Eda Yılmayan
Don Kişot bir deli mi yoksa uslanmaz bir hayalperest mi?
La Manchalı asilzade Don Quijote’nin hikâyesi tiyatro sahnesinde. Selçuk Yöntem’in hem ‘Don Quijote’ romanının yazarı Miguel de Cervantes Saavedra’yı hem de şövalye Don Quijote’yi canlandırdığı oyunda, ayrılmaz silahtarı, serüvenlerinde yol arkadaşı Sancho Panza’yı Cengiz Bozkurt, güzeller güzeli Dulcinea karakterini ise Zuhal Olcay oynuyor. Işıl Kasapoğlu’nun yönetmenliğinde sahnelenen oyunun müzik direktörlüğünü Volkan Akkoç üstleniyor.
Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment ortak yapımı olarak tiyatro severlerle buluşan müzikalin prömiyeri bu hafta yapıldı. Güngör Dilmen’in çevirisinden sahnelenen oyunda 80 kişilik bir oyuncu kadrosu var. Özellikle dekor ve kostümleriyle perde açılır açılmaz izleyiciyi içine alan oyun, Don Quijote’nin bitmek bilmez serüvenleriyle devam eder. Cengiz Bozkurt muhteşem bir Sancho olarak sahnede. Romanda olduğu gibi oyunda da Cervantes anlatıcı rolünde. Yani Selçuk Yöntem izleyiciyi tıpkı yazarın romanda yaptığı gibi yönlendiriyor. Ancak romanı henüz okumayanlar oyunu tam olarak anlamakta zorluk yaşayabilir. O nedenle tüm romanların atası olarak kabul edilen ve sayısız araştırmaya konu olan metni okumanızı salık veririm.

Bir hapishanede geçen oyunda Cervantes yargılanmayı beklemektedir. Dekorun sağ ve solunda bulunan saatler izleyiciye zamanı hatırlatır. Güçlü ve güçsüz ilişkisi tüm zamanlar boyunca devam eder. Zuhal Olcay’ın canlandırdığı Dulcinea kendine nameler yazan bu şövalyeden o kadar etkilenir ki ölüm döşeğinde onu ziyaret eder. Son nefesine kadar şövalyeliğinden vazgeçmeyen kahramanımız adeta Don Kişotluğunu bizlere, seyirciye emanet eder. İşte bunun için Cervantes’in romanında yazdığı sözleri daha da anlam kazanır: Ey talihli Don Quijote! Ey meşhur Dulcinea! Ey sevimli Sancho Panza! Hepiniz birlikte ve ayrı ayrı, sonsuz çağlar boyunca yaşayın, insanları daima memnun edin, eğlendirin.
Benim Don Kişot’um
Oyunda bir yere itirazım var. Bu, metne bugünden bakan bir okurun itirazı. Selçuk Yöntem başta da söylediğim gibi hem anlatıcı hem de Don Quijote rolünde. Haliyle iki karakter arasında sesini farklılaştırıyor. Don Quijote’yi yaşlı bir sesle oynuyor. Şövalyemiz 50li yaşlarında. Eserin yazıldığı 1600lü yılları düşününce 50 yaş büyük bir yaş. Ancak bugünün insanı için çok erken. Üstelik maceradan maceraya koşan, yel değirmenleriyle savaşan, güçsüzün, ezilenin yanında olan benim Don Kişot’um bu değil. Gücünü sesinde de hissetmeliyim ki ben de Don Kişotluk yapabileyim. Selçuk Yöntem unutulmaz bir karakterle sahnede. Bu karaktere hayat verirken bunun da tartışılmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

“Aylak okura” seslenir
Cervantes kitabının girişinde aylak okura seslenir: Oğlumda göreceğin kusurları affetmen veya görmezden gelmen için sana yalvarmayacağım, istediğini söyleyebilirsin, der. Metni tüm detaylarıyla Edebiyat araştırmacısı Jale Parla incelemiştir. Parla, Boğaziçi Üniversitesi’nde ve daha sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Don Kişot üzerine dersler vermiş, romanın kurucu metnini oluşturan Cervantes’i ve eserini öğrencileriyle birlikte değerlendirmiştir. Meraklısı için Jale Parla’nın İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Don Kişot Yorum, Bağlam, Kuram’ kitabı olduğunu da not düşelim.

Cervantes, Don Kişot karakterini yaratana kadar pek çok edebi türü denemiş ancak hiçbirinde istediği üne kavuşamamıştır. Parla belki de bu nedenle Cervantes’in edebiyata karşı bir edebi eser yazmaya giriştiğini, hedefe de en popüler şövalye romanlarını koyduğunu söylüyor. Peki romanın girişinde okura “aylak okur” diye seslenmesi ve ne tür bir eleştiri yaparsa yapsın adeta umurunda olmayacağını söylemesi neden?
Cervantes’in romanını ilk yayımlandığı 1605 yılında matbaanın da icadıyla okur kitlesi genişlemiş, okuma eylemi sadece asilzadelere özgü bir eylem olmaktan çıkmıştır. Üstelik o dönem Avrupa’nın en zengin ülkesi İspanya’dır. Bu zenginlik bize yoksulları anlattığı kadar müreffeh bir orta sınıf hakkında da bilgi verir. İspanya’da gelişen orta sınıfın artık boş vakti de oluşmuştur ve bu boş vakit kitap okuyarak dolmaktadır. Cervantes’in bir Rönesans yazarı olduğunu belirtmemiz gerekir. Yani bireysel beğeni ön plana çıkmıştır. O nedenle okura seslenmesi önemlidir.

Yedi çocuklu bir ailede büyüyen Cervantes’in babası gezgin bir doktordur. Aile yoksulluk içinde oradan oraya taşınır, borçlarını ödeyemeyen babası sonunda hapse atılır. Yine babasının borçları nedeniyle Seville’dan kaçmak zorunda kalan aile, Madrid’e gelir. Madrid’de Cervantes’in özel hocası olan Lopez de Hoyos, Erasmus’un öğrencisidir. Erasmus
Avrupa'da bir gezgin gibi dolaşıp, bağnazlığa karşı aklı ve özgürlüğü savunan, ‘Deliliğe Övgü’ kitabıyla bildiğimiz filozoftur. Kimin deli kimin akıllı olduğu tartışıladursun Cervantes çizdiği iki karakterle; Don Quijote ve Sancho’yla gerçeklik ve hayal arasında gidip gelmekte, bizim de deliliği sorgulamamızı sağlamaktadır. Bu gidiş gelişlerde bazen soylu sınıfı eleştirmekte bazen de para üzerine yükselen Avrupa’yı alaşağı etmektedir.
Osmanlı’ya esir düşen Cervantes
Cervantes’le ilgili ilginç bir ayrıntı; 1569 yılında İspanyol ordusuna katılmasıdır. 1571 yılında Avusturya birliklerinde katıldığı İnebahtı Deniz Savaşı’nda yaralanır, sol kolunu kullanamaz hale gelir. Daha sonra İspanyol donanmasında görevine devam ederken Akdeniz’de Osmanlı’ya esir düşer. Beş yıl süren esaretini daha sonra ‘Esirin Hikâyesi’ adıyla kitaplaştırır. 1680’de İspanya’ya dönen Cervantes savaştaki hizmetleri nedeniyle ödüllendirilmez, sol kolu felçli olduğu için de iş bulamaz. Yazarak hayatını kazanmaya çalışır. La Mancha’da çifliği olan Catalina de Salazar’la evlenir. Catalina ile mutlu bir evliliği olmaz ama Don Quijote’yi La Manchalı olarak bizlere takdim eder.

Don Kişot tüm tezatları, çılgın hayalleri, inandığı kutsal şövalyelik düsturlarıyla maceradan maceraya atılırken okuru da peşinden sürükler. İnatçılığı ve özgür ruhuyla Nazım Hikmet’in söylediği gibi “Bir Temmuz sabahı fethine çıktı / güzelin, doğrunun ve haklının / önünde şirret, aptal devleriyle dünya…
Nazım Hikmet’in Dizelerinde Don Kişot
Ölümsüz gençliğin şövalyesi
Ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
Bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
önünde şirret, aptal devleriyle dünya,
altında mahsun, fakat kahraman Rosinant’ı.
Bilirim,
Hele bir düşmeye, gör hasretin halisine,
Hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
Yolu yok, Don Kişot’um yolu yok,
Yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.
Haklısın,
Elbette senin Dulsinya’ndır en güzel kadını yeryüzünün,
Sen elbette bezirganların suratına haykıracaksın bunu,
Alaşağı edecekler seni
Bir temiz pataklayacaklar.
Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
Sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
Ağır, demir kabuğunun içinde
Ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek…
Nazım Hikmet, 1947