
Boray Acar
Savaş Hattı ve Türkiye
İsrail sonunda İran’a saldırdı. Nereye kadar gideceklerini göreceğiz. Milli menfaatler vesaire bir tarafta dursun; sivil halkı hatta çocukları, hastaneleri hedef alan İsrail saldırıları kabul edilemez. İsrail, Yizhak Rabin benzeri barışçı bir lider eliyle özeleştiri yapmadığı ve Filistin halkı başta olmak üzere tüm dünyadan af dilemediği takdirde hiçbir zeminde uzlaşılmaması gereken katil devlet kimliğinden kurtulamayacaktır. Vaktini kestiremeyiz, ancak Netanyahu’nun tüm ülkeler ve kurumlar nezdinde lanetleneceği günler muhakkak gelecektir. Dünya tarihi, bu öngörünün gerçekleşeceğinin referansıdır.
Bu süreçte, İran rejimini hedef alarak “modernizm” hayali kuran Kemalist anlayıştan da mezhepçi hezeyanlarla İran’a diş bileyen İslamcı kafadan da uzak durmak gerekiyor. Dikkatten kaçmaması gereken bir nokta var ki, İran toplumu bu nevi bir dış tehlike karşısında konsolide olacak özellikte ve ferasettedir.
İsrail, ne kadar güçlü bir istihbarat ağına ve askeri kapasiteye sahip olduğunu gösterdi. Yaratılan efsanevi imajın içini doldurdu da diyebiliriz. İran’ın üst düzey bürokrasisini yataklarında vurabilecek, stratejik tesislerini ve güya “tehdit olarak görülen nükleer altyapısını” yok edebilecek güce sahiplermiş. İran’ın İsrail’de yarattığı tahribata dair görüntüler de basına yansıyor. Sürpriz değildir, zira İran’ın bir askeri gücü olduğu biliniyordu. Ancak bunun sonsuz ve sınırsız olmadığı, bir gün biteceği, en mühimi de İsrail ile yarışamayacağı da ortada. Her şeyden önce İsrail’in arkasındaki -ABD başta olmak üzere- potansiyele karşılık İran’ın yalnız olduğunu söyleyebiliriz. Zira Rusya ve Çin gibi bölgesel güçler kendilerini fiilen savaşa dâhil edecek bir müdahaleden kaçınacaklardır.
Trump’ın şahsında ABD’nin konuya nasıl yaklaştığı da ayrıca önem arz ediyor. Daha birkaç hafta önce Ali Hamaney’in danışmanlarından Ali Shamkani, “nükleer müzakerelere başlayacaklarını” açıklamış ve Trump da buna destek vermişti. Samimi olma ihtimali de yüksektir, ki seçim kampanyası dönemindeki söylemleri de bu fikri destekliyor. Yani oyunu İsrail’in bozmuş olması, Trump’ın da buna arka çıkmak zorunda kalması daha akla yakın duran ihtimal... Tabii bunlar kısa vadeli analizler. Amerika’nın ve müttefiki İsrail’in uzun vadeli bölgesel politikaları bağlamında bakıldığında farklı sonuçlara ulaşılabilir.
Trump, ilk başkanlık döneminde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdıklarını söyleyerek tutumunu belli etmişti. Sonrasında bu çizginin dışına hiç çıkmadı. Bilhassa ikinci başkanlık dönemi perdesini açmasını sağlayan “Yahudi Lobileri”ne rağmen İsrail’i karşısına alamazdı. Gazze’de yaşananlara da bir devlet adamı ciddiyetiyle değil emlakçı lakaytlığı ile yaklaştı ve birilerinin vatanını “turizm bölgesi” olarak hayal etti. Ancak dünya halkları bu defa kendileriyle aynı fikirde değil. Ne ABD ne de Avrupa toplumlarının kahir ekseriyeti İsrail zulmünü haklı görüyor. İstedikleri kadar toplumsal tepkiyi bastırmaya çalışsınlar, kadim üniversiteleri tehdit etsinler, öğrencileri ülkeden atsınlar, bunun yansımalarının önüne geçemiyorlar. Bir yandan da ABD toplumu artık uzak coğrafyalardaki savaşlarda evlatlarını kaybetmek istemiyor.
Tabii işin içinde bir de “Arz-ı Mevud” çılgınlığı var. Yahudiler, sınırları rivayetlere dayanan bir bölgenin Tanrı tarafından kendilerine vadedildiğine(!) inanıyorlar. Bir görüşe göre İran’ın ve Türkiye’nin bir kısım toprakları da bu sınırlara dâhil ediliyor. Başlı başına bu irrasyonel çılgınlık bile bölge ülkelerinin sinir uçları ile oynamaya yetiyor, “Sıra bize mi geliyor?” algısını güçlendiriyor. Devlet Bahçeli’nin kınama açıklamasına baktığımızda Arz-ı Mevud bağlamında olmasa da bir gelecek tehlikenin altının çizildiğini görüyoruz. Ve Türkiye’nin özellikle Suriye’deki rolü bizi ülkeyi yönetenlerin söylediklerine kulak vermeye zorluyor. Ortadoğu politikası, Suriye, PKK açılımı bu yaşananlar ile daha bir anlam kazanıyor. Güvenlik odaklı politikalar, savunma sanayi yatırımları da bu ortamda Erdoğan rejimine hem iç hem de dış politikada büyük avantaj sağlayacaktır. O eski diplomatik acemiliği de üzerlerinden attıklarını söyleyebiliriz. Aksi hâlde en azından şu dönemde Azerbaycan ile can ciğer kuzu sarması olmazlardı.
Özellikle Özgür Özel’in Esad ile diyalog çağrısında bulunmasının ardından birkaç gün içinde Suriye’nin başka bir iklime sürüklenmesiyle epey alay edilmişti. Erdoğan, “Bu acemilikle mi ülke yönetecekler?” argümanını çok iyi işliyor. Muhalefetin bu süreçte temkinli olması ve içeride yükselen imajını zedeleyecek aceleci söylemlerden kaçınması gerekiyor.
Velhasıl, Erdoğan’ın bir tılsımı var, ne zaman zorda kalsa bölgesel veya küresel bir kriz onun imdadına yetişiyor.