Anne olmak

Anne olmak zor zanaat…

Yaşamım boyu öyle anneler tanıdım ki, Attilâ İlhan’ın “Böyle Bir Sevmek” şiirindeki  “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” dizesine inat ne anneler gördüm hepsi vardılar…

Nâzım Hikmetler dönemi yazar ve şairlerini okuduğumda görüyoruz ki bizim ülkemizde insanlar bir annesinden bir de hapishanelerde doğuyorlar. Bu da ülkemizin insan hakları karnesini gösteriyor. Anneler hapisteki, sürgündeki evlatlarına hasret bu dünyadan göçtüler.

Acılardan acı beğen ya da Gülten Akın’ın dizesindeki “Benim acım acıların beyidir” misali 1968 kuşağının devrimci gençleri, anneleri yaşarken idam edildiler. Baskınlarda, hapishanelerde, işkencelerde öldüler.

Kim Hüseyin Cevahir’in annesi olmak isterdi?! Mahir Çayan’ın, Sinan Cemgil’in ve yoldaşlarının annesi olmak ne zordur…

Taylan Özgür’ün annesi olmak gibi…

DARBE SONRASI ÇOCUKLARI İDAM EDİLEN ANNELER…

Deniz Gezmiş’in, Yusuf Aslan’ın, Hüseyin İnan’ın anneleri oğullarının idamına tanık oldular. Candan can parçaladılar hem de Hıdırellez gecesinde Hıdırellez’de gülün altına yazılıp konan dileklere de kan damladı bu ülkede…

Deniz’in annesi yaşadığı evden hatta odadan çıkmadı, Deniz’in parkası ile yaşadı. Oğlunun kokusu gitmesin diye yıkamadı o parkayı…

12 Eylül sağdan soldan idamlar. Gözaltında kayıplar ve Arjantin’den, Şili’den sonra kayıplarını arayan anneler ve bizim Cumartesi Annelerimiz. 5 Mayıs’ta 700. hafta nöbeti… Yine Galatasaray Meydanı önündeki nöbet yasağı, gözaltılar ve baskılar…


ÇOCUKLARININ ACILARINDAN DOĞAN ANNELER…

Cumartesi Annelerini izledikçe, gözaltında vura vura öldürdükleri gazeteci Metin Göktepe’nin annesi Fadime Göktepe’yi görünce bir köşe yazımda şöyle yazmıştım:

“Bizim ülkemizde anneler bir çocuk doğuruyor bir de çocuğunun acısından doğuyor tıpkı Fadime Göktepe gibi…” 


Çocuğunun acısıyla doğan anne tanımım Metin Göktepe belgeselinin ismi oldu…

 Fadime Ana’nın “Oy ben ölem oğul!” ağıtı hâlâ kulaklarımda çınlıyor…


ŞEHİT ANNELERİ…

On binlerce şehit annesi… Her şehit evindeki bir odanın anneler tarafından müzeye dönüştürüldüğünü gözlerimle gördüm. Bir odalı, iki odalı evlerinin biri oğlunun askerlik fotoğrafları çerçeveli duvarda, askeri giysisi askıda asılı duruyor. Bir anne düşünün her sabah uyanıp şehit oğlunun odasına girip askeri giysilerine dokunuyor, duvardaki çerçevede gülen yüzüne bakıp ağlıyor…

Şehit madalyaları verilirken, bazı şehit aileleri kendilerinin ötekileştirildiklerini gözyaşları ile anlatılar... 


GEZİ ANNELERİ… 

Yazgını sev…

Nietzsche’nin sıkça kullandığı “Amor Fati/Yazgını Sev” Latince tümcesini düşünüyorum: 

Hangi anlamda kullanılırsa kullansın “Yazgını Sev”, kaderini sev anlamında bu tümceyi sever oldum. 

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrı’ya yakarır, “Keşke güneş olsaydım” diye. “Ol” der Tanrı. Güneş oluverir.

Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz. Bulut olmak ister. “Ol” der Tanrı. Bulut olur.

Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur. Rüzgâr olmak ister bu kez. Yine “Ol” der Tanrı. Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Her şey karşısında eğilir.

Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Oradan eser, buradan eser, kaya bana mısın demez! Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir. Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı... Sırtında bir acı ile uyanır... Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır... (Friedrich Nietzsche, Amor Fati)

Bizimkiler yazgısını nasıl sevsin?

Onlar, ihtiyar taşçı gibi yüreğinde acıyla uyanan anneler...

Yaz mevsiminin sıcak günlerinde başlayan “Gezi Parkı” protestolarının ilk kurbanı Mehmet Ayvalıtaş. İstanbul 1 Mayıs Mahallesi şimdilerde adı “Atakent”te oturan başı yazmalı bir anne, ağlıyor. Fadime Ayvalıtaş, gözyaşları ile televizyon ve gazetelerde ses verince “Eyvah” diyorum. Öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin ardından gözyaşı dökmekle yetinmeyen, aktivist Fadime Göktepe aklıma düşüyor. Hâlâ gözyaşları kurumayan, son ağlayan anne olsun diye dileklerde bulunduğum günlerde; ona, gözü yaşlı bir başka anne katılıyor. Onun da adı Fadime, ağlayan Fadimeler ikileşiyor...

Oysa ülkemizde yüzlerce “Cumartesi Anneleri”, her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemlerinde yitirdikleri kayıplarını anıyorlar, ağlıyorlar, bekliyorlar...

“SEKİZİNCİ AYDA ASKER EDECEKTİM, TOPRAĞA VERDİM” 

Fadime Ayvalıtaş bir röportajında; “Başbakan her giden gün yaramızı daha da kanatıyor. Acaba kendi evladı olsaydı aynı şekilde çıkıp der miydi ki bir, iki, üç, dört çocuk öldü diyebilir miydi? Sekizinci ayda asker edecektim ben toprağa verdim, hiç dayanamıyorum” diyor. 

“BENİ ÜÇ KERE VURDULAR” 

Ankara Kızılay Meydanı’nda öldürülen Ethem Sarısülük’ün annesi Sayfı Sarısülük. Çorum’dan Ankara’ya göç etmiş, yine yazmalı bir anne. Acısını şöyle haykırıyor:

“Beni üç kere vurdular. Onu vurduklarında beni de vurdular, katilini serbest bıraktıklarında bir kez daha vurdular. Üçüncü şoku da Ethem’i öldürmekle suçlanan polis memurunun yargılanmasının durdurulma kararından sonra yaşadım. Bu kararı duymak beni bir kez daha vurdu!”

“KATİLLERİN BULUNMASI TEK İSTEĞİM”

Antakya Armutlu’da öldürülen Abdullah Cömert’in sürekli ağlayan annesi Hatice Cömert; “Hiçbir anne çocuğunun burnunun bile kanamasını istemez ama görüyoruz ki, anneler sürekli ağlatılıyor, masum çocukları öldürüyorlar. Benim acım ve üzüntüm kadar, Ali İsmail’in, Ethem’in, Mehmet’in ve daha başka bütün annelerin acıları ve üzüntüleri asla son bulmaz. Her günümüz cehennem ateşi gibi. Yüreğimiz yanıyor. Oğlumun geri gelmeyeceğini biliyorum ama onu öldürenlerin yanlarına bu kâr kalmamalı” diyor.

Eskişehir’de okurken, dövülerek öldürülen Antakyalı Ali İsmail Korkmaz’ın annesinin isyanından önce onun insanın içini ısıtan gülüşü, insan olan herkesin yüreğini dağlıyor. Annesi Emel Korkmaz, “Oğlum 19 yaşındaydı. Biz ne hayallerle gönderdik Eskişehir’e, çok hayalleri vardı. Oğlumun elinde sopa mı vardı ki öldüresiye darp ettiler!” diyor.

Diyarbakır Lice’de öldürülen Medeni Yıldırım’ın annesi Fahriye Yıldırım;

“Medeni’nin katilleri bellidir, saati bellidir, silahı bellidir, meydana çıkartsınlar” diyor.

“ONLARIN SUÇU, BARIŞ İSTEMEKTİ”

Yine Antakya’da öldürülen Ahmet Atakan’ın annesi Emsal Atakan; “Oğlum halkı için direndi. Bu yolda canını verdi. Biz başından sonuna kadar oğlumuzun yanındaydık. ‘Anne, biz delikanlıyız, direneceğiz, bu düzene karşı çıkacağız,’ diyordu. Ahmetimin acısını bana yaşatanlara Allah evlat acısı yaşatsın, yüreğim kanıyor. Ben bir anneyim, bütün annelerin yüreği yandı. Dünyanın acılı coğrafyalarındaki tüm anneler, Ethem’in annesi, Ali İsmail’in annesi, Abdullah’ın annesi, zalimlerin zulmünü yaşadı. Bütün annelerin ve öldürülen evlatlarının suçu barış istemekti” diyor.

Gezi’den sonra yüreğine ateş düşen altı anne; Fadime Ayvalıtaş, Sayfı Sarısülük, Hatice Cömert, Fahriye Yıldırım, Emel Korkmaz, Emsal Atakan, Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan, Roboski anneleri, madenci anneleri; demokrasi düşmanlarının yazdığı bu kara yazgıyı nasıl sevsinler?   

Şiddetten öldürülen genç kızlarımızın, kadınlarımızın, annelerinin acıları yüreklerinde saplanmış birer bıçak gibi duruyor.   

Ülkemizin her köşesini bu acı kayıplar öyle sardı ki yüreğimiz ağzımızda yaşar olduk. Günde en az üç kadın, erkek şiddetinde çocukları gözü önünde can veriyor. Kaç yuva yıkıldı. Kaç çocuk annesiz, babasız kaldı. Ülkemizin huzuru yok!  

Bir de bakıyorum ki Anayasa deyip anneleri utandıran, çağdaş olmayan anayasalar yapıyor, Anadolu deyip annelere ağıtlar yaktırıyor, “Anadili dillerin hasıdır” deyip yasaklıyor, anayurt deyip ağlatıyor, ana haberlerde şiddetten ölen kadın haberleri veriyoruz!..

DEPREM ANNELERİNİN YANGINI

Deprem 11 kentimizi kalbinden vurdu…

On binlerce insanımızı kaybettik. Anneler ya yaşamdan koptu ya engelli ya da gözü yaşlı, boynu bükük kaldılar… 

Son depremde anneler acıların en büyüğünü yaşadılar. Gördük ki; anneler,  çocuklarına koştuğu için çocuklarının odalarında, çocukları ile beraber ölü bulundular. 

Bir avukatın otopsi raporundan; bir anne çocuğu ile depremin 5. gününde enkazdan ölü olarak çıkarılıyor. Otopsi raporunda avcunda yolduğu saçları var. Kim bilir bir anne olarak çocuğu ile bu beş gün boyunca neler yaşadı.

Bugün anneler günü diyorlar!.. 

Kutlanacak ne kaldıysa… 


Nâzım Hikmet’ten tüm annelerimize armağan olsun:

“Analardır adam eden adamı

Aydınlıklardır önümüzde gider.

Sizi de bir ana doğurmadı mı?

Analara kıymayın efendiler.

          Bulutlar adam öldürmesin.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi