Derya Kömürcü

Derya Kömürcü

Yeni rejimin inşa süreci

İktidarın Ekim 2024’te yürürlüğe koyduğu yeni rejim inşa süreci 19 Mart operasyonu sonrasında sergilenen güçlü toplumsal muhalefete karşın halen devam ediyor. 31 Mart yerel seçimlerinin ardından seçmen çoğunluğu yitirdiğini ve bunu normal koşullarda yeniden elde etmesinin son derece güç olduğunu gören Erdoğan, önce “yumuşama” ardından “sertleşme” süreçleriyle toplumu ve siyasal muhalefeti felç etmeye, hiçbir şeye tepki veremez hale getirmeye yönelik bir “şok doktrini”ni yürürlüğe koydu.

Bu süreç 19 Mart sonrası toplumsal direnişle birlikte bir miktar hasar aldı, ancak hem yeni operasyonların hem de CHP kurultayına ilişkin gelişmelerin gösterdiği üzere planlandığı şekilde yürütülmeye devam ediyor.

Toplumsal onay almak…

İktidarın yöneldiği yeni otokratik rejim iddialarına yöneltilen eleştirilerden biri, Türkiye’nin böyle bir otokratik rejimi sürdürebilecek doğal kaynaklara veya sermaye birikimine sahip olmamasıyla ilgilidir. Bu, doğru bir bakış açısıdır. Zira baskıya dayalı tür rejimlerin sürdürülebilirliği, geniş kitlelerin rızasını satın almayı gerektirir. Bu noktada Türkiye’ye bölgede bir “alt-emperyal” pozisyon biçildiği görülmektedir. Hem sermayeyi ikna etmek ve hatta bu sürece heveslendirmek hem de toplumsal onay almak açısından Türkiye'nin bölgede oynayacağı rol kritik hale gelmiştir.

Rejimin finansmanı meselesi

Bu nedenle mesele yalnızca “terörsüz bir Türkiye” söylemi değil, aynı zamanda yeni rejimin finansmanı meselesidir. Bu bağlamda Türkiye, sadece Suriye değil; Irak ve İran’ı da kapsayan geniş bir coğrafyada –doğal kaynaklar dahil olmak üzere– cazip fırsatlar görmektedir.

Bu fırsatların değerlendirilmesi için ABD ve İsrail’le uyumlu hareket etmek stratejik bir gereklilik halini almıştır. Bu ise Kürtlerle içeride ve dışarıda (özellikle yeni Suriye’de) çatışma halinin sonlandırılmasını zorunlu kılar. Yeni “çözüm” sürecini bu bağlamda okumak gerekir.

Demokrasi geri gelir mi?

Ancak bu gelişmelerden yola çıkarak Türkiye’de demokrasinin geri geleceği ya da hukuk devletine dönüşün mümkün olacağı gibi iyimser sonuçlara varmak yanıltıcı olur. Otokratik rejim inşası duraklamalara rağmen devam etmektedir. Konjonktürel esnemeler, geçici durmalar mümkündür ama iktidarın esas yönelimi bellidir.

Bu süreçte muhalefet mücadeleyi kaçınılmaz olarak seçime odaklamak zorunda kalmaktadır. Erken seçim talepleri kamuoyunda artsa da henüz iktidar üzerinde ciddi bir baskı oluşturmamaktadır.

CHP’nin oy oranı yüzde 35’i aşarak yükselişe geçmiştir ve CHP bugün Türkiye’nin birinci partisidir; ancak bu artış esas olarak muhalefet içinden gelen oylarla sağlanmaktadır. İktidar cephesinden büyük kopuşlar henüz gözlemlenmemektedir.

DEM Parti'nin yükselişi

Öte yandan DEM Parti’nin hem meşruiyeti hem de oy oranı artmaktadır. DEM’in yüzde 10 civarındaki oy oranıyla önümüzdeki dönemde kilit parti konumuna gelmesi muhtemeldir.

Erdoğan'ın kazanma stratejisi

Önümüzdeki seçimlere giderken Erdoğan’ın yeniden kazanma stratejisinin üç ayağı olduğu görülmektedir.

Birincisi, DEM Parti seçmenini kendisini desteklemeye ikna edemese de CHP’nin adayını desteklemeyecek şekilde tarafsızlaştırmaktır. Yeni “çözüm” süreci ve anayasa tartışmaları bu hamlenin birer uzantısı olarak değerlendirilebilir.

İkincisi, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimine muhalefetin çok adayla girmesini sağlamaktır. İmamoğlu’nun aday olmasının engellendiği bir tabloda hem CHP içinde birden fazla ismin adaylaşma mücadelesi içinde olması beklenebilir hem de DEM Parti ve diğer partilerin kendi adaylarıyla yarıştıkları bir senaryonun ortaya çıkması söz konusu olabilir.

Üçüncüsü, CHP içindeki farklı gruplar arasındaki güç mücadelesini teşvik etmektir. Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu ve Mansur Yavaş gibi isimler üzerinden partiyi istikrarsızlaşmaya itmek çabası açıkça görülmektedir.

CHP’nin istikrarı konusu

Bugün CHP kurultayı etrafında dönen tartışmalar, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun geri dönüş ihtimali üzerinden, CHP’nin kamuoyunda kendi içinde bile istikrarı sağlayamayan bir aktör olarak görünmesine neden olmaktadır.

Tüm bu sürece şimdi bir de yeni anayasa tartışmaları eklenmiştir.

Öncelikle “mevcut anayasaya uymayanla yeni anayasa yapılmaz” yaklaşımı doğru bir yaklaşımdır. Dahası iktidar mevcut anayasayla yapmak istediği her şeyi zaten yapabilmektedir. Gerçek anlamda yeni bir anayasaya ihtiyacı yoktur.

Erdoğan'ın yeniden adaylığı

Öte yandan “Erdoğan yeniden aday olabilmek için yeni anayasa istiyor” söylemi oldukça indirgemeci ve yanıltıcıdır.

Türkiye’nin siyasal ve hukuki iklimi göz önünde bulundurulduğunda Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesini sağlamanın pek çok yolu olduğunu görmek gerekir. Dolayısıyla yeni anayasa tartışmasındaki asıl amaç, yeni rejime hukuki meşruiyet kazandırmaktır. Zira mevcut haliyle iktidarın ne hukuki ne de toplumsal meşruiyeti kalmıştır. Rıza üretemeyen bu rejimin yeni bir büyük anlatıya ihtiyacı vardır. Bu anlatıyı hem iç hem de uluslararası kamuoyuna sunabilmek için “yeni anayasa” söylemi kullanılmaktadır.

Yeni anayasa vaadi ile oyalamak

Süreç sonunda yeni anayasa vaadiyle toplum ve Kürt siyaseti oyalanacak, süreç tıkandığında suç CHP’ye atılacak, seçim baskısını hafifletecek kadar zaman kazanılacak ve Kürt siyasal hareketi içinde kafa karışıklığı yaratılarak siyasi alan yeniden dizayn edilmeye çalışılacaktır.

Sonuç olarak yaşanan rejim dönüşümü, basit bir "otoriterleşme süreci" değil, çok yönlü bir rejim inşasıdır. Bu inşa süreci yalnızca seçimlerle durdurulamayacak ölçüde derinleşmiş durumdadır. Yeni rejimde seçim sonuçları önemli ama belirleyici değildir. Tam da bu yüzden “çözüm” süreci, “yeni anayasa” gibi koca koca siyasal tartışmaların altında toplumun felç edilmesinin önüne geçmek, toplumsal muhalefeti diri tutmak hayati önemdedir

Önceki ve Sonraki Yazılar
Derya Kömürcü Arşivi