının Milli Eğitime devredilmesi, denetlenmesi—esasen Tevhidi Tedrisat kanununun uygulanması, İslamcı tarikat ve cemaatlerin devlette kadrolaşmasına fırsat verilmemesi, TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için alınan tedbirlerin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da uygulanması isteniyor.
Başbakan Erbakan 18 Haziran’da—dört ay sonra—istifasını Cumhurbaşkanı’na sunuyor, ama göreve devam ediyor. Mesut Yılmaz hükümeti kurmakla görevlendiriliyor, 30 Haziran’da da yeni hükümet kuruluyor. Bu süreç tamamen Anayasa’nın öngördüğü şekilde işliyor.
AMA 28 Şubat kararları—şekli bir kaç tavsiye hariç—gerçekte hayata geçirilmiyor. Gerek alternatif dini eğitim yaygın olarak sürüyor, gerekse devlet kadrolarına ‘sızma’ ve yerleşmeler..
Bu süreçte Fethullah Gülen Cemaati açıkça öne çıkıyor, güçleniyor ve tehdit niteliği artıyor.
Yedi yıl sonra, bu sefer 25 Ağustos 2004 tarihli MGK toplantısında, cemaat ve tarikatların tamamı “milli güvenliğe tehdit” olarak değerlendiriliyor; Cemaatin “Yurtiçi ve yurtdışı faaliyetlerine dönük bir eylem planının hazırlanması” öneriliyor, ama Erdoğan hükümeti de MGK tavsiyesini (!) sümen altı ediyor.
Kısa bir süre sonra Ergenekon süreci başlıyor, onu diğer kumpas davaları takip ediyor. 2010 yılında önce Balyoz davası başlatılıyor, aynı yıl yapılan Anayasa değişikliğiyle yargı tümüyle Cemaat’e teslim ediliyor. Davalar yoluyla Türk Silahlı Kuvvetlerinde yapılan tasfiyelerle Cemaat kadroları kritik görevlere yerleştiriliyor. Polis ve yargı zaten Cemaat’in elinde.
Dönemin başbakanı—bugünkü Cumhurbaşkanı, “Hiç kimsenin şüphesi olmasın, 28 Şubat’la da hesaplaşılacaktır” diyor ve 2012’de FETÖ savcıları ve hakimleri 28 Şubat davasını da açıyorlar.
VE 15 Temmuz’a geliniyor. Sonrası malum…
Şimdi gelelim bugüne…
2012’de başlayan ‘28 Şubat Davası’ üç hafta önce sonuçlandı. On dört asker, dönemin hükümetini “zorla düşürme ve vazife görmekten men” gerekçesiyle müebbet hapse mahkum edildiler, üç gün önce tutuklandılar, şu anda cezaevindeler. Ayrıca rütbeleri sökülecek.
Şaka değil, aynen böyle.!
Dosyadaki, karara esas alınan ‘delillerin’ tümü sahte, tahrif edilmiş ya da üretilmiş—bütün kumpas davaları gibi.! Ortada ‘ıskat edilmiş bir hükümet olmadığı’ da çok açık.
Mahkemede, 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu Kararları da, 13 Mart 1997 tarihli—Erbakan imzalı—Başbakanlık Direktifi ve 11 Nisan 1997 tarihli İçişleri ve Adalet Bakanlığı Genelgeleri de yok sayıldı. Sanıklar lehine hiç bir bilgi ya da belge dosyaya konmadı, sanıkların ismen gösterdiği tanıklar da dinlenmedi—bütün kumpas davalarında olduğu gibi.!
Bu arada, geçtiğimiz Haziran ayı içinde, daha önce tüm sanıkların beraat ettiği Balyoz davası kapsamında 229 sanığın beraati kesinleşirken, 7 sanığın beraat kararı ‘suç için anlaştılar’ gerekçesiyle bozuldu. Kumpas davası tekrar başlayacak ve ilk duruşma 22 Ekim’de…
AMA o duruşmaya sadece altı sanık katılabilecek, çünkü emekli Korgeneral Metin Yavuz Yalçın Cumartesi günü—28 Şubat sanıklarının tutuklanmalarından bir gün sonra—vefat etti.
Bugün İzmir Narlıdere Şehitlik Camii’ndeki öğle namazından sonra toprağa verilecek.
Anladınız mı ‘kininin davacısı’ olmanın ne demek olduğunu.?
Afganistan’da yaşananlar ilham ve cesaret verdi.
Farklı yollardan aynı ‘menzile’ artık koşarak gidiyorlar.
Suyun kokusunu almış atlar gibi.!
Ama gördükleri seraptır.
Anlayacaklar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi