Boğaz’ın incisi Bebek’in tarihi

bebekkkk.jpg

Eski bir balıkçı köyü Bebek. Osmanlı İmparatorluğu’nun mutfağına balık temin edilen bir semt. Sahil haneleri, dalyanları, müzisyenleri, Levantenleri, köşkleri, yalıları, eğitim kurumları, semtte oturan Osmanlı nazırları ve yabancı diplomatlarıyla Boğaz’ın incisi bir yerden söz edeceğiz bugün. Bebek’i bize “Aslen Bebekli yani İstanbulluyum” diyen, dört kuşaktır Bebek’te yaşayan, baba tarafından Şair Nigâr Hanım’ın torun çocuğu, anne tarafından da yazar Ahmet Mithat Efendi’nin kardeşi, gazeteci Cevdet Bey’in torun çocuğu olan Nigâr Nigâr Alemdar anlatacak. ‘Geçmişten Günümüze Bebek’ isimli bir kitap yazan Nigâr Hanım Bebek’in tarihine tanıklarla, anılarla, belgelerle, fotoğraflarla ışık tutuyor.

nigar-nigar-alemdar-2024.jpg
Nigâr Nigâr Alemdar

Dört kuşaktır Bebeklisiniz. Kendinizi “Aslen Bebekli, yani İstanbulluyum” diye ifade ediyorsunuz. Bebek’i yazmaya nasıl karar verdiniz?

kapak-001.jpg

Yazı yazma arzum hep vardı. Ancak konferans tercümanı olarak çalıştığım için yoğun bir iş hayatım oldu. Ertelenmiş bir duyguydu yazı yazmak. Bebek’in özellikle 2015 yılından bu yana elden gitmeye başladığını gördüm. Semtin ne kadar köklü bir tarihe sahip olduğunu pandemi sırasında yazmak istedim, aslında evlere kapandığımız dönemi fırsata çevirdim. Daha evvel konuştuğum aile dostlarımız vardı. Onlarla temasa geçtim. Bebek İstanbul’un çok tipik bir köyü iken tamamen değişime uğrayıp yozlaştı. Bu değişimi herkesin anlatımından yola çıkarak yazmak istedim. İnsanların anılarına, aile belgelerine başvurdum.

BEBEK’İN VALİDE PAŞASI

Bebek’in meşhur bir “valide paşası” var. Onun hikayesini sizden dinleyebilir miyiz? Bir kadın nasıl paşa oluyor?

Sultan Abdülmecit’in torunu Emine Valide Hanım çok karizmatik bir kişiymiş. Sultan Abdülhamit, Valide Paşa’nın Mısır’la olan ilişkilerde olumlu etkisi olduğunu düşünüyor ve saygı duyduğu bu hanıma “paşa” ünvanını veriyor.

emine-valide-pasa.jpg
Emine Valide Paşa

Böylece Osmanlı’da ilk kez bir kadın paşa oluyor. Valide Paşa’nın yetiştirdiği Bebekli birinin oğluyla tanıştım. Annesi Valide Paşa’nın himayesinde yetişiyor. Valide Paşa yazları Bebek’e geliyor, geldiğinde bütün Bebeklilerle ilgileniyor. Sünnet düğünleri, çeyiz gibi hayır işleri yapıyor. Bebekliler kendisini çok seviyor. Gelişi, gidişi, sandalıyla çıkışı Bebekliler tarafından izleniyor. O devirde güzel denilebilecek kız çocuklarının sarayda yetişmesini sağlıyor. Bu bilgileri veren Vedat Demirci’nin annesi de böyle bir çocuk olarak onun sarayında büyüyor. Yazları Bebek’te, daha sonra Mısır’a götürülüyor.

II. DÜNYA SAVAŞI’NDA NAZİ ALMANYA’SINA BALIK İHRACATI

Bebek’te dalyanların önemli bir yeri var. Siz de Bedizci ailesinin hikayesini anlatıyorsunuz. Önemli bir ayrıntı da İbrahim Bedizci’nin aktardığına göre II. Dünya Savaşı sırasında Bebek dalyanında tutulan uskumruların Sirkeci’den Nazi Almanya’sına ihraç edildiği. Krom gönderildiğini biliyorduk ama balık gönderildiğini kitabınızdan öğrendim. Balıkçılığın Bebek’in tarihinde nasıl bir yeri var?

7878787.jpg

Boğaz o kadar bereketliymiş ki her mevsim her çeşit balık varmış. Koy niteliği olan bir iki yerde dalyan kuruluyor. Biri Beykoz diğeri de Bebek. Burada tutulan balık Sirkeci tarafına aktarılıyor. Bütün şehrin balık ihtiyacını karşılayan birkaç yerden biri oluyor Bebek. Her ne kadar dalyanda her sezon birkaç kez günde 10 tona yakın uskumru avlanması o bolluk devrinde olağansa da Bebek’teki voli rekoru Hikmet Bedizci döneminde olmuş. Bir günde yaklaşık 40 ton uskumru balığıyla rekor kırılmış ve bu olay bir efsane haline gelmiş.

İSTANBUL’DAKİ EN ESKİ EV KAVAFYAN KONAĞI

Bebek’in önemli yapılarından biri de Kavafyan Konağı. Müzisyen bir aile Kavafyanlar. Ailede pek çok müzisyen var. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın da kurucuları Kavafyan çifti. Ev 1751 yılında inşa ediliyor ve Sedad Hakkı Eldem bu yapıyla ilgili “Türk ev mimarisinin korunmuş ve bozulmamış bir örneği, İstanbul’da ayakta duran en eski evi” diyor. Ev bugün ne durumda?

Perişan. Burayı vakıflar bir şirkete kiralamış. Binanın etrafına bir iskele kuruldu, hala o iskele var, çivi çakmadı şirket. Vakıflar da her nedense “Sen bunu yapamadın ver başkası yapsın” demiyor. Bu yapıyı kurtarmaya çalışan bir mimar da var. Ancak ekonomik kriz nedeniyle bir sponsor da bulamıyor. Orası, burası akıyor yapı tesadüfen ayakta.

kavafyan-konagi.jpg
Kavafyan Konağı

Peki Bebekliler Derneği Kavafyan Konağı gibi Bebek’in eski yapılarını korumak için belediyeye başvurdu mu?

Hayır olmadı. Bebekliler Derneği aktivist olduğu yıllarda biber gazı, coplar kullanılmıyordu. Şimdi bu iş için başvurma zamanı, haklısınız. Belediyenin yaptığı restorasyonları görüyoruz. Mülkiyet başkalarının elinde olduğunda bunlar yapılabiliyor mu kurcalamaya değer.

BEBEK’TEKİ FRANSIZ YETİMHANESİ

Bebek’te Fransız Yetimhanesi olarak bilinen yer 23 Nisan 1900’de Filles de la Charite rahibeleri tarafından önce Çukurbostan, Boğazkesen-Tophane’de açılmış, sonra daha güzel ve havadar bir yer olduğu için Bebek’e taşınmış. Yetimhane 1914-1919 yıllarında İstanbul’un işgali sırasında İtilaf Devletleri tarafından da kullanılmış. Nigâr Nigâr Alemdar’ın görüştüğü İstanbullu Levanten Fortunato Maresia’dan yetimhanede sadece yetimlerin değil, fakir veya anne babaları ayrı olan çocukların da olduğunu öğreniyoruz. Hatta Maresia bu evlerin Levanten ailelere kiralandığını, 1949-1970 arasında da çocukluğunu bu evlerden birinde geçirdiğini anlatıyor. Maresia o günlerden “Bir çiftlik hayatı yaşardık. O yazlar hayatımın en güzel dönemleriydi” diye söz ediyor.

Katolikler, kilise ve dini bir topluluk olarak azınlık statüsünde olmadıkları için kurum olarak mal-mülk sahibi olamıyorlardı. Bu nedenle mülk veya araziler mecburen bir rahip veya rahibe adına satın alınıyordu. Bebek’teki 63 dönümlük Fransız yetimhanesi de iki rahibin adına alınmış. Ancak 1970 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü yetimhaneleri Fransız rahibelerin elinden almak için dava açıyor. Mülkü satın alan rahipler de öldüğü için Vakıflar Genel Müdürlüğü bu alanı 49 yıllığına bir ticari şirkete kiralıyor. 1998 yılında da yetimler ve rahibelerin yetimhaneden kovulduğunu öğreniyoruz.

Bebek’te Saint Joseph Kız Okulu bir de Alman Okulu açılıyor. Ayrıca Robert Kolej var. Bebek yabancıların da gözdesi olan bir semt değil mi?

Özellikle Hitler’den kaçan hemen hemen herkes orada. Bir kısmı Moda, Beyazıt ve Bebek’te oturuyorlar. Nüfus o zaman az. Vapur seferleri oluyor. Örneğin Bebek’ten vapura biniyorlar, Sirkeci, oradan Beyazıt’a çıkıyorlar. Öyle güzel bir yolculukla işe gidip geliyorlar. Etrafta dil bilen insanlar olunca da kendilerini de daha rahat hissediyorlar, saygı görüyorlar. Üniversitelere katkıları oluyor. Ankara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nin farklı branşlarını kurup geliştiriyorlar.

SAINT JOSEPH KIZ OKULU

Kitapta Fortunato Maresia’nın anlatımından Saint Joseph Kız Okulu’nun Lazarist rahibeler tarafından 1853’te Bebek’te açıldığını, 1914’te de I. Dünya Savaşı sırasında kapandığını öğreniyoruz. 1918’de yeniden açılan okul Cumhuriyet sonrasında 1934’te bir daha açılmamak üzere kapanıyor.

İSTANBUL GEZGİNİ JOHN FREELY VE AİLESİ BEBEK’TE

İstanbul üzerine yazdığı kitaplarıyla tanıdığımız John Freely de bir dönem Bebek’te yaşıyor. Freely çiftinin kızları Maureen Freely, Orhan Pamuk’un eserlerini İngilizce’ye çeviren kişi.

john-freely-esi-dolores-maureen-ve-kardesleri-maureen-freely-arsivi-1960lar.jpg
John Freely, eşi Dolores, Maureen ve kardeşleri, Maureen Freely arşivi, 1960’lar

Freely ailesi bizim ailenin köşkünde Aşiyan’da kiracıydı. Çok seviliyorlardı. Kızı Maureen’le yazışmamız oldu. Şimdi aile kitabımı yazıyorum. Orada da Freely’ler önemli rol oynuyor.

ATATÜRK’ÜN İMZASINI YAPAN VAHRAM ÇERÇİYAN

Robert’te güzel yazı dersi veren Vahram Çerçiyan’ı da anlatıyorsunuz. Vahram Bey babanız Fıtrat Nigar’ın da hocası ve Atatürk’ün imzasını hazırlayan kişi.

Vahram Çerçiyan 1930’lı yıllarda Robert Kolej’de güzel yazı dersi verirmiş. Babam Fıtrat Nigar’ın da hocası olmuş. Onun sayesinde babamın inanılmaz güzel bir el yazısı vardı. İmzası kaligrafi eseri gibiydi. Vahram hoca hakkında daha önce babamdan duyduğum bir anı vardı. O yıllarda oğlu Dikran Çerçiyan anlatmış. Vahram Hoca’nın bazı öğrencileri TBMM’de vekil olmuş. 1934’te Soyadı Kanunu’nun kabul edilmesiyle birlikte Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı veriliyor. Vahram Çerçiyan’ın öğrencileri de Atatürk’e güzel bir imza numunesi armağan etmek istiyorlar. Bu karar Vahram Çerçiyan’a bildiriliyor. Vahram Bey beş imza numunesi hazırlıyor ve ertesi gün kapılarına gelen komisere imzaları teslim ediyor. Vahram Bey’i padişah turalarını yapanların devamı gibi gördüm, Osmanlı’da tuğra çeken sanatçıların devamı gibi.

DÜNYANIN İLK ARABA VAPURU TÜRK TASARIMI

Suhulet adında ilk arabalı vapur tasarlanıyor. Üsküdar-Kabataş arasında yük ve malzeme taşıyor. Gemiye bu adı veren de Namık Kemal. Suhulet kolaylık anlamına geliyor. Daha sonra İstiklal Savaşı’nda da Suhulet’i görüyoruz. Hikayesini siz anlatır mısınız?

dunyanin-ilk-araba-vapuru-suhulet-1872.jpg
Dünyanın ilk araba vapuru Suhulet, 1872

Bebek’te oturan bir zat deniz yollarının başında Hüseyin Hâkî Bey. Arabalı vapur onun aklına geliyor, gemi mimarıyla beraber bunu tasarlıyorlar. Manevra fazla gerektirmeyen bir tasarım yapıyorlar, İngiltere’ye ısmarlıyorlar. Padişahın çok hoşuna gidiyor. Beni şaşırtan şey; Bebek’e bir arabalı vapur iskelesi yapılıyor. 1986 yılında ülkemize hizmet veren Suhulet öyle herhangi bir gemi olmamış, araba vapuru olmasının ötesinde de işler başarmış. Kurtuluş Savaşı’nda görev yapmış.

“AKP ZİHNİYETİ BİR KARA COĞRAFYASI”

Bebek’te geçmişte denizle iç içe bir yaşam olmuş. Fakat yıllar içinde alınan idari kararlarla Bebeklilerin denizle olan bağı koparılıyor. Yalıların önüne yol yapılıyor, denize inen iskeleler kaldırılıyor. Kitabınızda çocukluğunuza dair fotoğraflar var. Bugün Bebeklilerin denizle olan ilişkisi nasıl?

Çok kötü maalesef. Denizle ilişki ancak insanların eli ayağı denize uzandığında, denize değdiğinde başlayan bir şey. Yukarıdan bakarak ah ne güzel deyip denizle ilişki olmuyor. Eskiden Bebek’te herkesin sandalı vardı. Olmayan kiralardı. İmkânı olanların daha büyük motorları olurdu. Şimdiki yatlar gibi değil. Yabancı tekne de yoktu. Bebek’te duran tekneler Bebeklilere aitti. Sandalların vergileri ödenirdi. Şimdi bu tamamen ortadan kalktı. Sebebi bir defa kıyı doğal ilişkisinden uzaklaştırıldı. Kazıklar çakıldı, yüksek kaldırımlar yapıldı. AKP zihniyeti bir kara coğrafyası anlayışı. Kıyıları bilmiyorlar korkuyorlar. Belediyeye gidip merdiven yapın dedik. “A olur mu insanlar oradan düşer, boğulur” dediler. “Tam tersi ben düşsem nereden çıkacağım” dedim. “Biri seni kurtarır dediler”. Kazıklar çakılıp yükselen kaldırım ve merdivenlerin yok edilmesi insanların denize erişmesini zorlaştırdı. Yükselen yerlere daha sonra AKP belediyesi göz koydu, marina yapmaya çalıştı. Uydu fotoğraflarına bakınca kaldırımlar yoldan daha geniş, İstinye’deki gibi kıyaya otopark yapacaklardı, teknelerin otoparkı olacakmış. İtiraz ettik o zaman başarılı olduk. Ancak davalar kazanıldığı halde maalesef kıyı bu halde kaldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi