Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

‘Aşk Sokakta’ Hayat Gibi…

‘Aşk Sokakta’ filmi, hafızasını kaybeden bir modelle sokaklarda yaşayan sıradan bir adamın beklenmedik aşk hikâyesini anlatıyor. Filmde başrolü paylaşan Burcu Kıratlı ve Hasan Denizyaran, aşkın sınıf, zaman veya mekân tanımadığını, gerçek duyguların ve samimiyetin her koşulda var olabileceğini vurguluyor. İkiliyle hem filmdeki karakterlerini hem de kendi hayatlarındaki aşkı ve ilişkileri konuştuk. Film bu hafta vizyona girdi, sinemalarda.

whatsapp-image-2025-08-15-at-21-59-23.jpeg

BURCU KIRATLI: “BENCE AŞKIN YERİ, ZAMANI YOK; AŞK HER YERDE.”

Denk gelmek, çarpışmak, sokakta birbirini bulmak sanki sadece romantik filmlerde kaldı; tıpkı sizin filminizde olduğu gibi. Peki, aşk sokakta mı?

Bence aşkın yeri, zamanı yok. Aşk her yerde. Bizim karakterlerimiz için sokakta bulundu. Ama aşk, herkes için her yerde bulunabilecek bir şey.

Nasıl bir proje oldu sizin için ve kabul etme sebepleriniz nelerdi?

Her şeyden önce çok sıcak bir iş. Senaryoyu okuduğumda içim kıpır kıpır oldu. Zaten sinemada bir romantik komedi yapmak çok istiyordum. Çünkü bu tür, benim enerjimle örtüşüyor. Tiyatroda daha önce romantik komedi ve komedi yapmıştım ama televizyonda ya da beyazperdede yapmamıştım. Böyle bir şey istediğim bir dönemde denk geldi. Aşk Sokakta filminin hikâyesini çok beğendim. Oynadığım karakter İdil, kalıplaşmış bir hayat yaşıyor. Bir Best Model; sadece ona yapılması gerekenler söyleniyor, o da uyguluyor ve hayatını böyle sürdürüyor. Bu kalıplaşmış hayat, bir trafik kazası ve hafızasını kaybetmesiyle tamamen değişiyor. Ve o andan itibaren İdil’in kendini bulma hikâyesi başlıyor. Bir kız duruyor, sonra trafik kazasıyla birlikte bambaşka bir hayata uyanıyor. Kendini yeniden keşfediyor, aşkı keşfediyor. O yüzden bu geçiş, kendini bulma hikâyesi çok hoşuma gitti.

“Hafızasını kaybetmeseydi, bu çocukla asla birlikte olmayacaktı.”

Dediğiniz gibi, biz kadınlara yüklenen kalıplar var ve bu şekilde yaşamamız bekleniyor. Sanki her şey dengi dengine olmalı gibi. Bu nedenle aşkı da etiketlendirme hikâyesinin içindeyiz gibi geliyor. Ne dersiniz?

Kesinlikle öyle. Zaten bu kalıpların içinde sıkışıp kaldığımız için bazen gerçek aşk karşımıza çıksa bile bir şey yapamıyoruz. Anlayamıyoruz, göremiyoruz. O yüzden bu filmde kızın da gerçek aşkı bulmasının en büyük sebebi, kendini bilmiyor olması aslında. Kalıplarını bilmiyor, tamamen özgür benliğiyle hareket ediyor. Belki de eğer bu kız hafızasını kaybetmeseydi, bu çocukla asla birlikte olmayacaktı ve bu kadar güzel bir aşkı yaşayamayacaktı. O yüzden bu hikâyenin vermek istediği o ufak mesajı çok seviyorum ben.

“Ben âşık olduğum zaman, bir şey hissedebildiğim zaman tamamen gözüm kararıyor.”

Yaş ilerledikçe duygulara teslim olup aşkı özgürce yaşayamıyoruz. Çünkü mantık ister istemez devreye giriyor ve o noktada aşk tek başına yeterli olmuyor. Denk geldim, âşık oldum ve kim olduğu önemli değil şeklinde ilerleyemiyorsun. Bu denge sizde nasıl?

Bende öyle işlemiyor açıkçası. Yani bu denge bende yok. Ben âşık olduğumda, bir şey hissedebildiğimde – çünkü çok zor hissedebilen biriyim – tamamen gözüm kararıyor.
Ben çok mantıklı bakamıyorum aşka, çünkü zaten aşk mantığı sevmez. Mantığın olduğu yerde aşk yoktur, aşkın olduğu yerde mantık olmaz. O yüzden bir şey hissettiğimde mantığımı pek devreye sokmam.

“Kız hafızayı kaybettiği için bir yandan kendini, neyi sevip sevmediğini keşfediyor.”

Hafızayı yitirmek çok ürpertici ve zor bir şey. Ama bir taraftan da filmdeki hafıza kaybı, aşkı kolaylaştıran ya da aşkı tanımasını sağlayan bir durum, öyle değil mi?

Aslında bu kız, normal şartlarda bu çocukla asla aynı ortamda bile denk gelemeyecek kadar farklı hayatlar yaşıyor. Ama kız hafızasını kaybettiği için bir yandan kendini, neyi sevip sevmediğini keşfediyor. Bu süreçte de adama karşı bir şey hissediyor. “Bir dakika, bu ne?” diyor. Aslında çok karmaşık ve o karmaşanın verdiği tatlı bir komedi var hikâyenin içinde.
Biz gerçek hayatta hafızamızı kaybetsek ne yapardık, orayı bilemem ama bu çok zor. Kız için de çok zor, film bile olsa.

“Yola devam etmek için unutmak evet, ama tamamen silmek değil.”

Filmde geçen bir cümle: “Devam edebilmek için unutmak mı gerekiyor?” Siz öyle mi yaparsınız?

Tabii ki unutmak gerekiyor. Ama ben daha çok yaşadığım her şeyden beslenmeyi ve onu bir yerimde tutmayı seviyorum. Yani tamamen unutmaktansa, acısı dindikten sonra bu acıyı güzel bir fırsata çevirmeyi seviyorum. O duygu da benim cebimde kalıyor. Herhangi bir hikâyede, senaryoda çıkarıp onu oraya koyabiliyorum. Kimisi tamamen yaşanmamış saymak istiyor ama ben daha çok böyle bir yerimde tutmayı seviyorum. Çünkü ben onu yaşadım. Ve o size bir şey kattı. Bir şey yaşattı, demek ki yaşanmaya değer bir şey görmüşüm ki devam etmişim. O yüzden yola devam etmek için unutmak, evet; ama tamamen silmek değil.

asksokakta-22temmuz-afis.jpg

“Aslında hayatındaki insanın sen gelişirken sana ne kadar ayak uydurabildiğiyle doğru orantılı evlilik.”

Evlilik hem korkutan bir şey hem de yaşı kaç olursa olsun hepimizin hayalini kurduğu bir kurum. Filmden yola çıkarak: Evleneceğin kişiye sonsuz güven duyarken birden büyük hayal kırıklığı yaşamak çok kötü bir şey olsa gerek.

Karşılıklı bir şey aslında bu. Yani sen hayal kırıklığı yaşıyorsan, karşındaki de seninle ilgili hayal kırıklığı yaşıyor olabilir. Bazen bu konuda bencil bakabiliyoruz. Çünkü sürekli hayatımızda bir şeyler değişiyor, sürekli evriliyoruz ve gelişiyoruz. Aslında hayatındaki insanın sen gelişirken sana ne kadar ayak uydurabildiğiyle doğru orantılı evlilik. Birbirinin alanlarına saygı duymak ve birbirini daha da büyütmek… Yoksa kime güvenebileceğini hayatta hiçbir zaman bilemezsin. Ki bu sadece hayat arkadaşı için değil, herkes için geçerli. Bazen belki de bir gün öyle bir anına denk gelecek ki sen terk etmek isteyeceksin o kişiyi, bunun bir garantisi yok. Tabii ki bütün evlilikler sonsuz olsun diye kuruluyor ama hayat, bilemiyorsun. Bu kadar hesap kitap yapılamıyor maalesef.

Kişinin kendi konforunu terk etmesi çok zor. Bir aşk için alıştığın o konfor alanı terk edilebilir mi, yoksa bu sadece filmlerde mi olur?

Bence bu kişiden kişiye değişen bir şey. Eğer ki hep o konfordaysan ve o konfor sana artık mutluluk getirmiyorsa, ama başka maceracı bir taraf seni daha çok mutlu ediyorsa… Zaten mutluyken kendini daha konforlu hissedersin. O yüzden bence tercih edilebilir. Kişinin nelerden vazgeçebileceğiyle doğru orantılı belki de.

“Hem evliliğimi götürebilirim hem kariyerimi yapabilirim.”

Uzun soluklu ilişkilerin, evliliklerin devam etmesinde “Davul bile dengi dengine” hikâyesi var bence. O yüzden bazı kriterler gerçek hayatta önemli gibi geliyor. Ne dersiniz?

Önemli, tabii ki. Örf ve adetlerimize göre öyle büyütülüyoruz ve öyle eğitiliyoruz. Kadın erkek ayrı tutuluyor ve birtakım görevler veriliyor; işte erkek çalışır, kadın eve her zaman sahip çıkar, çekip çevirir gibi kriterler kabul görüyor ama artık dönemimiz değişiyor. Kadınların daha fazla kariyer odaklı olduğu, ayaklarının üstünde durduğu bir dönemdeyiz artık. “Hem evliliğimi de götürebilirim hem kariyerimi de yapabilirim” dediğimiz bir sistemdeyiz şu anda. Ama o kadar zor ki bunun cevabı. O kriterler ne ve denklik hikâyesi neye göre?

“Ay yok canım, böyle aşk da yaşanmaz’ diyeceğimiz birçok şey başımıza gelebiliyor.”

Peki, diyelim tırnak içinde “denginiz olmayan”, sizin camianızın dışında, aslında ne meslek yaptığını bile bilmediğiniz biriyle denk geldiniz. Eğer aşkı, o duyguyu hissederseniz yaşar mısınız?

Eğer o aşkı hissediyorsam, kafalarımız uyuyorsa ve birbirimize bir şeyler katabiliyorsak, tabii ki yaşarım. “Aşk Sokakta” filminin verdiği önerme de bu: “Aşk seni her yerde bulabilir” hikâyesi aslında. O yüzden çok sihirli. Çünkü “Ay yok canım, böyle aşk da yaşanmaz” diyeceğimiz birçok şey başımıza gelebiliyor.

“Bende evlilik fobisi hiç oluşmadı, çünkü travmatik bir şey yaşamadım ki.”

Bugüne dönersek, evlilik meselesi biraz fobi gibi de olmaya başladı sanki. Sizde evlilik fobisi var mı?

Yok. Bende evlilik fobisi hiç oluşmadı, çünkü travmatik bir şey yaşamadım ki. Ben bir şey denedim, olmadı ve karşılıklı bitirmeye karar verdik. Belki bana travmatik bir şey yaşatsaydı, bir fobi oluşabilirdi ama öyle olmadı. İnsanlar “Aşk bitince ne olacak?” diye korkuyor. Aşk bitebilir; bu, o kişiyi sevmediğiniz anlamına gelmez. Ama bazı şeyler, bazı yorgunluklar aşka da zarar verebiliyor. İnsanlar evliliği yürütmek için sevgiden de olabiliyor bence.
Ben bir şey denedim, yürümedi. Ama tekrar âşık olursam, tabii ki tekrar evlenirim.

“Aşk; bin tane duyguyu tek bir kişide yaşamak gibi.”

Aşk ne demek sizin için, anlamı ne?

Aşk, bilmiyorum… Aşk, kendini yeniden keşfetmek, kendi sınırlarını zorlamak, sürekli gülme hâli, sürekli her şeye sırıtma, bakma hâli… Didişmek, yani entrika, sevgi… Aşk, bilmiyorum; bunların hepsi içinde. Bin tane duyguyu tek bir kişide yaşamak gibi. Merhametliliği, sevgiyi, öfkeyi, kızgınlığı, heyecanı… Birçok duyguyu tek bir insana sığdırıyorsun. Çok acayip bir şey. Bence mükemmel bir şey.

“3,5-4 yıl ara verdim her şeye. Âşık olunca böyle oluyorsun.”

Hayatta en önemli şeyin aşk olduğunu bazen düşünüyor insan. Film de bunu hatırlatıyor. Şöhretmiş, şanmış, mevkiymiş, kim olduğunmuş… Hiçbir şey önemli değil. Çok âşıksan her şeyi bırakır mısın?

Ben öyle yaptım işte.

Bırakma oldu mu gerçekten sizde?

Tam anlamıyla bırakma olmadı ama ara verdim. Benim nefes aldığım alan; set, sahne, senaryo okumak… Ama ara verdim. Ara vermek de aslında sektörde çok büyük yara aldırıyor sana. Çünkü sürekli gelişen bir sektörüz biz. Ama onu o anda görmüyorsun.

Ne kadarlık bir araydı?

3,5 – 4 yıl. Şehir dışı işleri geldi, gitmedim. İstanbul'da çekilen çok güzel projeler geldi, kabul etmedim. Benim yerime oynayan arkadaşlarım çok güzel oynadılar hepsi. Onların kısmetiymiş diyorum. Hiçbir şey görmedi gözüm ama âşık olunca böyle oluyorsun işte.

“Hem aşkını yaşayıp hem de tutkun olduğun işini aynı anda yapabilirsin.”

Bu sizin tercihiniz mi?

Bu benim tercihim. O anda o aşkı yaşamak istedim. Pişman mıyım? Hayır.
Ama şunu öğrenebilirdim hayatta: Hem aşkını yaşayıp hem de tutkun olduğun işini aynı anda yapabilirsin. Hatta daha da iyi olur, ikisi de birbirini besler. Ben bunu öğrenmiş oldum. Aslında tamamen çekip gitmek, bırakmak değil de ikisini aynı dengede, aynı şekilde götürmek… Bu benim mesleğim için çok geçerli. Çünkü iki taraf da birbirini çok besliyor. Bunların hepsi bir tecrübe oldu.

Bu filmle birlikte projeler hız kazanacak mı? Özlediniz mi oynamayı?

Çok özledim seti. Stabil çalışmayı çok özledim. Zaten “Aşk Sokakta” filmini çekerken de tadı damağımda kaldı. Sürekli sette olayım, sürekli çalışayım istedim.
Yaz bitiyor ama şu an yeni sezon için çok güzel projeler geliyor. Umarım içime sinen bir projede, güzel bir karakterle birlikte, yine izleyicinin karşısında olurum.

dscf0731.jpg

HASAN DENİZYARAN: “AŞK GELİRSE, BEKLEMEM HEMEN BAŞLARIM”

Filmi kabul etme sebepleriniz neler oldu?
Aslında romantik komedi yapmak istediğim bir zamandı benim için ve bu tarz bir projede oynamayı gerçekten çok istiyordum. Üstüne bir de bu fırsat geldi. Son birkaç yıldır hep aksiyon işlerinde yer almıştım. Bir diğer sebep de şu: Genelde romantik komedilerde CEO oluyorsun; kalıplaşmış meslekler, tarzlar var, o oluyor... Ama bu projedeki karakter çok ters köşeydi. Hem romantik komedi oynamak hem de hayatını sokaklardan kazanan bir adamı canlandırmak fikri ayrıca çok hoşuma gitti. Dedim ki: “Bir taşla iki kuş.” Senaryoda ilk dikkatimi çeken kısım buydu ve ben “İstiyorum ben bu rolü” dedim.

“Rüzgar, taşı sıksa suyunu çıkarır.”
Nasıl bir karakter Rüzgar? Yalnız, mutsuz ve sıkıntılı; doğuştan kaybedenlerden aslında.
Evet, ama bir hayali ve umudu da var; tutunduğu, yapmak istediği şeyler var. Ben Rüzgar’ı şöyle yorumluyorum: Taşı sıksa suyunu çıkarır. Yani ne iş gelse yapıyor ne görse atlıyor, hallediyor, çözüyor. Aynı ben.

Gerçekten öyle misiniz?
Öyleyimdir. Fena değilimdir.

Rüzgar gibi aşkı gördüğünüz anda, çekingen misiniz?
Asla.

Hemen, anında mı?
Anında. Ben anında söylerim; hiç tutamam içimde. Reaksiyonu da anında görmek isterim. Bakıyorum ve hemen anlamak istiyorum. Eğer senin için kötü olacaksa, hemen olsun—zaman kaybetme. İyiyse de hemen iyiye başla. Rüzgar tabii öyle değil ama (gülüyor).

Sokakta aşkı bulduğunuz oldu mu?
Oldu.

Olay nasıl gelişti?
Lisedeydim o zaman. Sokakta tanıştık. Hayatıma giren, uzun soluklu bir buçuk senelik ilişkim oldu. Sonrasında üniversite döneminde yine sokakta, metrobüste tanıştığım başka bir aşk hikâyem daha var. Şöyle oldu ama: İkisinde de gördüm, fakat ben yanlarına gitmedim; onlar yanıma geldi. Erkek giderse, kadının yanına bu biraz sıkıntılı bir durum oluşturabilir. O yüzden —kızlar!— beğendiyseniz, siz gidin çocukların yanına. ????

“Aşık olduğumu; birisini yalnızlığımdan daha çok seversem anlarım.”
Aşk tanımınız ne?
Bilmiyorum; o içinin kıpır kıpır olduğu, heyecanlandığın... O “aşk” dediğin şey işte. Ama bence biraz da ilk zamanlar. Düşünüyorum ki: Huzurluysam, mutluysam ve bu ilişki bana yük hissettirmiyorsa; aksine önemli hissettiriyorsa, güzel bir şeyin içindeyim demektir. Bir de benim imza cümlem var bu konuyla alakalı: “Ben yalnızlığı çok seven bir adamım. Âşık olduğumu; birisini yalnızlığımdan daha çok seversem anlarım.” Yani bu cümleyi bana dedirtecek birisiyle tanışırsam, büyük ihtimalle ben âşık olmuşum demektir.

dscf9577.jpg

“Aşka fırsat verin”

Gerçekten dengi dengine biriyle mi olur insan eninde sonunda? Best Model İdil ile sokakta tanışan, toplayıcılıkla uğraşan Rüzgar’ın birlikte olma ihtimali ne kadar gerçekçi?
Ben inanmıyorum. İnsanın niyeti varsa, çok önemli değil bence böyle şeyler. Aşk her yerde. Önemli değil hangi sınıftan, nereden geldiği; fakir olması, zengin olması… En azından benim için öyle değil. Ama kadınlar psikolojik olarak kendilerinden daha üst gördükleri adamlarla olmak istiyor galiba… Belki de öyle bir şey var ama bizde o yok. Bizden yukarıdaysa “Ne güzel” deriz. Bizden alttaysa da “Ben onu yükseltirim” deriz biz. Erkek bu konuda biraz daha “gariban”; kıyamam. Filmde gördüğünüz gibi böyle adamlar da var. Onlara da şans verin. Biraz onun mesajını veriyoruz izleyenlere. Yani çok takılmasınlar; hayat çok kısa, zaman çok kısa. Eğer aşkı bulduğunuzu ya da yaklaştığınızı düşünüyorsanız, bence fırsat vermeniz lazım.

“Şeytan tüyü” vardır bende; şanslı çocuğum ben

Yakışıklı ve genç olmak sektörde ayırt edici bir durum mu? Bu anlamda şanslı mısın?
Uzun zaman oldu aslında. On yıldır bu sektördeyim. Deneyim kazanmanın artısı, ayırt ediciliği oluyor diyebilirim. “Şeytan tüyü” vardır bende; şanslı çocuğum ben. Genelde “Ben bu sezon böyle bir şey yapmak istiyorum” derim ve o bir şekilde karşıma çıkar. Biraz o çağırmakla, enerjiyle de alakalı bir şey galiba. Yani yakışıklı olmak ya da olmamak gibi bir ölçüm yok. Genç oyuncu derken… Ben kendimi çok genç hissetmiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi