‘Üç Fidan’ın idam gecesi

“Karşıyaka’nın üç gülü

Yürek dalıma gömülü”

Tahsin Saraç

fotoo.jpg

Gençlik günlerimizde 6 Mayıs Hıdırellez’di. Hıdırellez Anadolu halklarında çeşitli yaşam ritüelleri ile kutlanır. Sevenlerin, özlem çekenlerin kavuşma günüdür. O gün gül ağacının altına kâğıda yazılı dilekler konur, ertesi gün alınıp sularda yıkanır ve tekrar gül ağacının altına gömülür. O gün bizler için yürekler baharlaşır, sevda önce aklımıza sonra da gönlümüze düşer.

52 yıl önce 6 Mayıs akşamı liseli bir genç kız olarak gül ağacının altına dileğimi yazıp gömmüştüm. O sabah uyandığımda babam, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın asıldığını söyledi. Bir daha hiçbir "Hıdırellez" günü gül ağacının altına dilek yazıp koymadım... Hıdrellezlerimizi de kana buladılar… O gün okulda hiçbir dersi anlamadım.

O GECE MEZARLIKTA NE OLDU?

Yıllar geçti. O yıllarda aynı mahallede oturduğumuz komşumuz ve gençlerin örnek aldığı Alişan Canpolat, mezarlıklar müdürüydü ve o acı geceyi yaşayan bir tanıktı. Aradan geçen otuz dört yıl sonra onunla o geceyi konuştum. O geceyi bir daha yazmak istedim. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan hakkında çok kitaplar yazıldı, filmler çekildi, şiirler bestelendi, herkes konuştu ama o ilk kez konuştu ve o geceyi anımsamaya çalıştı. Aslında hiç unutmamıştı...

O yıllarda herkesin evinde telefon yok, çağrı cihazı, cep telefonu bilinmiyor. Aysel Hanım’ın anımsadığına göre o yıllarda Mezarlıklar Müdürü'nün telsizi de yok. TBMM 16. Dönem CHP Milletvekili Alişan Canpolat, 6 Mayıs gününü kahvesini yudumlayarak, belleğini zorlayarak anlatmaya başlamıştı: "Ankara belediye başkan yardımcısı gündüz saatlerinde aradı. 'Alişan Bey, sizinle özel bir şey konuşmak istiyorum. Bu özel konuşmanın kimse tarafından duyulmamasını rica ediyorum. Üç kişinin idam kararını biliyorsunuz. Bu gece asılacaklar. Gece yarısı sizin makamınızda olup defin olayına yardımcı olmanızı istiyoruz.' Kapanan telefonla büyük bir acı duydum. İdam kararını bilmemize karşın inanılmaz üzüldüm. İnanın, bir insan ve baba olarak yandım. O akşam eve geldim. Aysel davranışlarımdan kuşkulandı ve sorular sordu. Önce yanıt vermedim. O akşam her gün içtiğim sigaranın iki katını içtim. Yatağa girdim ama uyumam olanaksızdı. Dönüp durdum. Kalktım gece yarısı giyindim ve Aysel'i daha fazla üzmemek için anlattım. O da çok üzüldü. Gece yarısı sokağa çıkma yasağı olan şehrin zifiri karanlığında mezarlığa gittim. Telefonla mezarlıkta çalışan ve evinde telefon olan baş gassal Seyit Çitçi'yi aradım. 'Hocam böyle bir durum var hemen gelin' dedim. Kısa sürede geldi.

ÜÇ OĞUL, ÜÇ BABA, ÜÇ ACILI YÜREK...

Odamda, sigara üstüne sigara içerek bekliyorum. Emniyet Müdürü İsmail Hakkı Demirel, birkaç amir ve polislerle geldi. Üç baba da... Deniz, çok uzun olmasına karşın babası kısaydı. O saatlerde çay demlettim. Acı içindeki babalara ve oradakilere; ‘Çayımız kaynıyor. Arzu ettiğiniz takdirde ikram edebiliriz’ dedim. Deniz'in babasına çok ilgi gösterdim. İnanın bir başka düşüncede insanların babalarına da aynı ilgiyi gösterirdim. Onlara da üzülürdüm ama bunlara içim farklı yanıyordu. Deniz'in babası çok çırpındı, hep onu teselli ettim. Bana düşen hem mesleki hem insani görevimi yaptım.

Güneş yeni doğuyordu. Cenazeler erken saatte geldi. Cenazeler gelince bir hareketlenme oldu. Biz, boş olan mezarların başına gittik. Ankara Emniyet Müdürü Demirel, ‘Alişan Bey, ben mezarların başına gelmeyeyim siz durumu idare edin’ dedi. Onu, odada bırakıp çıktık. Mezarların başındayız. Emniyet amirleri ve polisler, mezarlıklar müdürü işini bilir görüşüyle hiçbir işe karışmadılar. Ben, Türk askerine erinden komutanına sempati duyarım. Bunu herkes bilir. O, jandarma yüzbaşısı hiç beklemediğim şekilde tepki gösterdi.

“ATIN MEZARIN İÇİNE!”

‘Ayrı ayrı adalara gömün!’ dedi. Ben, ‘Yüzbaşım bunlar iyi günde kötü günde kader birliği yapmışlar. Bu dünyada cezalarını çekmişler. Babaları yan yana defnedilmelerini istiyor’ dedim ama ayrı adada ısrar edince, öneride bulundum. ‘Hiç olmazsa yan yana olmalarını istemiyorsanız aralarında birer mezar olsun aynı adada olsunlar’ dedim. Bu önerim ve ailelerin tepkileri sonunda aynı adada oldular.

Yüzbaşı görevlilere sert bir sesle 'Atın mezarın içine!' dedi. Hemen attılar. Sanki dolu bir çuval atıyorlardı. Başta Deniz'in babası olmak üzere babalar tepki gösterdi. Deniz'in babası; 'Müdür Bey, ben oğlumun cenazesinde namaza durmak istiyorum' diye konuştu. Yüzbaşı ve emniyet amirleri, 'Sizin çocuklarınız imam da istemiyorlar' deyince, ben söze girip 'Cenazeler babalarına teslim edilmişse onların isteği yerine getirilmeli' dedim. Cenazeleri tekrar mezardan çıkarttım ve cenaze namazına ben de onlarla durdum. Dua okundu ve cenaze töreni yerine getirildi...

Defin töreninden sonra yüzbaşı önde yürüyor. Benim duyacağımı sanmadığı için Seyit Hoca’ya 'Sen günaha girdin’ dedi. Hoca da 'Ben emir kuluyum. Çağırdılar geldim' diyordu. Yüzbaşı'ya yetişip ‘Yüzbaşım, memleketini seviyor musun?' diye sordum. Hemen yanıtladı. 'Ne demek, çok seviyorum.' 'Ben de çok seviyorum ki soruyorum. Biliyor musunuz? Biraz ilerde Memlik Köyü var. ODTÜ'lü öğrenciler oraya her sabah sanırım eğitime gidiyorlar. Duyup gelselerdi. Bir arbede çıksaydı iyi mi olurdu?' diye sordum. Dönüp 'Haklısın' diyebildi.”

“YAŞAMIMIN EN BÜYÜK ACISIYDI”

Alişan Bey, yeni bir sigara yakarken; bu soluklanma anında sevdalı olduğum Altındağ'ın yazgısını düşündüm: Ahh Altındağ Ahh! Resmi adla sevindirilen Altındağ! Bu ne çelişki? 12 Eylül'ün ilk idamı Altındağ'da, Ulucanlar Cezaevi Altındağ'da, Mezarlıklar Müdürü Altındağ'da, ne yazık ki; cellât da Altındağ'da ve sadece muhtarın bildiği adreste...Alişan Bey, "Babalar teşekkür edip ayrıldılar... Onların feryadını anlatamam. Bu yaşamımın en büyük acısıydı. O adanın önünde günlerce geçmedim. Babalar ne kadar 'Acımızı hafiflettin' dese de acı büyüktü..." diye anlattı, vedalaşmalarını.

Alişan Canpolat, 12 Mart'ta Mezarlıklar Müdürü, 12 Eylül'de Ankara milletvekiliydi. Deniz’ler, Mahir’ler ve o yıllarda Ankara 'da defnedilen tüm devrimcilerin ölümlerine, ailelerin acılarına tanıklık etti. Birçok kitap onun, 'acıları hafifleten' ilgisini yazdı ama o, o geceyi ilk kez anlattı. Sormasam belki de bu sır onunla kalacaktı... O da tanık olduğu acılarla bu dünyadan göçtü…

Dilime ezberimden hiç silinmeyen Can Yücel'in şiiri MARE NOSTRUM düştü:

"En uzun koşuysa elbet

Türkiye'de de Devrim

O, onun en güzel yüz metresini koştu

En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...

En hızlısıydı hepimizin,

En önce göğüsledi ipi...

Acıyorsam sana anam avradım olsun

Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun "

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi