Boray Acar
Meşruiyet…
Türkçe sözlük, “meşruiyet”i “yasal” olarak tanımlıyor. Yasaların da tartışmalı hâle geldiği bir dünyada “hukukî” demek daha doğru olabilir. Siyaseten bakıldığında toplumun, iktidarın yaptıklarını kabullenmesi ve desteklemesi anlamına geliyor. Esasen son dönem tartışmalarının düğüm noktası, yerel veya global ölçek fark etmeksizin aynı kapıya çıkıyor; meşruiyet. Örneğin; Sumud filosu, İsrail’i destekleyen otoritelerin direncine rağmen meşrudur. Zira arkasında dünya halklarının tartışmasız desteği var. Acımasız katliamı sürdüren Netanyahu’nun İsrail’i içinse arkasındaki lobilere, sermayeye, ABD’ye ve aşırı sağcı Avrupalı liderlere rağmen meşruiyetten söz edilemez. Hülasa meşruiyet, halkların vicdanının sesiyle ölçülür. Kimse elindeki silah veya para gücüne dayanarak kimseye meşruiyet bahşedemez.
Yukarıdaki girizgâhın nedeni, geçtiğimiz haftanın gündemini oluşturan “Trump-Erdoğan görüşmesi” sırasında basına yansıyan ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın “Türkiye’nin meşruiyete ihtiyacı var.” sözleri… Gelen tepkiler üzerine Barrack geri adım atarak ve kastedilenin “saygı” olduğunu ifade ederek, “Türkiye’nin iç işleri bağlamında değil, ABD kamuoyu nezdinde bir saygınlığın(!)” altını çizmiş. Silah satışı, Rusya ile olan ticaretin sınırlandırılması, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması, Gazze gibi yoğun gündem maddelerinin arasından Barrack’ın sözlerine odaklanmamız boşuna değil. Barrack’ın kafasının arkasını göremeyiz ama AKP hükümetinin özellikle iç politikada bir “Meşruiyet” gereksinimi olduğu ortada. Belki istemeden de olsa kanayan yaraya parmak basmış.
Belli dönemlerde bir kısım Türkiye aydınının Batı’nın Türkiye’ye demokrasi ihraç etmesi gibi arzuları olmuştur. Ülkeleri haraca bağlayan, doğal kaynaklarına çökmeyi politika hâline getiren, kendisinden binlerce kilometre uzaktaki coğrafyalarda kaos yaratarak sonuçlarından nemalanan, hiçbir şey yapamıyor ise kültürel hegemonya altına almaya çalışan ABD’den bile medet umduklarını gördük. Şimdi aynı ABD, Türkiye iktidarına “meşruiyet” takdir etmeye kalkıyor. Demokrasi ihracı Batı’nın tarihi sicili itibariyle ne kadar imkânsız ise ABD’nin “takdiriyle” meşruiyet kazanmak da bir o kadar imkânsızdır. Üstelik Trump gibi insan hayatını dahi pazarlık konusu yapabilecek kadar gözünü mal ve para bürümüş birinin döneminde böylesi bir beklenti içine girmek hayalperestlik olur.
Trump ile ilgili herkesin söyleyebileceği bir şeyler vardır. Misal, ben onu gördüğümde Çetin Altan’ı hatırlıyorum. Rahmetli, “Gün gelecek, ABD başkanlığına aday olacak adam bulunamayacak.” diyordu. Bu tespitin en azından bizim kuşak hayattayken gerçekleşebileceğini düşünmezdim. Bir zamanların özgürlükler ülkesi Amerika’da herkes yarınından endişe duyuyor. Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Bürosu’nun maskeli ordusu insanları yerlerde sürüklüyor, göçmen kamplarına kapatıyor. İnsanlık ticari saiklerle ülkesini yöneten ve dünyaya hükmeden bir adam sayesinde neredeyse yüz yıla yakın bir süre sonra “faşist” uygulamalar ile bir kere daha yüzleşiyor. Gün gelecek bunu yapanlar insanlığın vicdanına hesap verecek ve lanetleneceklerdir. Gayrimeşru politikalarını dünyanın gözüne sokan bu anlayışın meşruiyetten söz etmesi ne kadar saçma ise -iç veya dış politika fark etmez- bunun Türkiye bağlamında dile getirilmesi de bir o kadar utanç vericidir.
Türkiye’yi yöneten iktidarın meşruiyeti tartışmalıdır. Son dönemde tüm muarızları ve muhalifleri nefessiz bırakmaya yönelik bir strateji güdüldüğünü görüyoruz. Sudan sebeplerle içeride tutulan siyasiler ve gazeteciler bunun göstergesidir. Sıradan bir eğlence programında maksadını aşan veya toplumun bir kısmının manevi hassasiyetlerini kaşıyan ve densizlik olarak nitelenebilecek sözler sarf edilmesi tutuklanma gerekçesi olmaktadır. Kabahat ikrar edilmesine ve özür dilenmesine rağmen işin tutukluluk hâline kadar götürülmesi özgürlükler açısından endişe vericidir. Müzik grupları, şarkı sözleri toplumsal ahlâk ve manevi hassasiyetler dayanak gösterilerek yasaklanmaktadır. Toplumun aslı dertleri bambaşka iken, kasıtlı olarak gündem ve algı yaratılıyor.
Bir yandan Erdoğan’a yaklaşma ihtimali bile olmayan gazeteci, kendisini tehdit ettiği gerekçesiyle içeride tutuluyorken; muhalefet liderine saldıran şahıs serbest bırakılabiliyor. Adalet mekanizması adamına göre işliyor.
Bizim gibi seçimli demokrasilerde meşru olan seçilmiş olandır. Hatta Türkiye özelinde, halkın demokrasiyi hissettiği tek dönem seçim dönemleridir diyebiliriz. Ezici sonuçlarla kazandıkları seçimlerin akşamlarında “Demokrasi bayramınız kutlu olsun!” diyerek söze başlayan Erdoğan’ın kendisiydi. Uzunca bir süre halkın teveccühü ile tek başına iktidar olan AKP iktidarı, seçmen desteğini kaybetmeye başladığı anda seçilmiş siyasileri hedef almaya başladı. Bugünün Türkiye’sinde toplum nezdinde “meşru” olan güçlü siyasi figürler, iddianamelerle başlatılan siyasi cadı avının kurbanı oluyorlar.
Hülasa bahsi açan ABD de olsa iktidar için meşruiyet artık çok uzaklarda…