Politicopticon

Yok böyle bir kelime. Evet yok, çünkü ben uydurdum.

Geçen hafta yayımlanan ‘Biri Bizi Gözetliyor’ başlıklı yazı Panoptikon kavramı üzerineydi. Aslında elimizde böylesine kapsayıcı bir kavram varken Politicopticon diye bir terim uydurmaya gerek var mıydı? Açıkçası çok emin değilim. Ancak bu terimi ortaya atmamın bir nedeni var. İsterseniz bu nedenle başlayalım.

KAVRAMSAL ANLAM

Öncelikle terimi Antik Yunancaya uyumlu yazdım, çünkü tıpkı panopticon gibi kökleri elbette Yunancaya dayanıyor ve yine onun gibi iki kadim kelimenin birleşmesinden oluşuyor. Hatırlarsanız Panopticon, pan (bütün) ve opticon (gözlemlemek) kelimelerinin birbiri ardına kullanımıyla oluşuyordu. Politicopticon ise iki kelimenin iç içe geçmiş hâlidir diyebiliriz.

Bu iç içe geçmiş kelimelerden biri yine opticon. Diğeri ise politicon. Yurttaşlarla ilgili demek. Kavram olarak genişlettiğimizde ise bugün kullandığımız anlamıyla politika diyebiliriz. Yani şehrin, ülkenin, devletin, en nihayetinde yurttaşların yönetimi anlamına geliyor. Polis (kent), polites (vatandaş) hep bu kelimeyle ilişkili, onunla aynı kökten gelen kelimeler.

Tabii bunlar kelimelerin sözlük anlamları. Hep söylediğim gibi sözlük harika bir şeydir, bilmediğimiz kelimelerin anlamlarını, etimolojik kökenlerini oradan öğreniriz. Ancak bazı kelimeler filozoflar, bilim insanları ve zaman zaman sanatçılar tarafından kavramsallaştırılırlar. Basit bir semantik (anlambilim) tanımın ötesine geçerek kelimenin anlamını genişletirler. İşte bu kavramsal anlamlara hâkim olabilmek için sözlükler yeterli değildir. O kelimeyi kavramsallaştıran yazarın metinlerine gitmek ve anlamı o metinlerin içerisinden çıkartmak gerekir.

Ben de bu politicon kelimesini sadece sözlük anlamıyla değil, Aristoteles’in insanı tanımlamak için kullandığı ve anlam genişletmesi yaptığı zoon politicon kavramında ifade ettiği anlamda kullandım. Bu kavramı salt sözlüğe bakarak tercüme etmeye ve anlamaya çalışırsanız, karşınıza politik hayvan anlamı çıkar. Yanlış değildir elbette. Ancak Aristoteles bu kavramla sadece bu anlamı işaret etmemiştir. O, bu kavramla aynı zamanda insanın sosyal (toplumsal) bir varlık olduğunu vurgulamıştır. Çünkü ona göre insan, doğal olarak birlikte yaşama, bir başka deyişle toplum kurma eğilimindedir. Bu nedenle doğal olarak sosyal bir varlıktır. Bu anlamda zoon politicon kavramının Aristoteles’in metinlerindeki esas karşılığı sosyal (toplumsal) varlıktır.

İşte ben de bu terimi ortaya atarken Aristoteles’in bu kavramsal anlamından yola çıkım ve iki kelimeyi birleştirirken art arda değil iç içe kullandım: Politicopticon. Zira politika (hem siyaset hem de toplumsallık anlamında) ve gözetleme iç içe geçti. Artık sadece devlet değil, şirketler de vatandaşları gözetliyor. Hatta öyle bir dönemde yaşıyoruz ki vatandaşlar vatandaşları gözetler duruma geldi. Son on beş - yirmi yılda teknoloji öyle gelişti, bize öyle aletler sunmaya başladı ki ne yaptığımızın farkında olmadan birbirimizi gözetliyoruz.

ana-gorsel-1.jpg

TECHNOPTICON

Haydi bakalım… Şimdi de technopticon çıktı başımıza. Evet… Tahmin ettiğiniz gibi sosyal medyadan bahsediyorum. Aslında salt sosyal medya değil, tam anlamıyla birer izleme ve izlenme araçlarına dönüşmüş teknolojik aletleri kastediyorum. Panopticon varken bu da gereksiz bir terim olabilir. Ama bu teknoloji bizi öyle bir sarıp sarmaladı ki, onun nimetleri olmadan adım atamıyoruz artık.

Neredeyse tuvalete gittiğimizde bile “tuvaletteyim” diye konum paylaşacak hâle geldik. Gittiğimiz tatil beldelerinde nerede olduğumuzu, nasıl da eğlendiğimizi, bir anlamda ‘oraya’ gidebilecek ekonomik güce sahip olduğumuzu sergilemekten hiç rahatsızlık duymuyoruz. En mahrem bilgilerimizi bile paylaşmaktan zevk alır olduk. Bu da bizi zaten gözetleyenlere kendimizi iyice açtığımız anlamına geliyor. Hani Panoptikon’da gardiyanlar mahkûmları gözetliyorlardı ya… Şimdi gönüllü bir şekilde girdik o hapishaneye. Sosyal medyada kendimizi sergilememiz için öyle bir rıza yaratıldı ki, artık gözetlenmekten rahatsız olmak diye bir şey söz konusu değil. Tam tersine “gözetle beni” diye neredeyse yalvarır hâle geldik.

Teknoloji sayesinde tüm dünyanın bir gözetleme kulesine dönüşmesi artık bizim için çok normal. Hatta bu durumu o kadar içselleştirdik ki, eşiyle evde otururken “ya şu perdeleri değiştirsek mi artık” diye konuştuktan birkaç dakika sonra telefonuna perde reklamlarının düşmeye başlamasını yadırgayan kaldı mı? Sırf meraktan internette bilgisayar fiyatlarına baktıktan sonra hangi web sitesine girsek bilgisayar reklamları çıkmıyor mu karşımıza? Bu yazıyı Gazete Pencere’nin web sayfasından okuyorsanız, şu sıralar nelere ilgi duyuyorsanız karşınıza onun reklamlarının çıktığına neredeyse eminim.

Bu durumu “ne var canım, bu sayede hayatım kolaylaştı” saflığıyla değerlendirmemek gerek. Eğer böyle diyorsanız yaşadığımız, daha doğrusu bize yaşatılan hayatı sorgulamıyor ve “sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez” diyen Sokrates’in kemiklerini sızlatıyorsunuz demektir.

Pazarlama dünyası bu teknolojik aletlerle o kadar büyük bir gücü eline geçirdi ki, gözümüzü kırpsak bize göz damlası satabilecek hâle geldi. Şirketler şu anda evde miyiz, arabaya mı bindik, markette alışveriş mi yapıyoruz, acıkınca ne yiyoruz, canımız sıkılınca ne tür filmler seyrediyoruz… Hepsini anlık olarak görebiliyor ve bize eş zamanlı satış teklifinde bulunabiliyor.

Bu da yetmiyor, artık neredeyse bizi bizden iyi tanıdıkları için sadece ihtiyaçlarımızı değil, zaaflarımızı da biliyorlar. Neyle karşılaşırsak nasıl bir tepki veririz, ne olursa bir şeylerin eksik olduğunu hissederiz, ne yaparlarsa rakibinkini değil de kendi ürünlerini arzularız, hangi dürtümüze dokunurlarsa nasıl bir karşılık alırlar… Tüm bunlara hâkim olmak için teknoloji o kadar etkin araçlar sunuyor ki, kullanmamaları elbette beklenemez. İşte size müthiş bir Politicopticon. Toplumu gözetle ve istediğin gibi manipüle et. Bunun farkında olmayan insanlar da kendi öz seçimleriyle senin ürününü tercih ettiklerini zannetsinler. Neredeyse bilinç dışı ve bu yüzden de müthiş bir rıza inşası.

SADECE ŞİRKETLER Mİ?

Elbette hayır. Bu kadar büyük bir gücü sadece şirketler kullanıyor olabilir mi? Toplum bu kadar gözetlenebilirken, üstelik gözetlenmeye kendisini bu kadar açmışken politikacılar durur mu?

Siz de takdir edersiniz ki pazarlama, sadece ürün satmaya yarayan bir disiplin değil. Politicopticon kavramının bildiğimiz anlamda politik yansımaları da var hayatımıza. Biz seçim zamanı bizi yönetecek insanları yine öz seçimlerimizle belirlediğimizi zannediyoruz. peki gerçek öyle mi? Kendimizi gözetlenmeye ve manipülasyona bu kadar açtığımız bir ortamda gerçekten kendi irademizi kullanabildiğimizden emin miyiz?

Politik manipülasyonlar ezelden beri var elbette. Hatta bunu kendisine meslek edinmiş Sofistlerden çok kez bahsetmiştim önceki yazılarımda. İnsan her ne kadar akıllı bir varlık olsa da çoğu zaman kendi aklını kullanmayı reddeder. Nedenini tam olarak çözebilmiş değilim ama bir fikrim var elbette.

Biz insanların düşünebilme potansiyelimiz var ama düşünmek zor zanaat. Kuralları vardır, öğrenmek gerek. Yetmez, neden-sonuç ilişkilerini doğru bir şekilde kurabilmek için öğrendiklerimizi uygulamak gerek. Yani düşünmek öyle zannettiğimiz gibi dalıp gitmek değildir, emek ister. Hayatımızı kolaylaştırmayı değil, tam tersine zorlaştırmayı vaat eder. Düşünmek aslında işleri karmaşıklaştırır. Ama düşünen insanları bu yolun sonunda hakikat bekler.

Kısacası sıradan insanın yapabildiği bir şey değildir düşünmek. Hem zorlu bir yoldur hem de sonunda bekleyen hakikat sıradan insanın tahammül edebileceği bir şey değildir. İşte insanların çoğu, kendi aklını kullanmayı bu yüzden reddeder. Kim uğraşacak düşünmekle?

Bunu çok iyi bilen politikacı da “Sen düşünmekle ne uğraşıyorsun? Bak ben düşünüyorum senin yerine” der. Bunu duyan sıradan insan da aklını hemen teslim eder politikacıya, pazarlamacıya, retorikçiye ve girer bu konfor alanına. Özgürlük, adalet, demokrasi ve benzer kavramlar üzerine de hiç düşünmediği için onların da ne olduğunu bilmez. Politikacı ne diyorsa onun için doğru ve geçerli odur. Özgürsün diyorsa özgür, haklısın diyorsa haklı, haksızsın diyorsa haksızdır. “Oy kullanıyorsun işte, demokrasi var” diyorsa var zanneder, geçer gider. Buyurun size manipülasyon. Kendi aklını kullanmayan sıradan insan artık tam anlamıyla manipülasyona açıktır ve hemen ikna olur. Hatta bu öyle bir iknadır ki ona manipülasyon altında olduğunu kabul ettirdiğinizde size “ben ne yapabilirim ki” diye cevap verir. Kendi güçsüzlüğüne de ikna edilmiştir. Politikacının fikrini kendi fikri, verdiği oyu kendi öz seçimi zanneder.

Panopticon, Politicopticon, Technopticon… Hepsi de muktedirlerin bizi gözetlemesi, istedikleri şeyleri zihnimize yerleştirebilmeleri, sonuçta da irademiz dışında rızamızı almaları için var. Kendi aklımız mı? Huzur içinde uyusun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi