Eda Yılmayan
Saray bestecisi Salieri ve Mozart’ın hikâyesi: Amadeus
Yıl 1780. Viyana’dayız. Saray bestecisi Antonia Salieri Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun gözde bestecilerindendir. Sarayda müziğe dair her şey ondan sorulur. Ancak beş yaşında ilk operalarını yazmaya başlayan Wolfgang Amadeus Mozart’ın şehre gelmesiyle hayatı tepetaklak olur. Salieri’nin Mozart’a bitmek bilmez kıskançlığı Amadeus oyununda sahneleniyor.
Işıl Kasapoğlu’nun rejisiyle Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertaiment ortak yapımıyla sahnelenen oyununda Antonio Salieri rolünde Selçuk Yöntem’i izliyoruz. Mozart’ı ise Tansu Biçer canlandırıyor. Oyunu yedinci sezonunda izleyebildim ve Salieri ile Mozart’ın hikâyesinin peşine düştüm. Amadeus Türkiye’de daha önce devlet tiyatroları tarafından sahnelenmiş, Salieri’yi Can Gürzap, Mozart’ı ise Alev Sezer canlandırmıştı. 2007 yılında ise tiyatro severler Can Gürzap yönetiminde Celal Kadri Kınoğlu ve Zafer Algöz’ü sahnede izlemişti. Tiyatro her zaman olduğu gibi siyaseten nefes alamadığımız şu günlerde hepimiz için yaşam kaynağı oluyor. Amadeus’u izlemem de liyakatsizliğin kol gezdiği, her gün yeni bir gündeme uyandığımız bir zamanda oldu. Sarayın olduğu yerlerde liyakatten söz etmek ne mümkün! Liyakat kısmını şimdilik aklımızda tutalım. Çünkü National Theatre tarafından sahnelenen Amadeus’un son sahnesinde Salieri “meritokrasiden” söz eder. Meritokrasi, yönetim gücünün, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne dayandığı bir yönetim biçimidir. Yani bu düzende kayırma yoktur. Oysa Salieri’nin durumu farklıdır. Sırtını saraya dayamış, her şeyi belirlemektedir. Bu gücünü de Mozart üzerinde gösterir. Peter Shaffer’in yazdığı Amadeus ne kadar gerçeği yansıtıyor bilemiyoruz. Bunun için klasik müzik tarihi dersleri veren ve Mozart’ın biyografisini yazan Aydın Büke’nin görüşüne başvurduk. Ancak önce oyundan söz etmeliyim.
Hafta içi olmasına rağmen tiyatro salonu tıklım tıklım doluydu. Klasik müzik eşliğinde içeri girdik. Işıklar kapanıp oyun başladığında oyuncular seyircilere Salieri ve Mozart arasında yaşananları anlatarak sahneye yöneldi. Tekerlekli sandalyesinde yaşlanmış Salieri adeta günah çıkartıyordu çıkartmasına ama bir yandan da hırsı, kıskançlığı geçmemişti. Sadece Mozart’ın dehasına değil Tanrı’ya da kızgındı. Çünkü onun için müzik Tanrı’nın sanatıydı, onun sesini duymaktı. O da duyuyordu ama Mozart gibi değil. Bu nedenle gözü kulağı Viyana’ya gelen genç müzisyenin üzerindeydi. Ona dost gibi görünüp gün gün nasıl yok ettiğini anlattı bizlere. Mozart’ı canlandıran Tansu Biçer’i soluksuz izledik. Mozart’ın kabına sığmayan heyecanlı halini, bestelerini, daha sonra nasıl yalnızlaştığını gördük.
Bestecinin yaşam öyküsünü merak edenler için Aydın Büke’nin Can Yayınları’ndan çıkan ‘Mozart, Bir Yaşam Öyküsü’ kitabı kapsamlı bir çalışma. Babası Müzisyen Leopold Mozart’ın onun yaşamındaki etkisi, ailece çıktıkları Avrupa gezisi, Salzburg’da başpiskoposun emrinde çalışması ve kendini zorla kovdurarak müziğin merkezi Viyana’ya gidişi, aşkları, evliliği ve başka ayrıntıları kitapta okumak mümkün.
Oyuncu kadrosunu da tek tek sayalım: Dilan Çiçek Deniz, Özlem Öçalmaz, Coşkun Ülgen, Kevork Türker, Sabri Özmener, Yiğit Pakmen, Cihan Uçan, Ceren Aydın, Ela Atila, Gökay Gökçakıl, Numan Direkçi, Kerem Atasavun ve Murat Yılmaz.

Peter Schaffer’ın yazdığı Amadeus’un 1984 yılında da filmi çekilmişti. Meraklısı internetten bulabilir. Milos Forman’ın yönettiği film ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Uyarlama’ dahil olmak üzere toplam sekiz dalda Oscar kazanmıştı.

National Theatre’da sahnelenen Amadeus
Pandemiyle birlikte hayatımıza giren çevrimiçi tiyatro bazen güzel buluşmalara da sebep oluyor. Üstelik yabancı bir yapımı farklı açılardan izlemek oyunu daha iyi kavramanızı sağlıyor. Bir tiyatro sevdalısı olarak National Theatre’a bir aylık üyelik yapmıştım. Amadeus’u görünce önce Türkiye’deki oyuna gidip daha sonra yurtdışı versiyonunu izlemeye karar verdim. Işıl Kasapoğlu’nun sahnelediği Amadeus National Theatre’da sahnelenen kadar güzel. Ancak elbette birtakım sınırlamalar var. Michael Longhurst’un yönettiği oyunun her bölümünde sahnede 21 müzisyen yer alıyor. Kostümler de cabası. Oyun boyunca 100 farklı kostüm kullanılmış. Salieri’yi Lucian Msamati, Mozart’ı ise Adam Gillen canlandırıyor. Yabancı versiyonunda Mozart daha çok karikatürize edilmiş. Daha taşkın, yerinde duramayan çılgın bir tip. Bu coşkusunu her anında, müziğinde de görüyoruz. Bir yandan da Salieri’nin hamleleri karşısında tükenişine tanıklık ediyoruz. Kabına sığmayan ruhu yok oluyor, böbrek sorunuyla başlayan hastalığı ve parasızlığı eve kapanmasına neden oluyor. Babasının ölümü de duygularının açığa çıkmasında önemli bir etken. Evine kapandığı günlerde çılgınca beste yapıyor. Tükenen ve hasta Mozart’ı gören Salieri savaşın galibi olduğunu düşünse de Don Giovanni’yi yazmaya koyulan Mozart’ın bestesini görünce çılgına dönüyor ve ona yaptıklarını itiraf ediyor. Mozart’ın dehasını kabul edemez Salieri. Bu çıldırma anının benzerini Mozart’ın defterini görünce de yaşar. Adeta bir histeri krizine girer. Yaprakları etrafa saçar. Burada belirtmeden geçmeyelim. Bu sahne Türkiye’deki versiyonunda çok daha etkileyici canlandırılmış. Sahnede Salieri rolündeki Selçuk Yöntem yaprakları savururken tavandan salona Mozart’ın notaları düşer. Bu sahne özellikle Salieri’nin yaşadığı duygunun gücünü göstermesi anlamında da çok çarpıcı.
National Theatre’daki son sahneyle bitirelim. Yazımın girişinde sözünü ettiğim liyakat konusu Salieri’nin Tanrı’yla hesaplaştığı bölümde karşımıza çıkıyor. Salieri yaptığı tüm kötülüklere rağmen hep işinde yükseldiği için ve Tanrı’ya Mozart’a bahşettiği yeteneği kendisine vermediği için öfkelenir. İşte tam o sahnede Tanrı’ya seslenişinde Mozart’ı kendisinin öldürdüğünü itiraf eder ve Tanrı’yı affetmeyeceğini söyler. Meritokrasi vurgusu bir günah çıkarma gibidir. Aslında hak etmediği bir gücü, unvanı yaşamıştır Salieri.

“Mozart yapay zekânın yaptığını yapıyor”
Amadeus oyunundan söz ederek başladım Aydın Büke’yle sohbete. Büke Türkiye’de sahnelenen oyunu henüz izlemediğini söyledi. Peter Schaffer’ın yazdığı metinde Mozart’la benzer tarafların olduğunu ancak Salieri’nin Mozart’ı öldürdüğü yönünde öne sürülen savların doğru olmadığını vurguladı. Mozart’ın biyografisini yazan Büke’yle onun müziğindeki sırrı konuştuk.
Klasik müzik tarihinde Mozart’ın nasıl bir yeri var? Müziğindeki sır nedir?
Mozart klasik müziğin içindeki klasik dönemde 1760’lar 1770’lerde başlayıp 1810’lara 1820’lere kadar süren üç besteciyle sınırlandırdığımız dönemde, Haydn, Mozart ve Beethoven dönemi. Barok dönem sonrasında müziğin mükemmel noktaya ulaştığı noktada Mozart kendi müzik dilini buluyor. Haydn’dan çok etkileniyor, ondan 24 yaş küçük. Haydn Mozart’ı etkiliyor ama bir yandan da ondan da etkileniyor belki de. Daha sonra Mozart, Beethoven’ı çok etkiliyor. Karşılaşıp karşılamadıkları şüpheli. Bence karşılaşmadılar. Yakın bir ilişkileri yok ama Mozart ile Haydn’ın yakın bir ilişkisi var, ikisi de Viyana’da. Beethoven’ın kesin olarak Viyana’ya yerleştiği 1792’de Mozart ölmüş. Beethoven 1770’de Bonn’da doğuyor. Mozart 14 yaş büyük ondan. Beethoven’ın babasının ayyaş olduğu ve onu döve döve çalıştırdığı söylenir. Babası da müzisyen ve amacı oğlunu ikinci bir Mozart yapmak. Mozart’ın Avrupa’da edindiği ve harika çocuk olarak kazandığı ün muazzam.
36 yıl yaşıyor, 30 yılı sanat hayatı. Beş altı yaşında beste yapmaya başlıyor. O dönemin müziğini anlatırken Mozart’a benziyor deriz. Kendi çağının müziğinin bütün özelliklerini çok iyi özümseyip kendi müzik diline çeviriyor. Onun dehası orada. Çok küçük yaşta etrafındaki müziğin çok iyi farkına varıp özümseyip kendince özgün şeyler yaratmaya başlıyor.

Mozart’ın dehasını en iyi anlayan müzisyen Salieri
Salieri, Mozart’ın tanrının sesini yansıttığını söyler. Aralarında bir çekişme var mı gerçekten?
Aslında altı çizilmek istenen şu: Mozart’ın dehasını en iyi anlayan kişi Salieri. Aralarında kıskançlığın olduğu söylenir. Puşkin’in oyununda var böyle bir şey. Salieri uzun da yaşıyor. Mozart’tan da büyük. Beethoven’ın, Schubert’in öğretmenliğini yapıyor. Beethoven’ın konuşma defterleri vardır. Son döneminde sağır olduğu için etrafındakilerle yazarak anlaşabiliyor ve defterde Salieri’nin Mozart’ı öldürmediğini söylediği yazılı. Bu dedikodular 1820’lerde çıkmış demek ki. Dedikodudan öteye geçmeyecek şeyler. Ancak dehayı kıskanan kendi de onun gibi olmak isteyen ama olamayan biri Salieri.
Sihirli Flüt’le operayı halkla buluşturur
Oyunda geçtiği gibi Mozart’ın başarısının operayı halkla buluşturduğunu söyleyebilir miyiz?
Figaro’nun Düğünü, Don Giovanni ya da diğer operaları çok da fazla o dönem halka inebilmiş operalar değil. Saray çevresinde izlenen operalar ama Mozart operayı evet kendi içinde başka bir yere taşıyor. Konu seçimiyle bunu yapıyor. Sihirli Flüt de halka iner. Filmde de vurgulanır bu. Operayı peş peşe giden aryalar dizisi olmaktan kurtarıyor. Fakat Figaro’nun Düğünü bugün anladığımız anlamda halka inmiş bir şey değil!
Çok erken yaşta kendi özgün dilini bulabiliyor. Bu artık pek çok besteci de var. Klasik dönem diye bahsettiğim dönem 100 yıl bile sürmüyor. Klasik gidişe göre bir besteci yapıtlarında doğduğu dönemin tarzına uygun besteler yapıyor, daha sonra baş yapıtlar yaratıyor. Fakat bu süre Mozart’ta çok kısa. 10’lu yaşlarında bestelediklerine artık Mozart diyorsunuz, başka kimseyle karışmıyor. Klasik dönemin zirveye ulaştığı dönemi yakalıyor sanki çağımızda yapay zekanın yaptığını yapıyor. Duyduğu şeyi hemen anlayıp kendi müzik diline çeviriyor. Çok çabuk beste yapıyor. İnanılmaz bir kusursuzlukta yapıyor. Hakikaten Mozart’ın el yazmalarına baktığınızda bunu görüyorsunuz. Birtakım düzeltmeleri aklında yapıyor olabilir.
Salieri de oyunda bunu söylüyor. Mozart’ın eşi ona bestelerini gösterince inanamıyor.
Beş yaşında beste yapması değil Mozart’ı Mozart yapan. Harika çocukluktan büyük besteciliğe geçebilmiş. Pek çoğu zaten küçük yaşlarında harika çocuk. Harika çocuk olmak tek başına yeterli değil. Onlar daha sonra besteciye dönüşebiliyorsa biz onların isimlerini biliyoruz.
Saraydan destek almadan bestelerini yapan ilk müzisyen
Oyunun son bölümünde Salieri’nin Tanrı’yla konuşması var. İki besteci arasındaki rekabeti izlerken bir yandan da iktidar-sanatçı ilişkisine odaklanıyoruz. Saray bestecisi Salieri, Mozart’ın para kazanmasının önünde engel olarak gözüküyor.
Evet ama şunun da altını çizmek lazım, müzik tarihinde vurgulanmaz. Mozart serbest besteci olarak çalışmayı seçmiş ve bunu başarabilmiş önemli bir bestecidir. Bu hep Beethoven için söylenir. Kimsenin emrinde, saraydan, soylulardan destek almadan yapıtlarını bastırdığı bilinir ama bunu ilk yapan Mozart’tır. Mozart bu cesareti göstermemiş olsa Beethoven onun açtığı yoldan gitmeyecekti. Tabi burada tarihsel süreçte toplumun değişmesi önemli. Fransız Devrimi oluyor. Fakat Mozart Salzburg’da maaşlı bir işi olmasına rağmen Viyana’ya gidiyor. Bütün isteği Viyana’da yapıtlarını sahneletmek, konserler vermek. Serbest bir besteci olarak hayatını da oldukça iyi sürdürüyor. Zaman zaman maddi sıkıntılar yaşıyor. Saraydan da sipariş alıyor Mozart. Figaro’nun Düğünü ya da Saraydan Kız Kaçırma saraydan gelen siparişler. Ancak var olan maaşını eliyle itiyor, Viyana’da kalmayı tercih ediyor.

Peki neden Viyana? Stefan Zweig Viyana’nın müzik tarihindeki önemini ‘Dünün Dünyası’ kitabında anlatır. Viyana’nın müzik tarihi için önemi nedir?
Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun başkenti. Saray orada. Almanca konuşulan parçalı yapı orada. Sanat için para orada. Opera da saray tiyatrosu da Viyana’da. Bir müzisyen için daha iyi ne olabilir ki?
Aydın Büke kimdir?
1958 yılında İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’nin ardından İstanbul Devlet Konservatuvarı Yüksek Bölümü’nden (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı) mezun oldu. Avusturya’daki üç yıllık müzik eğitiminden sonra, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın sınavını kazanarak bu kurumda Flüt Sanatçısı olarak çalışmaya başladı; 2015 yılında emekliye ayrıldı.
1995-2004 yılları arasında TRT-Radyo 3’te klasik müzik programları hazırladı: Vivaldi’den Beethoven’a, Enigma, Müzik Portreleri, Yeni Kayıtlar, 99’da Andıklarımız, Arya, 2000 Yılında Bach, Operanın Doruğu, Müzikal Sunu. 2003-2010 yılları arasında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde Müzik Tarihi dersleri verdi. 2008 yılında beri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Müzik Tarihi dersleri vermektedir.
Yayınlanmış Kitapları
- İki Dahi Üç Opera, Boyut Yayınları, 1998, II. Baskı 2000
- Bach – Yaşamı ve Eserleri, Kabalcı Yayınları, 2001, II. Baskı 2005, III. Baskı 2012
- Mozart – Bir Yaşamöyküsü, Dünya Kitapları, 2006, II. Baskı 2006
- Mozart – Bir Yaşamöyküsü, Can Yayınları, 2012 (Genişletilmiş III. Baskı)
- Müziği Yaratanlar – Barok Dönem (İpek Mine Altınel ile ortak çalışma) Dünya Kitapları, 2006
- Chopin – Tuşlara Adanmış Bir Yaşam, Can Yayınları, 2010
- Romantizmin Işığı Clara, Can Yayınları, 2012
- Beethoven – Müziğin Dönüm Noktası, Can Yayınları, 2014