Boray Acar
Boray Acar yazdı: 3 bin 900 sayfa…
19 Mart sürecinin merakla beklenen iddianamesi yayınlandı. İçerik ve nitelik değerlendirmesi yapılmasının zor olduğu hâllerde nicelik özellikle ön plana çıkarılıyor. Nasılsa kimsenin açıp okuyacağı yok… Okunsa da hukukçular dışında bir yorum yapılabilmesi zor… Yaratılmaya çalışılan algı, “Bu ansiklopedi hacmindeki nesnenin içerisinde hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olduğu”... Bir yargılama olacaksa doğal olarak bunun bir mesneti olacaktı. Aksi hâlde rejimin sadece şekli değil ismi de farklı olurdu ki hâlimizin bundan kötü olacağına şüphe yok.
CHP başından itibaren refleksif olarak iddiaların boş olduğunu söylüyor. Bunu söyleten, davadaki siyasi ağırlık... Sadece AKP’li olmayan belediyeleri kapsayan bir operasyonun siyasetten azade olduğuna kimse inanmıyor. Bu inançsızlık hâli iktidarın tüm çabalarına rağmen katlanarak büyüyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları da bunu teyit ediyor. Ayrıca bu yargılamalar tutuksuz da yürütülebilirdi. Ki Erdoğan da belediye başkanlığı döneminde benzeri davalarda tutuksuz yargılanmıştı. Kendisi şiir okuduğu için, hülasa siyasi bir dava ile hapse kondu, sonrasında olanların sonuçlarına da 30 yıla yakın süredir şahidiz. Keşke yaşananlardan biraz ders almış olsalardı, muktedir olmak gözlere perde indiriyor olsa gerek…
Özgür Özel yönetimindeki CHP, sürecin başından beri doğru stratejiler izledi. Sokağa indi ve toplumla direkt iletişim kurarak tepkisini eyleme döktü. CHP’nin tarihi ezberini bozması açısından kritik önemde işler yaptı. Temel amaç, sürecin şeffaf yürütülmesini sağlamaktı. Bir ara Devlet Bahçeli de yargılamaların canlı yayında yapılmasını önerse de iktidardan müspet veya menfi bir cevap gelmemişti. Bahçeli dünkü grup toplantısında da “Yargılama en başta TRT olmak üzere tüm televizyon kanallarından canlı yayınlanmalıdır” dedi. Ancak iktidarın böyle bir öneriye olumlu yaklaşması pek olası görünmüyor.
“CHP süreci şeffaflaştırmak istiyor.” dedik. Bunu öyle kuru laf ile de yapmıyor. Malum İmamoğlu’nun açıklamalarının paylaşıldığı “Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi” isminde bir X hesabı vardı. Geçtiğimiz hafta bu hesaba erişim engeli getirildi. İddianamenin yayınlanmasının akabinde açılan “İstanbul İddianamesi” adlı web sitesi ve X hesabı da aynı akıbete uğradı. Bu hesapları oluşturanların muradı, süreci sadeleştirerek halkın ve hukukçu olmayanların da anlayabileceği hâle getirmekti. Eğer iddianamenin içeriğinden, ağırlığından veya iddiaların gerçekliğinden bu kadar eminlerse bu yasakların ne anlama geldiğini açıklamaları gerekiyor. Diyelim ki bu siteler gerçek olmayan bilgileri yaymak gibi bir fiil işlediler. Artık “Dezenformasyon Yasası” gibi amacı dışında, muhalif sesleri kesmek için kullandıkları kapı gibi(!) bir yasamız var, hemen harekete geçebilirlerdi. Ayrıca yasaya göre yalan veya yanlış bilgiyi yaymak da başlı başına yeterli değil, aynı zamanda ülkenin iç ve dış güvenliğini tehdit etmek, bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yaymak gibi fiillerin de işlenmesi gerekiyor ki, bu davaya konu iddiaların yorumlanması tüm bunlara nasıl sebep olabilir, üstüne epey düşünmek gerekiyor.
Esasen İmamoğlu’nun ve beraberinde bir sürü belediye çalışanının içeride tutulmasının gerekçesiyle bu hesaplara erişim engeli getirilmesinin gerekçesi aynı: Susturmak. İçerideki bir İmamoğlu, dışarıdakine göre çok daha zararsız. Konuşmasına veya fikirlerini dolaylı olarak da olsa aktarmasına tahammül edilemiyor. Dolayısıyla iddianamenin topluma anlatılması da istenmiyor.
İşin içinde yine “gizli tanıklar” var. Gizli tanık dendiğinde akla iktidarın hukuk ve adalet sicili geliyor. Ne hayatlar, ne idüğü belirsiz gizli tanıklar eliyle karartıldı; toplum bunları unutmadı. Mesele iddianamenin hacmi ise Ergenekon da 2400 küsur sayfalık bir iddianame idi. Omurgası da gizli tanık ifadelerine ve uydurma belgelere dayanıyordu. Sonra ne oldu? Palavra olduğu anlaşıldı. O dönemde bu davanın “savcısı” olduklarını söyleyenler bugün hâlâ iktidarda. Bugün iktidar partisi mensupları dışında o süreçten sorumlu olup da dışarıda gezen kimse yok. Ya içerideler, ya da çok dışarıda... O günün koşullarında dava bürokratik mıntıka temizliği için kullanıldı. Bugün davanın içerisinde seçilmişler var; dolayısıyla asıl muhatap, toplum...
İddiaların merkezinde imar yolsuzlukları, rüşvet almak ve bu paralarla da parti yönetimini ele geçirmek iddiaları bulunuyor. Toplumun kahir ekseriyeti mülk fetişisti olan Türkiye’de en sıradan vatandaşın bile yolu imar ve iskân süreçlerinden geçmiştir. Dolayısıyla bu işlerin parti ayırt etmeksizin nasıl yürütüldüğünü bilmeyene rastlamak zordur. Partiyi ele geçirmek mi dediniz? Hiçbir şey cebren olmadı, toplum onları orada görmek istedi. İktidarı en fazla korkutan da bu realite…