
Boray Acar
Tek çare CHP mi?
CHP tarihine baktığımızda; Ecevit’in, 1970’lerdeki münferit yükselişi haricinde meclis aritmetiğine yansıyan bir başarıdan söz edemeyiz. CHP, Türkiye sağı için daima kolay lokma oldu. Türkiye sağı dediğimizde doğal olarak karşısında bir sol olması beklenir. İsmet İnönü’nün “ortanın solu” çıkışı ve sonrasında Ecevit’in halkçılık söylemi ile sosyal demokrasiye evrilen CHP, tedricen kendisini solda konumlandırdı. Tabii bu solda konumlanma hâlinin eyleme dönüşen bir yanı olamadı. Özellikle de halkçılık ilkesi, söylemden öteye gidemedi ve toplumla bir bağ kurulamadı. Türkiye sağı son dönem dışında her dönemde topluma daha yakın oldu. İdris Küçükömer’in, “Türkiye’de sol sağdır, sağ soldur.” tespitinin temelinde de bu realite yatar.
CHP sol anlayışını laisizm&sekülerizm çerçevesine sıkıştırdı. Bir modernizasyon projesi olan bu politikasını doğru bir iletişimle anlatmaya gerek de duymadı. Zira kurucu iradenin gücünü arkasında hissetti ve rıza değil dayatma siyaseti gütmeyi uygun gördü. Son yıllara kadar bedenen olmasa da fikren iktidarda idi. Yani bürokratik vesayet ile CHP’nin parti politikası daima paralellik arz etti. CHP nezdinde devletin manevi şahsiyeti, toplumsal değerler başta olmak üzere her şeyin üstündeydi. Bu da partiyle toplum arasına aşılması zor engeller koydu.
Tarihi bir leke olan ve üç siyasetçinin idamıyla sonuçlanan 27 Mayıs darbesinde CHP önce zımnen sonra da alenen taraf oldu. Arkasından gelen “eşitlikçi anayasa” falan toplum genelinin umurunda değildi, halkın derdi “iradesinin gasp edilmiş olması” idi. DP’nin doğrusunu yanlışını tartışacak bir zemin de kalmamıştı. Bu toplumsal kin seneler boyunca bitmeyecek, neredeyse her seçimde CHP cezalandırılacaktı. CHP, 27 Mayıs idamlarının rövanşı olarak üç genci darağacına götüren süreçte de etkin siyaset yapamayarak solun umutlarını boşa çıkardı. 28 Şubat gibi tarihi süreçlerde ortaya konan tavır da toplum ile olan bağı iyice zayıflattı. CHP artık seküler mahallenin toplum hassasiyetlerini önemsemeyen, hatta toplum vasatını hakir gören partisi görünümüne bürünmüştü.
Bugün, şikâyetçi olduğumuz iktidar anlayışının arkasına aldığı toplum desteğiyle rejimi değiştirecek güce ulaşmasında bu CHP imajının günahı çoktur. Yıllarca itilmişi, kakılmışı ve mağduru oynayan ve toplum vasatı tarafından da benimsenen ve desteklenen “Siyasal İslamcılar”ın önünde açılan otoban büyük oranda bu ötekileştirici anlayışın eseridir. Necmettin Erbakan ile başlayan yükseliş Tayyip Erdoğan ile pik yaptı ve bir nesil Erdoğan’ın görevinin başında yaşlanmasını izledi. Karşıtlıklar üstünden siyaset yapma ustası olan Erdoğan, CHP’den sonuna kadar faydalandı. Bir gün türbanlı bacısına düşman CHP’yi, bir gün darbeci CHP’yi, bir gün camileri ahır yapan CHP’yi, bir gün halka zulmeden tek parti CHP’sini diline doladı ve yürüttüğü korku siyasetinden rant devşirdi. Askeri ve bürokratik vesayet yıkılmış ve CHP’nin tarihi iradesi iktidardan düşmüş de olsa bu kadar verimli bir kaynak kaybedilmemeli, toplumsal hafıza diri tutulmalıydı.
CHP, bugünün kifayetsiz muhterisi Kemal Kılıçdaroğlu döneminde “Helalleşme” mottosu ile bir iç hesaplaşmaya girdi. Her ne kadar başarılı bir iletişim yapamasa da partideki ulusalcı ve vesayetçi unsurlar temizlendi, toplumu küstüren ve uzaklaştıran tarihi sicil dolayısıyla özür dilendi. Sadece bunu bir seçim başarısı ile taçlandıracak lider profili eksik kalmıştı. Bu sorun da bugünlerde tartışmalı hâle gelen kurultay ile çözüldü ve parti, tarihinde nadir görülen bir şekilde toplumsal karşılık bulmaya, siyasi haritanın rengini değiştirmeye başladı. İlk defa iktidarı korkutmayı başardı ve siyasi davalar ile parti yönetimine el konacak duruma gelindi. Kılıçdaroğlu da bu durumdan istifade ederek koltuğa geri dönmeye hazırlanıyor.
Parti içi kliklere, tarihi bagaja, iktidar saldırılarına rağmen elde edilen başarının devletin tüm imkânları kullanılarak ezilmeye çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Yani bir kere daha halk iradesi gasp ediliyor ve tek özelliği her türlü yenilgiye rağmen koltuğunu koruması olan birisinin topluma dayatılması için zemin hazırlanıyor.
Atatürk’ün partisi, kurucu parti gibi içi boş söylemler artık bir tarafa bırakılmalı. Bu süreç; Ecevit’i dahi yıldıran parti içi çekişmelerin yükünden kurtulmak için bir fırsat olarak görülmeli. Seçmen davranışının takım taraftarlığı ile aynı olmadığı dikkate alınmalı. Ve Kılıçdaroğlu koltuğuyla yalnız bırakılarak yeni bir siyasi oluşum ile temiz bir sayfa açılmalıdır.
Hülasa, tek çare CHP değildir!