Boray Acar
İç cepheyi güçlü tutmak böyle mi olur?
İktidar cenahı eleştirinin ve muhalefetin sınırlarını kendi belirlemek istiyor. Sınırı aştığını düşündüğü kişileri ve kurumları da acımasızca cezalandırıyor. Siyasi tarihimizde ilk defa da yaşamıyoruz bunu. Özellikle darbe dönemlerinde muhalif unsurların nasıl ezildiğini, meşum cezaevlerinde insan onurunun nasıl ayaklar altına alındığını tarih unutmuyor. Yazan ve düşünen insanların sadece yazdıkları ve düşündükleri için zulme uğramaları da bu döneme özgü değil...
Ancak bu dönemi geçmişten ayıran keskin hatlar var.
Geçmişte devlet iradesinin dayatmaları ülkeyi yönetenler açısından tartışmasız kabul edilmeyebiliyordu. Bu da yasaklanmaları ve cezalandırılmaları için yeter şart olarak görülüyordu. Çünkü mevcut siyasi yapılar ne kadar güçlü bir halk desteğine sahip olsalar da bir devlet partisi pozisyonunda değillerdi.
AKP’nin ilk yıllarında da durum farklı değildi. Ancak Fetullahçıların devletin kılcal damarlarına sızması ile başlayan ve darbe girişimi ile pik noktaya ulaşan olaylar ülkeyi sistem&rejim değişikliğine sürükledi.
AKP, devletle bütünleştikçe arkasındaki halk desteğini yitirdi ve bir devlet partisine dönüştü, doğal olarak devlet de parti devleti olarak zuhur etti.
Eski sistemde devleti yönetiyor olmak, devletin kurumlarını keyfince yönlendirmek anlamına gelmezdi.
Özellikle demokratik girişimler, kökleri dışarıda ve derinlerde olan devlet iradesini kızdırıyor ve geri püskürtülüyordu. Bugünün “parti&devlet”inde kısmen de olsa bir demokratikleşme ideali yok ve mutlak bir mutabakat söz konusu. Bu mutabakatın temsilcisi de Tayyip Erdoğan…
Mutabakatın sembolik tezahürü, güç...
Her türlü tehlikeye karşı tüm cephelerde güçlü olmak gerektiği vurgulanıyor.
“Bozguncu eleştirilere mahal vermemek gerekiyor, güçlü olmalıyız.
Doğal bir hak olan boykot, içinde bulunduğumuz dönemde “vatana ihanet” ile eşdeğer, gücümüzü kırmaya yönelik bir girişimdir.
Müstebit uygulamalar ile ilgili tarihi atıflar “darbe teşebbüsü”dür.
Uluslararası toplantılarda ülke aleyhine lakırdılar etmek “dış unsurlardan medet ummak”tır ve gücümüzü kırmayı hedeflemektedir.
Hükümet onayı olmayan etkinlikler “açık bir karşı güç gösterisi”dir, bir de zıplarlarsa maazallah zelzele dahi olması muhtemeldir.
Bunlar gibi yaşamsal ve siyasi realitelerle uyuşmayan bir dolu tezvirat topluma dayatılıyor.
Güçlü Türkiye için güçlü devlet, onun için de itiraz etmeyen, sorgulamayan ve önüne konanı yiyen, hülasa toplum olma hasletlerini kaybetmiş bir topluluk yaratılmaya çalışılıyor.
Algının icraata galebe çaldığı bir düzlemin mimarları için bu siyaset tarzının bir mottosu olması gerekiyor ki, bu da; “Her türlü tehlikeye karşı iç cepheyi güçlü tutmak”.
Esasen burada bir intihal söz konusu.
Zira iç cephede pek hazzetmedikleri Atatürk’ün bir sözünden alıntı. Kurtuluş Savaşı döneminde Atatürk; “Asıl olan iç cephedir. Bu, bütün milletin oluşturduğu cephedir.” diyor. O dönemde bu birlik sağlanmış ve toplum yekvücut olmuş.
İçinde bulunduğumuz dönemde ise güçlendirdiklerini söyledikleri cephenin arkasında millet birbirini yiyor.
Ayrışma ve kutuplaşma hat safhada.
Üstelik bu kendiliğinden gelişen bir süreç de değil. Böyle olmasını bizzat yeni iç cephenin mimarları istiyor. Bunu siyaset anlayışlarında yeni bir aşama olarak da görebiliriz. Anlatacak mağduriyet hikâyeleri kalmadığı için kavga aşamasına geçtiler.
Bu kavga öyle eşit koşullarda falan da olmuyor.
Yargı başta olmak üzere tüm devlet kurumları kavganın tarafı hâline getiriliyor. İstanbul’daki seçim başarısı ile korkutan bir güce dönüşen Belediye Başkanı içeri tıkılıyor. İş onunla bitmiyor, yedi sülalesi de kavgaya dâhil ediliyor. Suçu onu savunmak olan avukatı gerekçesiz tutuklanıyor. Kürt sorunu varsa muhatabı ancak ülkeyi yönetenlerdir deniyor, bunun dışında tüm barış girişimleri terör eylemi olarak damgalanıyor, sorumlular terörist olarak yaftalanıyor. İdari makamlarda olanların yerine kayyum atanıyor. Sahip olduğu güç, sahip olduğu stüdyoda konuşmaktan ve konuk ağırlamaktan öteye gitmeyen gazeteci, Cumhurbaşkanı Danışmanının daveti ile tutuklanıyor. Sebebi, “Dünyayı dize getirmiş olan dünya liderini tehdit etmiş olması”... Kimin ne dediğinden bağımsız olarak, salt tutuklanma gerekçesine kargalar dahi güler.
Velhasıl tüm bu yapılanların gerekçesi, iç cepheyi tahkim etmek; sevgili okur... Maalesef niyetlerle sonuçlar birbiriyle örtüşmüyor. Tahkim ettiklerini düşündükleri iç cephe her gün daha fazla çözülüyor, yankı odasındaki nüfus her geçen gün azalıyor.
Sarayın dışındaki kitle de demokratik hakkını kullanacağı ve gücün yeni sahibini belirleyeceği günü bekliyor.