Rosa Luxemburg

Bir soykırıma tanıklık ediyoruz.

Oxfam’ın ocak ayındaki raporuna göre Filistin’deki insan katli, 21. Yüzyılın en kanlısı. Her gün neredeyse 250 Filistinli çoluk çocuk, kadın, erkek, bebek, ihtiyar insan katlediliyor. Hal böyle olunca, portrelerime, tarihte yaşamış en cesur, çalışkan, insan hakları savunucusu, barış elçisi, pasifist bir kadınla başlamak istedim: Rozalia Luksenburg ya da hepimizin bildiği adıyla Rosa Luxemburg.

Rosa, 5 Mart 1871’de Polonya’da dünyaya geldi. Ülke o dönemde Alman Prusyalılar, Ruslar ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu tarafından dilimlenmişti ve Rosa’nın laik, partizan Yahudi ailesi, Rusların hükmettiği bölümde yaşıyordu. Rosa, savaş, pogrom ve siyasetin içine doğdu. Babası çarın polisleri tarafından takip edilen, başkaldırıcı bir adamdı. Yahudi cemaati içinde reform yapmak isteyen biriydi o kadar ki Rosa için Leh kimliği, Yahudi kimliğinin hep önüne geçti. Her ne kadar Rusça, Fransızca ve Almancayı mükemmel bir şekilde konuşsa da onun için ilk dili ve sevdası hep Polonya ve Lehçeydi. Ailesi eğitimine büyük önem verdi, zaten kızlarının cevherini çok küçük yaşta sezmişlerdi. Rosa lisedeyken, Ruslar tarafından yasaklanan Leh klasiklerini hatmetmiş, daha Rusya’da sol partilerin s’si olmadan kurulmuş olan Proletarya Partisine 15 yaşında kaydolmuştu. İlk yaptığı işlerden biri bir grev düzenlemek oldu. Çok geçmeden partinin kurucuları idam edildi ama bu Rosa ve arkadaşlarını yıldırmadı.

Kızların üniversiteye girmesinin neredeyse imkansız olduğu bir dönemde, çoğu kızın okumaya gittiği İsviçre’ye gidip 1889 yılında Zürih Üniversitesinde siyaset bilimi eğitiminin yanı sıra matematik, ekonomi, tarih ve felsefe okudu. En sevdiği konulardan biri orta çağlardı. 1898 yılında siyasi ekonomi konusunda doktorasını aldığında, bunu başarmış olan az sayıda kadından biriydi. Bu arada arkadaşlarıyla önce bir gazete sonra Sosyal Demokrat Parti’yi kurdu. Tüm bunları yaparken ülkesi Polonya’nın bağımsızlığı için mücadeleler verdi, Polonya’nın “Ruslaşması” ya da “Almanlaşmasına” karşı yazılar yazıp konuşmalar yaptı. 1905 Devrimi gerçekleştiğinde Varşova’ya gidip arkadaşı Jogiches’le birlikte bir gazete çıkardı, Çar polisleri tarafından tutuklanana kadar yüzlerce makale kaleme aldı ve bu tutukluluğu süresince devam etti. Gizlice yazıp, yazılarını bastırtma mahareti vardı. 1905 devriminin nasıl ekşiyip totaliter bir rejime dönüşebileceğini öngören nadir insanlardan biriydi. Ailesi, geçici tahliyesini sağlayınca önce Finlandiya sonra Almanya’ya kaçtı. Çok hazzetmese de Almanya hayatının büyük bir bölümünü geçireceği ülke olacaktı.

1897’de Alman vatandaşlığı alabilmek için arkadaşının oğlu ile evlendi fakat ikili hiçbir zaman aynı evi paylaşmadı ve beş yıl sonra boşandılar. Almanya’da Clara Zetkin ile tanıştı ve oğlu Kosja Zetkin’e aşık oldu. İkisi arasındaki mektupları okuyabilir, devrimci aşkın ve aşıkların ne romantik karakterler olduğunu anlayabilirsiniz. Aşkın ötesinde, daimî devrim fikrini savunan Rosa, Lenin ve daha sonra Stalin ile çelişecek, Stalin’in hedef tahtasına iliştirilip günah keçisine dönüşecekti. Rosa için devrim bir hayat biçimi olmanın ötesinde daha demokratik, barışçıl, kadın ve erkeğin eşit olduğu bir hayat için zaruriydi.  Almanya’daki nasyonalist eğilimleri çiğneyip daha demokrat, çok uluslu bir denklemde yer almasını sağlayanların başında gelir. Hayatının büyük kısmını Berlin’de geçirip, Alman Sosyalist hayatına bu kadar etki etmiş olmasına rağmen Polonya özlemi ve sevdası hiç dinmedi, katı Alman yönetimleri altında korkusuzca Almanları sert bir şekilde eleştirmeye devam etti. Yaşadığı toplumu dışarıdan bir gözle, özellikle Alman militarizmini ve emperyalist hayallerini korkusuzca eleştirme cesaretine sahip nadir kadınlardan biriydi.

1900’lü yılların başından itibaren sürekli hapse girip çıktı. Bir sefer krala hakaretten, başka bir sefer “sınıf düşmanlığı körüklemekten” mahkûm ediliyor du. Birinci Dünya Savaşı patladı patlayacak haldeyken, Rosa Marksist arkadaşlarıyla beraber tüm işçileri örgütlemeye, genel grev ilan ederek savaşı engellemeye çabalıyordu. 1913’te, “Şayet bizim silahlarımızı yükseltip Fransız ve diğer kardeşlerimizi öldüreceğimizi sanıyorlarsa, şöyle haykıracağız: Biz asla yapmayacağız!” Rosa çok güçlü bir hatipti. Frankfurt vb. yerlerde yapılan savaş karşıtı mitinglerde yaptığı konuşmaları insanların ruhuna işliyordu. Fakat hiç de umduğu gibi olmadı. Ne dünyanın tüm işçileri greve gitti, ne siyasiler kulak verdi. Aksine kendinden gördüğü Alman Sosyal Demokratlar ve yoldaşı kabul ettiği Fransa’daki Sosyalistler savaş çığırtkanlığına soyundular. Alman Parlamentosunun tümü oy birliğiyle savaşı finanse etti. Rosa yine yılmayıp savaş karşıtı eylemler düzenleyip askerleri orduya yazılmama ve savaşa katılmama konusunda ikna etmeye çalıştı ve bu yüzden bir yıl hapse atıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği yıl “Enternasyonel” grubunu Clara Zetkin, Liebknecht ve Mehring ile kuran Rosa, savaş boyunca savaş karşıtı bildirgeler dağıtıp grev çağrılarında bulundu. Hapisten yeni çıkmış olmasına rağmen vatan hainliğiyle yargılanıp iki buçuk yıllığına zindanlara gönderildi. O güne kadar insanlığın gördüğü en kanlı savaşa karşı olmak tehlikeliydi zira! Ancak savaşın bitmesinden üç gün evvel hapisten çıkartılmıştı. Savaşın kanı kurumadan Rosa ve arkadaşları kongre düzenleyip dünya sosyalistlerini bir çatı altında topladılar. Almanya’nın militarist ve daha sonraki Faşist gidişatını az çok görebilmiş ve eleştirmiş olan işbu cesur yürek aynı keskinlikle bu sefer Sovyet delegelerini sert bir şekilde eleştirip Rusya’nın bir polis devletine dönüştüğünü söyledi. Bu konferansın sonunda Alman Komünist Partisi kuruldu, Rosa Luxemburg eş başkan seçildi. Rosa, partileri tarihin ilk köle isyancısı kabul edilen Spartaküs’ten hareketle kurulan Spartaküs Birliği’nin gazetesi “Rote Fahne” (Kızıl Bayrak) vasıtasıyla uyarmaya devam etti. Amacı işçilerin haklarına kavuştuğu, basının özgür olduğu, savaşsız bir dünyada yaşamaktı. Bunun olmadığını gözlemlediği an yazısı ve kelamı keskinleşiyor, madem öyle işte böyle, gerekirse kanlı bir devrim gerçekleştirelim diyordu.

Bu kabul edilemezdi. 5 Ocak 1919’de Spartaküs Ayaklanması gerçekleşirken Rosa ve Liebknecht kolluk kuvvetleri tarafından tutuklanıp otel odasında işkence gördüler. İddiaya göre Savunma Bakanı Gustav Noske idam emrini vermişti. Rosa’nın gözünün içine bile bakamadan, öldüresiye dövdükten sonra kafasının arkasına ateş ettiler. Onu Berlin’deki Landwehr kanalına attılar, ardından da Berlin Hayvanat bahçesinin korkuluklarının oraya. Bu tabii ki tesadüfi değildi; devletliler ve zorbalar onun insan bile olmadığını söylemeye çalışıyordu. Rosa Luxemburg’un son yazdığı sözleri bize tarihin ötesinden bir Ozymandias gibi küpe olmalı: “Ey kör zalimler! Sizin ‘düzeniniz’ kumdan zemin üzerine kurulu. Devrim daha yarın ‘gümbürtüyle ayağa kalkacak yeniden’ ve yüreklerinize korku salan borazanlarla ilan edecek: Vardım, varım, var olacağım!”

Bu sözleri, belki bugün zayıf, güçsüz, umutsuz olan halklara ve onlara zulmeden Netanyahu’lara, Biden’lara ve diğer türevlerine hatırlatılmalı. Biz çoğunluğuz ve göreceksiniz bir gün ayaklanacağız ve indireceğiz altın saraylarınızı, doymak bilmeyen düzeninizi, kibrinizi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi