Eda Yılmayan
Çocuk yoksulluğunda bir arpa boyu yol alamayan Türkiye
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de çocuk işçi oranı yüzde 16.2 iken 2024 yılında yüzde 24.9’a yükseldi. Yani 4 çocuktan 1’i işçi. Verilere göre 970 bin çocuk kayıtlı işçi olarak, 504 bin çocuk ise mesleki eğitim merkezlerinde (MESEM) çalışıyor. Toplamda çocuk işçi sayısı 1 milyon 474 bine ulaşıyor. Peki çalışan çocuk sayısının artması okullaşmayı nasıl etkiliyor? 2025 yılında parasızlık nedeniyle okul bırakan çocuk sayısı 613 bine ulaştı. Millî Eğitim Bakanlığı’nın verilerine baktığımızda durum net bir biçimde ortaya çıkıyor. 2024-2025 örgün eğitim istatistiklerinde okullaşma oranında geriye gittiğimizi, milyonlarca çocuğun okul dışında kaldığını görüyoruz. Özellikle lise çağında okul dışında kalan çocuk sayısı 1 milyonu geçti. Ortaokuldan mezun olan 300 bine yakın öğrenci ise liselere kaydolmadı.
Her 5 çocuktan 1’i aç
Okullaşma oranlarındaki düşüşte temel etken yoksulluk. Türkiye’de 10 milyona yakın çocuk yoksullukla mücadele ediyor. Her beş çocuktan biri aç. Aç kalan çocuk okula devam edemiyor, okulu bıraktıkça da bu sorun derinleşiyor. İnsanın en temel ihtiyacı olan beslenmeden çocuklarımız yoksun. Derin Yoksulluk Ağı’nın Kurucusu Hacer Foggo’nun bu konudaki mücadelesi çok kıymetli fakat hükümet bu konuda adım atmaktan geri duruyor. Oysa dünyada 466 milyon çocuk her gün okulda ücretsiz okul yemeği hakkına sahip. Türkiye’de ise çocuklara okullarda yemek verilmiyor. Peki neden? Yoksulluk, pahalılık, sağlıklı gıdaya erişim ciddi bir sorunken neden bu konuda adım atılmıyor? Çocukları okul dışında sahipsiz bırakmanın bedelini toplum olarak ödüyoruz. Çeteleşen, suça itilen çocuklar artık çözümü eğitimde değil başka şeylerde arıyor. Geleceksizleştirilen bir nesil için acil önlemler alınmalı.

Suat Derviş’in kaleminden ‘Önce Kadınlar ve Çocuklar’
Bugün yaşadığımız bu duruma biraz geriden bakalım. 1936 yılına gidelim. Gazeteci Suat Derviş’in gözlemlerini aktaralım. Derviş İstanbul’un yoksul semtlerinde dolaşıyor, kadınlar ve çocukların yaşadıklarını gözler önüne seriyor. İthaki Yayınları’ndan çıkan ve Araştırmacı Serdar Soydan’ın gün yüzüne çıkardığı yazılar Derviş’in gazeteciliğinin ve edebiyatçılığının en güzel örnekleri. Suat Derviş’in daha önce ‘Çöken İstanbul’ adıyla derlenen röportajları bu sefer ‘Önce Kadınlar ve Çocuklar’ adıyla okurla buluştu. İşte bugün size Suat Derviş’in o röportajlarından söz edeceğim.
Tan Gazetesi 2-30 Aralık 1936 yılında sekiz tefrika halinde Suat Derviş’in hazırladığı ‘Suçlu Çocuklar’ dosyasını yayımlar. Dizinin başında şu açıklama yer alır:
Bugün medeni memleketlerde ‘çocuk’ mevzusu, üzerine titrenilen, çok büyük kıymet verilen ana mevzudur. Çocuk, cemiyetin bünyesidir. Yarının büyükleri bütün medeni memleketlerde hususi özenle yetiştirilir. Çocuk hukuku asri prensiplere dayanan bir müessese olmuştur. Evinde bakılmayan çocuğa, cemiyet namına devlet el koyar, çocuğuna bakmayan sarhoş babalar ceza görür…
O dönem çocukların tutulduğu hapishaneler ayrı değildir ve çocuk ıslahhaneleri yoktur. Bu yazı dizisinin amaçlarından biri de çocuk mahkemeleri ve çocuk ıslahhanelerinin açılmasıdır.

Sinemaya gitmek ve yaşıtları gibi güzel giyinmek isteyen 14 yaşındaki bir çocuk hapse nasıl düştüğünü şöyle anlatıyor Derviş’e:
- Bir arkadaşım vardı. Annesi tahta silmeye, çamaşıra falan giderdi. Onunla ne zaman temiz giyinmiş, süslenmiş çocukları görsek “Hey kahpe dünya!” derdik. “Bir şu hale bak, bir de bizim halimize.” Biz her şeyden mahrumduk. Bütün vaktimiz pis mahalle aralarında toz, çamur içinde oynamakla geçerdi. Bir futbol topu alacak paramız dahi yoktu. Biliyor musun abla, insan başkalarında görmese yine kendi haline dayanır ama… Başkaları yaparken mahrum olmak… Çok acı. Hele sinemalara güzel filmler geldikçe adeta kudururdum… Evvela sinemaya gitmek için, canımın istediği bir şekeri, bir pastayı yemek için mektep kitaplarımı evden aşırıp satmaya başladım. Sonra bana o fakir arkadaşım bir gün bakkalın biri için “Şu bakkalda çok para var, onu soyalım” dedi.
Ve bu iki arkadaş bakkalı soyarlar soymasına ama mektuplaşmaları bir başka komşunun eline geçer ve ihbar edilirler. Anne babasının da gazabına uğrayan çocukla Suat Derviş hapiste görüşür. Derviş’in görüştüğü çocuklar arasında uyuşturucudan yatanlar da babasını öldürenler de vardır. Şimdi suça tövbe eden bir çocuğun sözlerine kulak verelim:
- Evvela meyve çalardım. Sonra daha büyüdüm. Düşünmeye başladım, insanların bir kısmı süslü giyiniyor, gezmelere, tiyatrolara gidiyor, otomobillerle geziyor. Halbuki ben çalışayım çalışayım, kaç para kazanabilirim? Ancak bir boğazıma yeter. Bir kere temiz kıyafet giyemem. Rugan iskarpin giyemem. Güzel gömlek giyemem.

Her birinin hikâyesi aslında bugünden de çok uzak değil. Derviş bu nedenle asıl meselenin “Evvela çocuğu suç işlemeyecek hale getirmek” olduğunu yazıyor.
Aynı kitapta “Mektebe Hasret Çocuklar” başlıklı bölümde Suat Derviş yoksulluk nedeniyle okula gönderilmeyen çocukların yaşamını anlatıyor. İşte onlardan birkaçı:
Çocuk: “Ben on üç yaşındayım”.
Suat Derviş: Niçin mektebe gitmiyorsun?
Çocuk: Yoksulluktan.
Suat Derviş: Yoksulluktan mı?
Çocuk: Evet… Paramız yok. Ne ben ne de kız kardeşlerim… Hiçbirimiz mektebe gitmiyoruz. Bir erkek kardeşimiz var. Yalnız onu yolluyoruz mektebe.
Derviş çocukla sohbetinde mektepten para istemediklerini belirtiyor. Fakat çocuk da haklı olarak “Nasıl istemezler? Kağıdı, kalemi bedava mı veriyorlar mektepten insana?” diye soruyor. Buna benzer yakınmaları diğer röportajlarında da okuyoruz.
Bir başka çocuk Suat Derviş’in parasızlıkla ilgili sorusu üzerine “Parasız olmak da söz mü abla? Gece oluyor, aç yatıyoruz. Aç kaldık mı ağlıyoruz… Günlerce boğazımıza bir sıcak yemek girmez. Babam, anam beni okutmuyorsa ben milletin çocuğu değil miyim? Niçin millet bize, fakirlere yatı mektebi açmıyor. Okumazsak ömrümüzün sonuna kadar bu sefaletten kurtulmamıza imkân var mı?” diye soruyor. Okumanın kıymetinin bilindiği, daha henüz üniversitelerin işsizlik uzatma kurumu olmadığı, sahte diploma düzenlenmediği yıllar.

İşçi kadınlar anlatıyor
İşçi kadınlarla da konuşan Derviş’in röportajlarında yoksulluğun boyutu net bir biçimde görülüyor. Yine bugün yaşadıklarımızdan çok uzak değil. Hatta beş çocuğuna bakmak için hurda toplayarak geçinen annenin dramını hatırlayanlar olacaktır. Çalışmak için evden çıkan anne, en büyüğü beş en küçüğü bir yaşındaki çocuklarını evde yalnız bırakmak zorunda kalmış ve çıkan yangınla çocukları ölmüştü. Çocuklarına bakacak kimsesi olmayan anne yoksulluk nedeniyle evlatlarını yitirmişti. Suat Derviş’in Cumhuriyet Gazetesi’nde 22 Ağustos – 5 Eylül 1935 tarihleri arasında yayımlanan röportajlarından birinde de aynı acıyı okuyoruz. Şişli taraflarında bir mahalleye giden Suat Derviş, Fatma kadını aramaktadır. Konaklarda tahta silen, çamaşır yıkayan Fatma anlatıyor:
- Ben konaklara tahtaya, çamaşıra giderim. Giderken de çocuklarımı eve kaparım. Yahut sokakta bırakırım. İşte geçen kış yine böyle oldu. Soğuk bir gündü. Mangal yaktım. Çocukları kapadım. İşe gittim. Onların hepsini on iki yaşındaki ablalarına emanet ettim. Ablaları bir dakika odadan sofaya çıkmış bir şey almak için. Bu arada içeride ne olmuş, o da bilmiyor. Birden kulağına acı bir feryat gelmiş. İçeri girdiği zaman kardeşini alev içinde görmüş. Yavrucağımın mangaldan eteği tutuşmuş cayır cayır yanıyor… Fakat yavrum söndürüldüğü zaman o kadar ağır bir haldeymiş ki… Hemen hastaneye kaldırmışlar. Ben ancak ölüsüne yetiştim.

Artık 2025 Türkiye’sinde yaşamamamız gereken acı bir tablo. Maalesef 1936 yılında yaşanan sorunların benzerini, hatta daha vahimini bugün de yaşamaya devam ediyoruz. Henüz yeni kurulan, savaş üstüne savaş yaşamış, yoksul bir Cumhuriyet’te bunları yaşamamız anlaşılabilir hatta kapitalizmin yarattığı 1929 buhranını da buna ekleyelim. Ancak bugün dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olan Türkiye’de çocukları okuldan uzaklaştırmak, çocuk işçi sayısının artması ve çocukların suça itilmesi bir tercih mi, değil mi? Değilse neden liselerin üç ya da iki yıl olması tartışılıyor? Zorunlu eğitim süresini kısaltmak çocuk işçi sayısını artırmayacak mı? Yaz-boz tahtasına dönen eğitimde yeniden bir yapılandırma tartışılıyor. Eğitimi yapılandıra yapılandıra işlevsiz hale getirdik. Sonuç ortada. Okuduğunu anlamayan, matematik beceresinde geride, sınav sistemiyle bunaltılmış, ekranlara hapsedilmiş, okul dışı bırakılmış çocuklar… Sorun çocuklarda mı yoksa ülkeyi yönetenlerde mi?
Çözüm önerilerine ve iyi örneklere odaklanacağımız yazı dizisine devam edeceğiz.
Kaynaklar:
- Türkiye İstatistik Kurumu
- TEPAV: Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu, Mevcut durum ve istatistikler
- Derin Yoksulluk Ağı
- İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
- Önce Kadınlar ve Çocuklar, Suat Derviş, İthaki Yayınları