
Boray Acar
Bavul Siyaseti…
Siyasetteki kutuplaşma, toplumun kılcal damarlarına sirayet etmiş durumda. Geçtiğimiz hafta İstanbul sallandı ve bunu konuşurken dahi siyasetten azade bir yorum yapamaz hale getirildik. Bilim insanlarını dahi kategorize ediyor, mahalle baskısı ile onları tarafgirliğe zorluyoruz. Yirmi küsur senedir ülkeyi yöneten iktidar menfi hadiselerin sorumluluğunu üstüne almamak ve algı yönetimi ile gemiyi yüzdürmek gibi bir anlayış güdüyor. Çünkü başka şansları kalmadı. Halbuki “biz bu kadim şehre çok ihanet ettik…” türünden samimi ikrarların bizzat Tayyip Erdoğan’ın ağzından döküldüğü de vakidir. Tabii zaman zaman gaza gelerek ettikleri bu sözler genel tutumlarını belirlemiyor.
İktidar, İstanbul başta olmak üzere kaybettiği büyük şehirlerin belediye yönetimlerini çalışmamakla suçluyor, o göreve layık olmadıkları üzerine bir iletişim stratejisi kuruyor. Devlet Bahçeli, geçtiğimiz hafta İstanbul’un layık olduğu anlayışa teslim edilmesini buyurdu. Oysa demokrasilerde bu kararı halkın vermesi gerekiyor. Halk da bu kararı üç defa üst üste yükselen bir kararlılıkla verdi, yani milli irade tecelli etti. Milli irade denen şey, işlerine geldiğinde dillerine doladıkları, gelmediğinde ise ayaklarının altına serdikleri bir nesne. Çalışmamakla suçladıkları belediyeleri çalıştırmamak üzerine bir politika inşa ettiklerini de unutmamak lazım. Seçilmiş belediye başkanları için “topal ördek” benzetmesini bizzat Tayyip Erdoğan’ın ağzından duymuştuk.
Tabii bu “çalıştırmama” stratejisini toplum bir dayatma olarak algıladı ve her defasında daha güçlü bir tepki verdi. Yani Tayyip Erdoğan’ın, “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” paradigması pekişmiş oldu. Şimdi burada hizmetleri yarıştıracak değiliz. Toplum tercih yaparken bugüne kadar aklının hayrını pek görmemiş olsak da devlet aklı olarak pazarlanan Devlet Bahçeli’nin arzularına göre hareket etmeyeceğini beyan etti. Bu defa seçimle başaramadıklarını ellerindeki gücü orantısız kullanarak yapmaya giriştiler. Şu ana kadar İstanbul’a kayyım atamaya cesaret edemediler belki, ancak biz bugünlere “o kadarına da cesaret edemezler” diye diye geldik, emin olun bunu da yaparlar. Karşılarındaki gücün Ekrem İmamoğlu’nu aştığını gördükleri için de CHP’yi hedefe koydular. Trolleri eliyle buna yönelik kampanya yürütüyorlar. Rakip elediklerini düşünseler de karşılarına bardak konsa kaybedecekleri bir zemine doğru usul usul kayıyorlar.
Bugüne kadar Tayyip Erdoğan dahil olmak üzere ismi yolsuzlukla ve usulsüzlükle anılmamış bir belediye başkanı yoktur. Ve neredeyse tamamı tutuksuz yargılanmıştır. Yargı kararlarını da bağımsız yargı değil, bugün olduğu gibi siyasi konjonktür belirlemiştir. Ekrem İmamoğlu da görevinin başında iken tutuksuz yargılanabilir ve iddia ettikleri ama kimsenin inanmadığı gibi bağımsız yargının karar vermesi beklenebilirdi. Tabii o zaman kontrol altına almaları, durdurmaları ve susturmaları mümkün olamayacaktı. Bir bavula sığacak kadar küçültmeye ve toplum nezdinde aşağılamaya karar verdiler. Yetmedi ailelerini hedef aldılar. Gelgelelim tutsak ettikleri insanların seslerinin görevleri başında oldukları zamana göre daha güçlü çıkacağını hesap edemediler. Kendileri tutsak olsalar da suretlerinin ve akislerinin bir kabus gibi üzerlerine geleceğini düşünemediler. O yüzden de İmamoğlu’nu aştılar, CHP’yi yok etmenin derdine düştüler.
Dedik ya ‘artık o kadarı olmaz’ diye diye bugünlere geldik. Bu hamleler ülkeyi seçimsiz siyasete hazırlama stratejisinin veçheleri olarak görülmelidir. Seçime bir kala olası rakiplerini yok etmekle, onları siyasetin dışına atmakla, rakip partileri ele geçirmeye çalışmakla seçimleri iptal etmek veya seçim sonuçlarını kabul etmemek arasında bir fark yoktur. “Olmaz” demeyelim, yaparlar, çünkü korkuyorlar. Korkuyorlar, çünkü yarattıkları çukurun içerisinde boğulmak ihtimaline hiç bu kadar yaklaşmamışlardı…