Aytuna Tosunoglu
İŞBİRLİKÇİNİN SON GÜNÜ
Evet, bugün son gün.
Gürsel Tekin için çakarlı arabayla şöyle fırıl fırıl bir tur atmasının son günü. Abartının göz kamaştırıcı efektleriyle(!) eski il örgütü binasından içeriye girişinin de. Adımlarını bir tarihi yürüyüş gerçekleştiriyormuş edasıyla atmasının da son günü. Yıllarca Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinde yükselirken bir “parti emekçisi” görüntüsü veren Tekin, bugün partisinin mücadelesine sırt çevirip, seçmenin beklentisini de görmezden gelerek başka bir yere savruldu. Onu bu noktaya getiren şey ne yazık ki halka duyduğu sorumluluk değil, ün ve kişisel ikbal arayışıdır. Ya da dünyalıklarına çökülmesin diye yapıyor... Bilemiyorum. Ancak ikisi de kötüdür; ana fikri kötücüldür.
NEREYE KADAR?
Tarih bize defalarca gösterdi: Türkiye’de ve dünyada kimi politikacılar için idealler, ilke, ideoloji diye bir şey olmuyor. Onlar daha ziyade fırsatlar için siyaset yapıyorlar. Dün özgürlüklerden, haktan, adaletten bahseden niceleri menfaatin yönü değiştiğinde en hevesli işbirlikçiye dönüşebiliyor. Mesela Fransa’da üç defa başbakanlık görevini yapan Pierre Laval (ki bir zamanların sosyalist sendikacısı) Nazi işgali sırasında kendi halkını Gestapo’ya teslim etmişti. Ayrıca ülkenin bakır madenlerini ve altın rezervlerini kimseye danışmadan Nazi Almanyası’na vermiş. Pierre Laval’in sonu iyi olmadı. Antik Roma döneminde de var benzer işler: Cumhuriyet ideallerine bağlı olduğunu ilan eden bir Marcus Antonius var (Kleopatra’nın sevgilisi). Sezar’ın cumhuriyet temelli düzenini zaman içinde diktatörlüğe dönüştürdü. Hatta Shakespeare’in ünlü “Julius Caesar” tiyatro oyununda şöyle bir sahne var: Marcus Antonius suikastla öldürülen Sezar’ın cenazesi önünde kendisinin sıradan bir yurttaş olduğunun, alçakgönüllü olduğunun bir göstergesi olarak der ki, “(…) Ben dostunu seven düz sözlü bir adamım. Beni böyle tanırsınız. Ne hitabetim ne kudretim var…” Hitabeti bilemem ama tarihteki kudretini cumhuriyetin kazanımlarını silip Roma’yı bir diktatör olarak yönetmesiyle okuruz.
SAFLAR DEĞİŞİNCE
Bilenler bilir, Mussolini gençliğinde işçi sınıfının gür sesiydi. Savaş karşıtı bir idealistti. Heyhat, iktidara giden yolun milliyetçilikten geçtiğini görünce (mevsim öyleydi çünkü) resmen bir gecede saf değiştirdi ve faşizmin celladı kesildi. Mussolini’nin sonu da iyi olmadı. Hem de hiç iyi olmadı. Bir başka örnek, Osmanlı’nın son yüzyılında hürriyet kahramanı diye alkışlanan kimi paşaların kısa bir süre sonra baskıcı bir düzenin gönüllü aparatına dönüşmesi de var. Yoksulluktan kırılan halkın umudu olmaktan bir anda vazgeçip iktidarın çıkarlarını önceleyen figürler oldular. Onların sonu da iyi olmadı.
Bir ideal uğruna yola çıkıp menfaat uğruna yön değiştiren politikacılar…
Sonuç
Çıkarın yönü değiştiğinde, sadece taraf değiştirmek yetmez, yeni yolun en ateşli savunucusu olmak da gerekir. Günümüzün işbirlikçi beylerine ve işbirlikçi hanımlarına küçük bir hatırlatma: Bir zaman sonra hayatınıza bir anlam bulmak zorunda kalacaksınız. Zira itibarınız, haysiyetiniz ve şerefiniz yerle bir oldu. Bir milletin güvenini kaybetmek hiçbir koltukla, çakarlı arabayla telafi edilmez. Zamanın dişlerine takılıp kalacaksınız ve unutulmak isteyeceksiniz. Hepinizin düştüğü durumu bir zaman sonra biz hatırlamasak bile tarih hafızasını kaybetmeyecek.
Unutulmak sizin için bir lüks…