Milyonluk Gezi'de bir Mücella!

Tayyip Erdoğan, politik varlığının sebebi olan İstanbul şehrinde bıraktığı izleri; “Biz bu şehre ihanet ettik, ben de bundan sorumluyum” diyerek özetlemişti. Her şeyin normal cereyan ettiği şartlarda, bu açıklama sonrasında aynı hataların tekrarlanmaması için radikal bir davranış değişikliğine gidilmesi gerekir değil mi? Beklendiği üzere böyle bir şey olmadı. Çıkar ortaklığı kurulamayan belediyeler, STK’lar, uzmanlar ve fikir insanları hiçe sayılarak rant odaklı “inadına projeler” üretilmeye devam edildi. Çünkü sistem bundan besleniyor. Çevreye vereceği zararın yanında, içinde bulunduğumuz savaş ortamında uluslararası hukuk açısından ne kadar yanlış olduğu bir kere daha anlaşılan “Kanal İstanbul” gibi mega projelerden vazgeçmek; bu projelerin hayata geçmesini dört gözle bekleyen çıkar odaklarına da açıklama yapmalarını gerektirir ki bu da kendi yarattıkları ekosistem ile çelişmeleri manasına gelir. Bunun yanında, siyasi iktidarın davranışlarında eylem – söylem bütünlüğü ve samimiyet aramamayı öğrendiğimiz için yaptıklarına şaşırmamaya da alıştık.

Sisteme yönelik bir eleştiri yapılacaksa bu yetki de bizzat Tayyip Bey’in kendisine ait. Yeni Türkiye’nin düzeni ve adalet anlayışı, kimseye aynı perdeden konuşma imkânı tanımıyor. Hatta bunu bir örgütlülük bilinci ile yapmaya kalkışmanız durumunda organize suç işlemiş olmanız da olasılık dâhilinde… Eleştirmeye ve itiraz etmeye kalkışanların başına neler gelebileceğini anlamak için “Gezi Davası” doğru bir örnek olabilir. Teknik olarak kapanmış olan dava, siyasi baskı neticesinde yeniden açıldı ve yargılamalara devam ediliyor. Gerçi Sayın Cumhurbaşkanı, katıldığı Adalet Şûrası’nda; “Peygamber Efendimiz, ‘Allah adil olanı sever.’ buyuruyor. Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de adaletle davranmaktır” gibi bir dolu söz söylemiş olsa da hiçbiri pratikte bir karşılık bulmuyor, hatta söylenenlerin tersi oluyor.

Gezi olayları sürecinde “Taksim Dayanışması” adına protestolara katılan ve açıklamalar yapan Mücella Yapıcı, Osman Kavala ile birlikte ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanıyor. Suçu da “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek”miş. Her toplumsal olayda olduğu gibi Gezi Parkı protestoları sürecinde de mücadeleyi ekseninden kaydırmaya ve maksadının dışına çıkarmaya yönelik provokatif girişimler olmuştur. Kötü niyetli girişimler dışında orada olan veya dışarıdan destek veren herkes için protestoların sebebi; kentsel koruma refleksi ve kentsel değerlerin hiçe sayılması noktasında sınır tanımayan siyasal iktidardır… Bu gerçeği içselleştirmiş olan kesim için yargılamalar haksız ve hukuksuzdur. Mücella Yapıcı’yı tanıyan ve hayat hikâyesini bilen bizim gibi insanlar için ise olsa olsa trajikomiktir.

Mücella Hanım, ilk günden itibaren tutumundan taviz vermedi ve inandığı doğruları savunmaya devam etti. Politik duruşundan ziyade, bir mimar olarak mesleki kimliğiyle oradaydı. Onu hedef hâline getiren de meslek odasına ve TMMOB’ye olan aidiyetidir. Esasen otoriteyi rahatsız eden tarafı budur. Siyaset üstü bir anlayış ile hiçbir parti ve oluşum ile mutlak mutabakata varmak gayesi gütmeden, mesleki hassasiyetler ile doğrunun tarafında olmaktan ödün vermeyen TMMOB, sadece bu dönem değil her dönem rejimin ve onu temsil eden siyasi iradenin en önemli sorunlarından birisi olmuştur. Değerlerinden taviz vermeme kararlılığı, betonlaşma ve rant uğruna her şeyin yapıldığı dönem iktidarını, her zaman olduğundan çok daha fazla rahatsız etmiş ve TMMOB’nin tüm organları ile etkisiz hâle getirilmesi için kanuni düzenlemelere kadar varan her şey yapılmıştır. Gezi Davası’nda da yargılanan “kişiler” değil, bizzat TMMOB’nin kararlı iradesidir. Mücella Hanım, bu kararlı iradenin cesur bir temsilcisi olarak kurban seçilmiştir ve aslında bir semboldür.

Başa dönecek olursak; meslek odaları, STK’lar ve toplumun kendisi ile yüzleşebilecek platformlar yaratmaktan kaçınarak yapılan özeleştirilerin ve itirafların, “kişisel tatmin” dışında bir anlamı ve önemi yoktur. AKP iktidarının bu saatten sonra böyle bir politikası olamayacağını gayet iyi biliyoruz. Umarım; bundan sonraki iktidarlar bu gerçeğin farkında olarak göreve başlarlar ve kimseye hayrı dokunmayacak itiraflarda bulunmak zorunda kalmazlar.

  • Bir gün gecikme ile de olsa; Mücella Hanım’ın gıyabında tüm kadınların “Dünya Kadınlar Günü”nü kutluyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi