
Boray Acar
Festival Demekle Festival Olmuyor…
Erdoğan’ın zaman zaman ağzından dökülen itirafları asla unutulmuyor. Seneler sonra tarih bu sözleri nasıl yazacak bilemeyiz ama Demirel vecizeleri gibi tebessümle yâd edilmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. “Biz, bu kadim şehre ihanet ettik.” demişti örneğin; İstanbul’a yapılan kötülüklerin ikrarıydı, sayfalar dolusu yazıp çizse bu kadar iyi özetleyemezdi durumu. “İki sarhoş” sözü, İslamcı anlayışın, kurucu değerlerle bitmeyen dertlerinin dışavurumuydu. En önemli itiraflarından birisi de bundan 8 sene evvel Ensar Vakfı Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmadaydı; “Siyasal olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var…”
Bu sözlerin sarf edildiği dönemde toplum bu denli kutuplaşmamış, Erdoğan sosyolojisi de bu denli erimemişti. Aradan geçen yıllarda; iktidar giderek toplumdan uzaklaştı, kibir tevazuya galebe çaldı, temel politikalardaki başarısızlıklar arkalarındaki toplumsal desteği zayıflattı, eleştiriye tahammülleri kalmadı ve eleştirmeye kalkanları da cezalandırma eğilimi ön plana çıktı. Toplumdan uzaklaşmak; toplumun beslendiği kültürel kanalları tıkamayı, sosyal iletişimi kısıtlamayı, topluluktan ve toplantılardan korkar hâle gelmeyi beraberinde getirdi. Velhasıl o gün kültürel iktidarı alamadığı serzenişinde bulunan iktidar sahipleri için bugünden sonra böyle bir ihtimal de kalmadı diyebiliriz.
Siyasi gündemin yoğunluğuna ve önemli konu bolluğuna rağmen Erdoğan’ın bu itiraflarını aklımıza getirense geçtiğimiz hafta AKP Genel Merkezi Gençlik Kolları Başkanlığı’nın organize ettiği GençFest, yani Gençlik Festivali... Gençlik Kolları Başkanı Yusuf İbis’in konuşması, fazlasıyla aydınlatıcı bir niyet beyanı gibi; “Onlar varsın, ellerinde içki şişeleriyle aynı anda zıplayınca Türkiye’yi sallayacağına inansınlar. Biz Teknofest kuşağı olarak dünyayı sallamaya devam edeceğiz.”
Bu tarz etkinliklerin olabildiğince kapsayıcı ve özgürleştirici olması gerekir. Etkinliği düzenleme maksatları, bu tip etkinliklerin felsefesine muhalefet ediyor. Daha açılış konuşmasında kullanılan ötekileştirici dil, toplumun kahir ekseriyetini konunun dışına itiyor ve hedef kitleyi o salona doldurdukları azınlık(!) ile sınırlıyor. Herhangi bir niyet ile ve kültürel iktidara öykünerek düzenlenen böylesi bir etkinlik ancak böyle bir konuşma ile, bu kadar ele yüze bulaştırılabilirdi.
Bu tip etkinliklerde bir siyasi motif elbette olabilir, olur. Ancak bunu etkinliği düzenleyen siyasi irade, hükümet, devlet, her neyse, belirleyemez! Topluluğun ruhudur belirleyici olan. Bunu sağlayan ise etkinliğin sağladığı özgürlük ortamıdır. Gerisine katılımcı profili karar verir. Siz özellikle birkaç yıldır pandemi, toplumsal huzur vesaire gibi çeşitli bahanelerle gelenekselleşmiş festivallerin düzenlenmesini engelleyip, yasaklar koyup, dünya görüşü sizinle uyuşmayan sanatçıları nefessiz bırakacak kısıtlamalar getirdikten sonra “Festival düzenliyoruz.” diye ortaya çıkarsanız durmadan konuştuğunuz yankı odalarınızda bu defa da şarkı söylemiş olursunuz. Yaptığınız işin adı da “festival” değil, bir “parti etkinliği” olabilir.
Eskiden, bugüne nazaran gazeteye benzeyen Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni, GençFest’e katılan sanatçılara(!) atfen; “harikasınız, muhteşemsiniz, ne kadar cesursunuz…” kabilinden şeyler karalamış kendisine ayırdığı köşesinde. Cesaret her türlü baskıya ve korkutma girişimine rağmen duruşundan taviz vermemek ve geri adım atmamak adına konan iradeye deniyor. Otoriteye yaslanarak, korunaklı alanda, konforundan taviz vermeden, bu kadar güçlü bir iktidarın kanatları altında şarkı söylemek ne zamandan beri cesaret olarak anılır oldu? Düşünebiliyor musunuz, bu kadar güçlü bir iktidarın kanatları altındayken bile kendilerini o kadar eksik hissediyorlar ki böyle bir etkinlikte şarkı söylemeyi cesaretle, korkusuzlukla, yürek yemekle tarif ediyorlar. Acımak dışında başka bir şey gelmiyor elden.
AKP Türkiye’sinden bağımsız olarak, evrensel bir gerçeğin altını çizmemiz gerekiyor. Tarihi hadiseler de gösteriyor ki; sanat, istisnalar haricinde özgür, isyankâr ve başkaldıran ruhların üretimidir. Sanatçının arası baskıcı otorite ile hoş olmaz. Eğer oluyorsa da kısıtlı bir azınlığa hitap eder ve evrenselleşemez. Tarih yazdıkları, çizdikleri ve söyledikleri nedeniyle zindanlara layık görülmüş, sürülmüş, katledilmiş insanların hikâyeleri ile doludur. Tarihe mal olmuş Dostoyevski gibi, Nazım gibi, Âşık Mahsuni gibi, Sebahattin Ali gibi binlerce yazarın, sanatçının hikâyesi aynı zamanda birer direniş destanıdır. Kültürel iktidarı alamamaktan şikâyet eden iktidar, konuya tarihi ve evrensel perspektiften bakarak bir özeleştiri getirmediği, getiremediği için siyasi iktidarı da kaybetmek üzere.
Bu süreçte kısıtlı azınlıklarla düzenlenen bu gibi etkinlikler de batan Titanik’te susmayan orkestranın umursamazlığını çağrıştırıyor.