
Mutlu Hesapçı
“Prens Prensese Prensip Gereği Aşık”
Anlamlı ve kaliteli bir müzik dinlemek istediğim zamanlarda Redd dinliyorum. Kalabalıklardan kaçıp kendi yalnızlığıma çekildiğim zamanlarda ise Doğan Duru’yu dinliyorum. Doğan Duru sesiyle, sözüyle, müziğiyle, yaratıcılığıyla en önemlisi de duruşuyla hayran olduğum isimlerden biri. Hayran olunacak son kuşaktan da onlar kaldı zaten. Doğan Duru ile yeni çıkarttığı şiir kitabı ‘Tanrım Pardon Der misin?’ vesilesiyle buluştuk. Sohbet sohbeti açtı müzikten memleket hallerinden içinde bulunduğumuz ruh haline uzanan bir sohbet gerçekleştirdik. Röportajı okuduktan sonra Redd dinlemeye başlayarak Doğan’ın solo çalışmalarına uzanan bir müzik yolculuğu yapmanızı öneririm. Herkese güneşli pazarlar dileriz.
Hayırlı olsun şiir kitabın. Neden ‘Tanrım Pardon Der misin?’
Aslında başka bir isimle de başlayabilirdi, isim hiç düşünmemiştim. Sonra şiirlerden bir tanesinde bu cümle geçiyordu. Başka bir isim düşünüyordum aslında ama sonra buna karar verdim. Niye ‘Tanrım Pardon Der misiniz?’ dedim şiirimde çünkü öyle bir dönemde yaşıyoruz ki kimsenin özür dilemediği, kimsenin hatasını kabul etmediği bir dönem. Bari Tanrı’ya pardon der misiniz diye sorayım ya da işte Tanrım, pardon der misin? diye iki türlü de okuma yapılabilir. Hem af dilemesi, bir de af beklemesi, beklentisidir.
“Romandan önce şiir kitabı çıkartmak istedim, ısınma turu gibi düşün”
Peki, bu şiir kitabı aklında olan bir şey miydi? Şiirlerin nasıl bir zamanı kapsıyor?
Aslında şiir kitabını dört yıl önce bitirmiştim ama çıkartmak pek istemedim. Çünkü doğrusunu istersen şiir Türkiye'de pek okunan bir şey değil. Benim için de müzikten, şarkıdan şiire gelmek başka bir şey. Format olarak daha özgür bir form şiir şarkıya, şarkı sözüne göre. Dolayısıyla o özgürlüğü yaşamak güzel ama sanki böyle bir eksiklik geliyor. Şarkı yapan bir insandan, şiir yazan bir insana döndüğünde orada müzik eksikmiş gibi geliyor doğal olarak. Bu şiiri küçümsemek manasında değil ama benim için orada bir sound yetersizliği var, ortada müzik yok. Bugüne kadar benim gördüğüm sözler hep müzikliydi. Bu yüzden de kitabı çıkartmayı pek istemedim, yıllardır bekledi şiirler. Çok uzun zamandır roman yazıyorum, üzerinde uzun süredir çalışıyorum. Romandan önce ısınma turu gibi düşün bir kitabım olsun, bir anda bir romanla karşılaşmasın okur istedim. Şu anda neredeyse çok ünlü şairlerin dışında kimse şiir kitabı basmıyor. Yayınevi de sevince kitap olarak çıksın istedim, aslında bir bu kadar daha şiir var elimde.
Ama zaten sen şiir gibi anlamlı şarkı sözleri yazıyorsun. Bu yazdıkların şiir olarak buluşmayıp şarkı da olabilirdi yine…
Bunların hani çoğu şarkı da yapılabilir hatta bazı şarkıların yerlerindeki bazı cümleler var içlerinde. Çünkü o zaman şiir olarak yazdığım şeylerdi sonrasında da bestelediğim için burada onların şiir halini görüyoruz. Bazılarında bir takım değişiklikler var. Bazıları olduğu gibi ama çok kullanmadım. Herhalde dört ya da beş tane şarkı olan burada şiir var. Aslında şarkı yani müziğini yapmadığım ve yazdığım o kadar çok söz var ki, onlar duruyorlar.
“Her şeyi yazmaya devam ediyorum, telefonum içi notlarla dolu”
Nasıl bir ruh haliyle yazılıyor ya da nasıl şiire dönüşüyor?
Ben herhalde ortaokuldan beri çok ilkel seviyede şiirler yazarak başladım. Hatta bir şiir defterim vardı, oraya sürekli şiirlerimi yazardım. Lisedeki arkadaşlarım da elden ele isterlerdi benden şiirlerimi ve okurlardı, dönerdi aramızda benim yazdıklarım. Genelde daha böyle romantik şeylerdi. İlk aşklar, toplumsal şeyler, işte sokakta gördüğüm şeyler. Bazen bakıyorum eski yazdıklarıma Kürt meselesini bile görüyorum, öyle şeylere de girmişim. Sonra yoksulluk üzerine çok düşünüp yazmışım. Birisi yakınını kaybetmiş ona girmişim. Aslında duygularımı paylaşmışım. Şiiri kafiyeli haliyle anlatmışım. Günlük yazmışım. Dolayısıyla baktığım zaman şu anda da mesela herhangi bir şeyin içindeyken ben zaten her şeyi yazmaya devam ediyorum. Şu telefonumun içi notlarla dolu. Orada bile belki bir şiir kitabı değil de bir şiir kitabının üçte birindeki kadar söz bulurum şu anda. Çünkü aklıma bir şey gelince, gördüğüm, dinlediğim, okuduğum bir şey bana bir şey hissettirince direkt not alıyorum. Onu atlamıyorum çünkü sonra unutuyorum o yüzden sürekli not alıyorum.
“Aklıma ne gelirse öyle yazdım”
Buradaki şiirler hangi temalarda ve nasıl bir formda?
Kitapta olabildiğince rafine olmaya çalıştım. Şu bağlamda rafine diyorum; Çünkü yüksek lisansım sanat tasarımı üzerine ve dolayısıyla tasarımcı zihniyetiyle hareket etmedim. Bütün ekolleri, zamanları, sanatsal akımları böyle karşılayacak ya da bir akıma ifade edecek bir yerden tutmadım kelimeleri, cümleleri. Yani ben post-modern şiir yazıyorum ya da işte romantik şeyler yazıyorum demedim. Aklıma ne gelirse öyle yazdım. Romanım ise bambaşka bir formda olacak. Sanat, sinema eleştirisi üzerine bir roman olacak. Türkiye'deki sanat sinemasını eleştiriyorum. Şunu fark ettim; Türkiye’de çekilen filmlerde sürekli alıntılar ve büyük büyük laflar var. İlla bir şeyi anlatmak için böyle filozof gibi süslemenin zorunluluğu yok. Öyle bir zorunluluktan dolayı belki Türkiye'deki işler her koşulda, her sektörde o birazcık samimiyetini ve duygusunu kaybediyor gibi geliyor bana. Elbette bilelim ve konuşalım her şeyi ama filozof olacaksak filozof olalım, sinemacı olacaksak sinemacı…
“Çaresizliği hiç kimse aynı yerden tutmayı beceremiyor”
Bu kadar duyarlı olmak seni yormuyor mu, yaşam nasıl gidiyor?
Zor tabii İsveç'te ya da Danimarka'da yaşamıyoruz. Herhalde 15-16 dakikada bir insan vicdanını yaralayan olaylarla, haberlerle karşılaşıyorsun. Sağlıklı, zihni çalışan bir bireysen hayat zor gidiyor, bunun aksini iddia edemezsin. Tabii duyarsızlaşabilirsin ya da uyuşabilirsin, çeşitli sebeplerden dolayı çıldırabilirsin. Zihnini uyuşturursun, uykuya daldırırsın kendini bir şekilde ve ilgilenmiyorum dersin. Ondan sonra da eğlenceye vurursun.
Ama ben öyle biri değilim. Hayatımın büyük bir kısmını yalnız geçirdiğim için daha çok düşünüyorum çünkü yalnızken daha çok düşünüyor zihnin. Dolayısıyla çok fazla dert ediyorsun her şeyi, o dert ettiğin nokta da insanı üzüyor. Çaresizlik de hissediyorum.
Benimle aynı çaresizliği hisseden insanlar da vardır belki ama çaresizliği hiç kimse aynı yerden tutmayı beceremiyor. Tabii ki farklı yerlerden de tutabilir insanlar ama gerçekten aynı yerden tutsaydık zaten bu sorunların çoğunu halletmiş olurduk. Halledemiyoruz maalesef artık. Aynı düşündüğümüzü zannettiğimiz insanlar içinde de çok fazla bölünme var sanırım. Evet, farklı düşünmek ve aynı düşünmek arasında bir seçim yapmıyorum ama bir şeyi birlikte tutabilsek üstümüzdeki kayayı kaldırabileceğiz belki. Ama tutamıyoruz.
“Düşünebilen herkesin kendini ifade edip protesto hakkını kullanması gerekiyor”
Gündemden dolayı toplumsal bir baskı var artık. Mahalle baskısını geçti durum; ses ver, sen de eyleme katıl, kim olduğunu belli et gibi tekrar bir ayrışma başlamış durumda. Ve daha çok siz sanatçılardan bekleniyor bu durum. Ambargonun içinde ambargo yaşıyoruz aslında. Bununla ilgili ne düşünüyorsun? Yani sanatçı dediğin muhalif olmalı mı? Mutlaka her konuda bir fikir sahibi, bir söz sahibi olup bunu dillendirmesi mi gerekiyor yoksa kendi halinde de kalabilir mi?
Sanatçı dediğin şey, gerçekten sanatçıysa başka yaklaşırım ama sanatçı ne? Bir kere onu çok iyi anlamak lazım. Yani evimde ses kartı aldım mikrofonum var kayıt yapmaya başladım. Bir tane single çıkarttım ve çok ünlü oldum herkes beni dinliyor, ben de konserler veriyorum diyen kişiyi sanatçı olarak kabul etmiyorum. Bir fikir etiketleniyor, ondan sonra üretim etiketleniyor, ondan sonra performans da etiketleniyor, çoğalıyor. Dinleyicisi etiketliyor ve sonuçta bir karakter yaratılıyor, ortaya bir karakter çıkıyor. Biz 2005 yılında ilk çıktığımız zamanlarda Türkiye bu kadar çaresiz bir modda değildi. Daha yeni yeni başlıyordu her şey ve biz 2007'ye kadar neredeyse siyasi olarak kendimizi pek ifade etmedik. Fikirlerimiz vardı ama bu kadar keskin değildi, yaşımız da gençti. Sonrasında 2007'den itibaren Türkiye'ye başka başka bir yerlere gittiği için, biz o bayrağı orada açtık. O bayrak bizde hep var. Ama benim dert ettiğim konu şu; Herkes kendi fikrini sürekli söylemek, sürekli slogan atmak durumunda değildir. Zaten sanatta protesto edilgen olmak zorunda, önce sanat içinde olması lazım. O yüzden mesela Redd'in şarkılarında, başka şarkılardaki gibi doğrudan anlatım yoktur, dolaylı anlatım vardır. Ben doğrudan anlatımı sevmem. Ama öyle çaresiz, öyle vicdan, öyle susmamayı gerektirecek olaylar oluyor ki bırak sanatçıyı, düşünebilen herkesin kendini ifade edip protesto hakkını kullanması gerekiyor. Benim bütün derdim bu. Elektriğe yüzde yirmi beş zam gelirse Avrupa'nın herhangi bir yerinde herkes sokağa çıkar, oradan buradan olmakla alakası yok. Ama Türkiye iki tarafa ayrıldı, kutuplaştı. Dolayısıyla herhangi bir yerde biri sokağa çıkınca öbürü onu kınıyor. Halbuki hepimiz aynı sorunu yaşıyoruz. Onun sağı solu, orası burası, batısı, doğusu yok. Bu haksızlık hepimize yapılıyor. Sonuçta siyasiler bizim seçtiğimiz insanlar. Bu ülkenin sahibi değil ki kimse. Dolayısıyla bizim seçtiğimiz insanların patronu aslında halk ve bütün demokrasiler de böyle. Ama maalesef Türkiye'de böyle değil. Dolayısıyla sanatçı evet sesini çıkartmalı ya da çıkartmamalı tartışmıyorum bile. Duyarlı, aklı çalışan herkesin kendini ifade etmesi gerekiyor. Zaten hayat politik bir şey, sanat da öyle.
“Biz kendi boykot zincirimizi oluşturduk çoktan”
TRT’nin hepimizin olduğu da yeni aklımıza geldi. Siz yıllardır çıkamıyorsunuz o ekrana. Peki, biri de niye bu grubu çıkartmıyorsunuz demedi mi?
Yok demedi. Bugüne kadar yani muhalif sanatçılar TRT'de bir şey yapmıyor ya da yapamıyor. Biz burayı boykot edelim mi dediler bugüne kadar? Halbuki çoktan boykot edilmesi gerekiyordu değil mi? Bir siyasi parti dedi diye mi boykot ediyoruz. Çok geç kalındı böyle şeyler için. Bunlar gerçekten önemli şeyler. Ama orada yan yana durulamadı. Biz Altın Kelebek’te 4-5 kişiydik, göze battık bir de. Oraya giden sanatçılar da şunu demiştir; Bunlar da her şeye muhalefet yapıyorlar, yüzde yüz öyle demişlerdir. Dolayısıyla biz kendi boykot zincirimizi oluşturduk çoktan. Medya zaten tuhaf bir şey, sadece bugün yoktu bu şey. Bütün dünyada böyle zaten. TRT sonuçta bizim, oraya vergi veriyoruz. TRT'yi ayrı koyuyorum ama özel sektör kanalları, radyoları da yıllardır REDD şarkılarını çalmıyor mesela. Redd çalmıyor diye bir şey mi yapacağız, savaş mı açacağız oradan? Biz açabiliriz sadece, bütün insanlar açmazlar sonuçta.
“Başkaları da bir konuşsa, hep ben mi konuşacağım”
Yalnız bırakıldığınızı düşünerek üzüldüğünüz oluyor mu? Bazen sadece biz niye ses çıkartıyoruz durumuna düşüyor musunuz?
Ya Mutlu bazen o kadar çaresiz kalıyorsun ki… Madem bu sistemin ya da bunun içindeyiz diyerek bu haksızlığa karşı insanın üzüldüğü, kırıldığı, öfkelendiği dönemler ve olaylar olabiliyor. Pandemi sırasında mesela müzik yasak, bütün televizyonlar beni arıyor. Sürekli benim bir şey söylemem bir yere kadar ben söylerim de artık başkaları da bir konuşsa, hep ben mi konuşacağım. Bu beni rahatsız ediyor.
“İşinizi iyi yapacaksınız”
Peki, şu anda gelinen bu patlamayı nasıl değerlendiriyorsun?
Bu, çaresizlik yine. Çaresizlikten insanlar yapabileceklerini yapmaya çalışıyor. Oturduğun yerden her şeyi yapabilirsin. Harcadığın efor sadece işte yazı ama bundan fazlasını yapmak gerekir. Herkes işini düzgün yaparsa, herkes işini iyi yaparsa, gerçekten herkesin gücü fazlalaşırsa hayatta kapladığı insanları etkileme gücü arttığı zaman insanların gücü de artacak. Ben hep onu söylüyorum dinleyicilere; İşinizi iyi yapacaksınız, avukatsanız en iyisi olun, doktorsanız en iyisi olmaya, roman yazıyorsanız en iyisini yazmaya çalışın. Yani gerçekten bunu çabalayın yani. En iyisi demek herkesin en çok değer verdiği, en çok alkışladığı demek değil yanlış anlaşılmasın.
“Biz konserlerde buluşuyoruz dinleyicimizle”
Müzikal anlamda düşündüğün zaman sizi neden marka yaptılar, neden hala seviyorlar ve sevmeye devam ediyorlar?
Çünkü biz üretmeye devam ediyoruz. Ne olursa olsun kendi konserlerimizi biz yapıyoruz, organizatör biziz. Bize sürekli konser teklifi falan gelmedi ama neredeyse bütün konserlerimiz sold-out. Hani en çok tercih edilen organizatörlerin en çok tercih ettiği festivallerin en çok tercih ettiği grup da değiliz. Buna rağmen bütün konserlerimiz dolu. Türkiye’de şöyle bir algı var; üç- beş tane grup var ve sadece onlar çalıyormuş gibi gözüküyor bazılarına. Dolayısıyla biz radyolarda yokuz, televizyonda zaten yokuz. Müzik dergisi yok, müzik programları yok, olsa da bizi çağırmıyorlar. Biz konserlerde buluşuyoruz dinleyicimizle. Biz insanların, bizi sevenlerin beklentilerini karşıladık, karşılamaya da devam ediyoruz. Sonuçta, onları sevindirmek için yapmıyoruz bunları. Bizim tavrımız, hayata karşı bakışımız, vicdanımız, ahlakımız, etiğimiz bu.
Redd Senfoni 5 Mayıs’ta Harbiye Açık Hava’da
Yakın zamandaki ilk konser 5 Mayıs’ta Harbiye’de.
5 Mayıs'ta Harbiye'de senfoni ile çalacağız. Şunu da söylemek isterim 20. yıl konseri yapmak istedik Harbiye’de, tarih bulamadık mesela. Muhalif olmak da bir şey ifade etmiyor yani belediyeyi savunmak anlamında söylüyorum. Zaten öyle de bir ilişkimiz yok kimseyle. Biz sadece haksızlığa, ahlaksızlığa, vicdansızlığa tahammül edemiyoruz ve söylüyoruz. O yüzden 20. yıl konserimizi ne zaman, nerede yapacağız bilmiyorum ama çok konuklu bir kutlama olacak. 5 Mayıs’ta Senfoni ile Harbiye’de, 12 Haziran’da İzmir’de olacağız. Adana, Ankara planlarımız arasında, onun haricinde de kendi konserlerimiz devam edecek.
Aşk üzerine…
“Prens prensese prensip gereği aşık oluyor” diyorsun kitabında, öyle mi?
Ben duyguların tamamen mantık çerçevesinde şekillendiğini düşünüyorum. Mantık o duyguları biçimliyor, şekilliyor ve sana bir simülasyon yaratıyor. Sen o simülasyonun içinde duygusal bir şey yaşıyorsun, durum yaşıyorsun. Sahte bir şeyden bahsetmiyorum ama seni ilk o simülasyonun içine sokan şey aslında mantık. O mantık zehirliyor zihni ve sonucunda buna varıyor.
Yani olmadık birine aşık olamıyor mu insan?
Olmadık birine aşık oluyorsan da mutlaka mantığının bir şeyi vardır. Simüle ettiği bir şey vardır. Belki işte omuzları güzeldir, gözleri güzeldir. Rüyanda bir şey görmüşsündür, ona benziyordur. Öyle bir şeydir yani yüzde yüz. Mantığı şekillendirerek, zihni zehirlediği, sonra kalbin onu bir şekilde devam ettiriyor sonra artıyor. Dikkat edersen ilk başta aşk da nefret de kendin vitesini büyütebildiğin bir şey. Bir noktadan sonra ilk başlarda böyle büyütmeye başlıyorsun. Sonra da azaltıp bitiriyorsun. Senin için en mantıksız şeymiş gibi geliyor çünkü. Mantığına uymuyor bu sefer de diyorsun ki bir dakika ya diyerek sorguluyorsun.
Peki, sonsuz bir aşk ya da öyle bir hissiyat yok mu? O da kendini kandırma hikâyesi mi acaba?
Ya var bence konforlu bir şeydir, bir haldir. Aşırı konforlu haldir. Çok iyi bir yatakta uyuyorsun, düşünsene hiç değiştirmen gerekmiyor ama yataklar eskiyor işte belin ağrımaya başlıyor falan. O zaman yeterli konforun sahibi olamıyorsun. O yatağı atıyorsun yenisini alıyorsun, onun gibi. Burada yatak metaforu cinsellikle alakalı bir şey oldu ama değil.
Bir şekilde bıkıyorsun, bıkmak da değil işte yani konforun kayboluyor sonuçta. Herhangi bir konforun kalmıyor. Kalmayı da tercih edebilir ama insan. O da herhalde belirli bir süreden sonra başka bir kafaya geçme hali, orada da mantıklı bir şey oluyor. Ayrıca cinsellik de üstüne çok yük bindirilen bir şey bence. O da sanki bir sadakat kuralıymışçasına topluma dayatılıyor. Bu durum hayatta bu kadar değerli olmasaydı bence insanların birliktelikleri aşkları falan daha uzun devam ederdi diye düşünüyorum. Bu konu çıkmaz bir labirent, konuşamadığımız bir konu olduğu için de sıkıntılı. Cinsellik mükemmel olursa her şey sanki çok iyi gidecek gibi de bir algı var artık. Bunları konuşmak bana tuhaf geliyor ama bunları konuşmak bu çağda, bırak bu ülkede bütün dünyada anlaşılabilir değil. Bu konuları konuştuğun zaman tuhaf algılanıyor.
Kitabını İrfan Alış’a ithaf etmişsin.
En son birlikte konser yaptık. İrfan çok savaşçı biriydi. Hani çok benzer ama son zamanlarda yakınlaşmış insanlarız. Yaşarken çok zorluk çekti, bugün bile baktığımda Spotify dinlemelerine neredeyse hiç dinlenmemiş. Az ya da çok dinlenmek önemli mi? Evet önemli, İrfan için önemliydi. Daha çok konser, daha büyük yerlerde konser yapmak istiyordu. Müzikal yaptı. Çok iyi bir söz yazarı. Çok erken bir kayıp oldu. Böyle insanların değeri yaşarken anlaşılmaz. Ve bu insanlar yaşarken böyle bir insana ne kadar sahip çıkıyoruz? Al işte muhalif dibine kadar öyleydi. Onun yarısı kadar sesi çıkmayan insanlar iki tane şarkı yapıyor diye onları böyle tanrı gibi yukarı çıkarttınız. Şimdi birisine laf atmadım ama yani ne kadar dinlediniz İrfan’ı?
Yaşarken sevildiğini, anlaşıldığını göremedi diyebiliriz değil mi?
Evet. Büyük bir hayal kırıklığı. Biz kısmen birazcık daha şanslıydık. İrfan grubunda çok önemli bir liderdi. Bizde öyle bir liderlik olmadığı için biz hepimiz yükü birlikte omuzlayan insanlarız. Ama İrfan tek başına savaşıyordu. Diğer grup arkadaşları da çok değerli arkadaşlar ama İrfan tek başına bu liderliği ele almıştı. İrfan’ı hala çok düşünüyor ve üzülüyorum. Tek tesellim onunla tanışıyor olmak ve vakit geçirmek. Hiç tanışmaya da bilirdik. Mesela Volkan Konak'la hiç tanışmadım ama onun ne kadar da önemli olduğunu biliyorum. Ama hiç tanışma fırsatım olmadı ve üzgünüm. En azından İrfan ile birlikte sahneye çıktık, anılarımız var. Videolarımız, fotoğraflarımız var, geriye bunlar kalıyor. Bu arada İrfan güzel ıslık çalardı.
Evet, kitabının girişine de yazmışsın Doğan “İrfan Alış’a ve onunla ıslık çalan zamanlara…” diye, İrfan Alış’a rahmet diliyorum. Huzur içinde uyusun!
De Niro: “Bir film izler gibi hepimiz arkamıza yaslanıp bu durumu izleyemeyiz”
23 Mayıs 2025 Cuma 07:00Gökyüzünden Fotoğraflar Sergi Oldu!
20 Mayıs 2025 Salı 17:46“Tüm Ömrünü Mutsuz Geçirmiş Midir?”
18 Mayıs 2025 Pazar 07:00‘Aşk Listesi’ eşliğinde aşkı aramak!
15 Mayıs 2025 Perşembe 14:02Nâzım’ın dizeleri eşliğinde Bursa’da ‘Yaşamak güzel şey be kardeşim’ dedik!
13 Mayıs 2025 Salı 12:11“Gitarım adeta ikinci kalbim ve ruhum gibi”
11 Mayıs 2025 Pazar 07:00Beyaz Atlı’sını Beklerken… Olmadık Bir ‘Prens’ Hikâyesi!
09 Mayıs 2025 Cuma 07:00Blu TV Max’e dönüştü; ‘Ve hikaye değişti’
04 Mayıs 2025 Pazar 07:00‘Ölü Mevsim’de ‘Öldürdüğün Şeyler’
02 Mayıs 2025 Cuma 07:00‘Türkiye'ye nefes aldıran’ kadın ‘Efsane’ ile karşımızda
27 Nisan 2025 Pazar 07:00



