
Mutlu Hesapçı
“Ben çok çabalayarak oyuncu oldum”
Kendisini izlerken işin içinde o varsa mutlaka kaliteli bir yanı vardır diyorum. Karşıdan soğuk görünen ama sohbet ettiğinizde öyle olmadığını size hissettiren bir yanı var. Aldığı eğitimler ve yeteneklerinin farklılığı açık ara oyunculuk dünyasında onu başka bir yerde görmemi sağlıyor. Selen Uçer’i sahnede bir kez daha hayranlıkla izledim ve oyunun ardından kafamdan geçen soruları sordum.
Yeni tiyatro oyunun ‘Çoğunlukla Bazen’ hayırlı olsun. Nasıl bir heyecan yine sahnede olmak ve senin için nasıl bir oyun oldu, nasıl gidiyor?
Uzun zamandır çeviri oyun oynamıyordum. Ece Temelkuran’ın kitabından benim yazdığım ‘Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’ ve Firuze Engin’in ‘Güle Güle Diva’sını oynamıştım. Bu iki oyunun da zamansız bitimi beni biraz üzmüştü. ‘Çoğunlukla Bazen’in texti beni çok etkiledi ve Barış (Gönenen) beni ikna etti. Tamamen güvenebileceğim bir yönetmenle sadece oyuncu olarak çalışacağım bir proje oldu ‘Çoğunlukla Bazen’ benim için. İki parlak genç oyuncu ve anne olduktan sonra 7 yıl aradan sonra sahnelere dönen İdil Yener ile kadroyu kurdu Barış. Avustralyalı yazar Kendall Feaver aslında her toplumda geçerli bazı rahatsızlıkları olan gencin büyürken yaşadığı gitgelleri psikiyatrinin bundaki yerini evrensel bir dille anlatıyor. Hastalık ile başa çıkmaya çalışan bir ana-kız ve doktoru, kızın hayatına giren erkek arkadaş üzerinden bir yüzleşme hikâyesi diyebilirim. Samimi minimal ve gerçek bir hikâye anlatmak, yönetmenimiz Barış Gönenen yorumuyla temel çıkış noktamız oldu. Gündelik yaşamlarımızın popülerizm, reklam, marketing, reyting, canlı yayın kültürü ana akımın içinde, öncelikli ilgimiz hakikat oldu diyebilirim.
“Tüm gerçekçi karanlıklara rağmen umutla bitiyor oyun”
Oyunun hikâyesi Anna’nın üzerine kurgulu ve sen oyunda anne karakterini oynuyorsun. Karakterinden bahseder misin, nasıl bir anneyi canlandırıyorsun?
İlkokul öğretmeni, kocasını kaybetmiş ve kızının hastalığı ve ergenliğiyle tek başına uğraşmak zorunda kalmış bir kadın. Çok zor ve yalnız bir hayatı olduğu için anın içindeki küçük anlardan zevk almaya çalışan biri… Oyunun sonunda kızına ulaşabilmek için daha çok kendi de yüzleşmesini yapıyor ve kızının sorunları dışında kendi yüzleşmesini yaşıyor – hastalıktan, kızından bağımsız - ve depresyonunu kabul ediyor. Ondan sonra da iyileşme başlayacak bence; tüm gerçekçi karanlıklara rağmen umutla bitiyor oyun. Günümüzde herkesin kendine yer bulacağı bir motttosu var oyunun. Terapist anne sahnesi de - birçok sorgulamanın olduğu çok güçlü bir sahne bence- hele günümüzde terapinin de sokağa düştüğü, fazlasıyla dilimizde hayatımıza girdiği bir zamandayız. Etik doktor hasta ilişkisi - gibi birçok durum da sorgulanıyor oyunda -seyirciden geri dönüşlerde de o sahnenin dikkat çekiciliğinin iyice farkına vardık.
“Hikâyeci bir ruhum vardı”
Senin çocukluğun nasıl geçti, büyüme çağında Anna gibi olmasa da sorunlar yaşadın mı, sen de farklı çocuklardan mıydın?
Yaratıcı bir çocuktum, evet. İlkokulu birinci sınıfı atlayıp 4 senede bitirdim. Bu durumdan mı bilmem çekingendim ve uyumsuzluklarım olurdu. Bir kız çocuğundan - neden fark olsun kız erkek çocuğu arasında diyeceğiz ama var tabii ki- beklenmeyecek kadar yaramaz bir çocuktum. Ama matematiğim ve kompozisyon dersim hep 10’du. Belli ki hikâyeci bir ruhum vardı. Lisenin sonlarına doğru kilo problemi ve anksiyete ile uğraştım. Daha panik atak böyle dile düşmeden bana teşhis konmuştu hatta bir arkadaşım ‘Öncüsün valla’ der. Öncü bi anksiyete hastasıydım yani :)) Boğaziçi’nde kimya okurken doktorun tavsiyesiyle ilaç kullandım. Aslında anksiyete ruhun bir tepkisi, bir değişim gerek ve gerçeğinin habercisi; Nitekim okulu bitirip yüksek lisans yaparak oyunculuk okudum… :))
“Oyunculuk-yazarlık dışında yapmayı düşünebileceğim tek meslek psikiyatri olurdu”
Çocukluk travmaları bugünkü bizi oluşturuyor elbette ama o çocukluk travmaları da bize bağlı değil ki… O yüzden sanırım hayat boyu travmalar peşimizden geliyor. Bu konuda neler düşünüyorsun?
Bizim meslek için kaynak tabii o travmalar onlar, onlarla başa çıkış biçimleri sadece kendinin değil çevreden gördüğün bir yerinden şahit olduğun hikâyeler.
Psikiyatri bilimine sen nasıl bakıyorsun, senin yardım aldığın zamanlar oldu mu, düzenli olarak psikoloğa gidenlerden misin?
Belirli aralıklarla olsa da terapi hayatımda oldu. Çok yakın psikiyatrist arkadaşlarım var. Hatta geçen biri sordu galiba; oyunculuk-yazarlık dışında yapmayı düşünebileceğim tek meslek psikiyatri olurdu, 6 senelik temel doktorluk eğitimi de dâhil. Zira ben insanın en iyi haline gelme süreci ve şifalanma süreci ile hep çok ilgili oldum. Hastaneler, doktorlar (kötü örneklerinden bahsetmiyorum tabii ki) bana hep pozitif gelir, saflığa kavuşma, iyileşme ve doğum gibi şeyleri aklıma getirir birçok insanın aksine… Ama psikiyatrinin özellikle son zamanda ülkemizde kontrolsüzce hikayeleştirilmesine dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim oyunda da tartışılıyor bu. Mafya dizileri yerine insan ve ilişkilerle ilgili TV dizilerin olması, psikolojinin korkulacak bir şey olmadığının anlatılması için çok yararlı elbet bu tür yapımlar, ama sınırlar nerede bence dikkat etmek gerekiyor.
“Ben hep anne olmak istedim”
Anna gibi bir çocuğun olsa ne yapardın, sen anne olmak ister miydin, anne olmak üzerine düşündüğün bir dönem var mı?
Yakın bir arkadaşımın Anna gibi bir kızı var, role çalışırken onları da çok düşündüm açıkçası. Hem çocuk hem anne baba için çok zorlu bir süreç. Ama çaba ve sevgi ile mutlu son mümkün, ben buna inanıyorum. Bana gelirsek; ben hep anne olmak istedim. Dışardan asi ruhumdan beklenmeyen de bir anaç ruhum var. Sevgililerime, dostlarım ve arkadaşlarıma oradan davrandığım bir yer var. Yeğenlerim, arkadaşlarımın çocukları ile de yakın bağlarım var. Ben çocuktan enerji alıyorum esasen; kendi içimdekinden de çevremdekilerden de… O naiflik, temiz zekâ ve umut hayatın en önemli itici gücü benim için ve hep böyle oldu. Altın Portakal ödülünü alırken de yola devam edeceklere, çocuklara ithaf etmiştim ödülü.
“Sektörün zaman alan uygarlaşması çok uyumsuzluk da yarattı bende”
Aldığın eğitimler çok iyi; Avusturya Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Şan Bölümü, Akademi İstanbul, Roosevelt Üniversitesi… Eğitim senin için çok mu önemli ve oyunculuk anlamında bu eğitimlerin ayrıcalığını yaşadın mı?
Önemli tabii. Medeniyet için önemli bu, değil mi? Bilgi. Hep öğrenmek ama bizim sektörün zaman alan uygarlaşması çok uyumsuzluk da yarattı bende açık söyleyeyim. Bu ülke orman kanunları ile yürüyor ya bazı alanlarda, bu meslekte de var o tabii. Amerika’da 40 yıl önce konulan sınırlar, haklar, kurallar burada yeni yeni konuşuluyor vs. Hele bir kadın olarak. Ama bir yandan ‘me too’ hareketi de orada bile yeni oldu, kadın oyuncular eşit ücret talep eden ödül konuşmaları yapıyorlar. Hemen konuyu kadın-erkek eşitliği konusuna çektim ama temelde ataerkil bir toplumda bu coğrafyanın denklemlerinden, ne kadar modernleşmeye çabalansa da erkek oyuncunun yaşadığı zorluklar ve kadın oyuncunun yaşadıkları hemen ayrışıyor özellikle bu sektörde. O yüzden bu konudan da kaçamıyorum. Fakat artık, bu yaşımda, eğitimimin avantajını yaşıyorum. Zira kendi asi ruhum da biraz durulunca akla ve bilgiye sırtını dayayarak hayata, işine devam ediyorsun. ;))
“Boğaziçi’nde oyunculuk bölümü olsun hayalini kurdum hep”
Boğaziçi Üniversitesi’nin içinde bulunduğun durumu düşündüğünde neler hissediyorsun, seni bu durum nasıl etkiledi?
Zordu o zamanlar benim için, hep ikiye bölündüm; İsteğim başka, durumum başka idi. Belki de o yüzden hep daha özendim, daha değerli buldum oyunculuk mesleğini. Ben hep Boğaziçi’nde oyunculuk bölümü olsun hayalini kurdum Yale gibi, Harvard gibi… Bu ülkenin en iyi üniversitelerinden biri ve bu bölümler de olsun istedim hep. Şu anda Boğaziçi’nin hal ve gidişi ne yazık ki tam tersini gösterse de gün gelir devran döner diyerek halen umutlanıyorum. Ve orada aldığım disiplin, çalışma prensipleri çok işime yarıyor. Özellikle şu aralar bazı işleri ‘Boğaziçi’ni bitireceğim’ kafası ve sistemi ile yapıyorum. Çünkü çalışmak zorundayız ve ben kendimce yaptığım işi iyi yapmakla sorumluyum ama her zaman öyle büyük bir tutku heyecan olmuyor. Oysa bizim yaptığımız işin böyle bu boyutu diğer mesleklerden daha yoğundur, ama bazen de hiçbir farkı kalmıyor, önemli olan devam hep devam.
“Kolej mezunu biri olarak seçimi net göstermem biraz zaman aldı”
Kimya okudun, oyunculuk yapma hayalin çocukluktan kalan bir şey mi yoksa kendiliğinden mi şekillendi her şey?
Yok, ben ilkokuldan beri bunu istiyordum, lisede daha şekillendi. Ama mühendis anne ve baba çocuğu, kolej mezunu biri olarak seçimi net göstermem biraz zaman aldı. Ben çok çabalayarak oyuncu oldum ve bu yüzden de değerini bir başka bildim galiba, aynı şekilde hayal kırıklıkları da daha derin oldu belki zor bir yol yani, hele ülkenin içinden geçtiği fırtınaların kültür sanat ve popüler kültüre etkisini düşünürsek.
“Kategorizasyona da tekelleşme kadar karşıyım”
Bağımsız filmlerin aranılan oyuncusu olmak nasıl gelişti ve nasıl bir duygu?
Valla açıkçası bu tabiri sevmiyorum. Kategorizasyona da tekelleşme kadar karşıyım. Ben rolleri seçtim, değerli hikâyeleri seçtim; o da bağımsız filmler yönünde ilerledi ilk başlarda daha çok. Ve fakat sonra sektörün genel algısı kişiyi bir kategoriye sıkıştırmaya daha yakın olduğu için zorluklar yaşadım, yaşıyorum. Ama değişeceğini düşünüyorum. Çok popüler oyuncular bir bağımsız filmde oynayıp festivallere gidiyor ödüller alıyor, bunun tersi de mümkünse siz de beni çok farklı işlerde göreceksiniz bence.
“İrrasyonel süreçler yaşanıyor ve bu çok üzücü”
Tekelleşme mevzusu gündemdeyken, bu durum seni nasıl etkiledi, popüler işlerde yer almama, dizilerde seni daha çok görememe sebeplerinden biri de tekelleşme olabilir mi sence?
Olabilir değil oldu. Hadi kendime de paye vereyim; %50’si bendense %50’si de bu tekelleşmeden. Ama şu an ne yazık ki konuşulan mevzular aslen bu konu ile ilgili değil, bambaşka siyasal bir güç kavgası içinde sektörel konular ya da gerçek sorun tekelleşme dışında irrasyonel süreçler yaşanıyor ve bu çok üzücü. Zira tekelleşmeden bahsetmek yersiz ve yanlış zamanlı kaldı. Bu esas sorunun daha da büyümesini sağlayabilir hatta ve bu çok rahatsız edici ne yazık ki. Umuyorum ki yersizdir bu kaygılarım ve zamanla yapımcıdan, yönetmene, yazardan oyuncuya kadar herkesin destek vereceği bir reform yaşanır ve daha medeni hakkaniyetli şartlar oluşur.
‘Duygular ve düşünceler hakikat değildir’
‘Çoğunluk Bazen’ oyununa tiyatro severleri oyuncusu olarak sen davet et istiyorum. Oyunu neden izlesinler, oyuna dair neler söylersin, kendi cümlelerinle sen çağır istedim.
‘Duygular ve düşünceler hakikat değildir’ yaşananlar ve bunların etkileri gerçek olandır. Onu kovalayan gerçek bir hikâyemiz var, gelin size de anlatalım.
BARIŞ GÖNENEN- OYUNUN YÖNETMENİ
“BU METİNLE HIZLI VE DERİN BİR BAĞ KURDUM”
‘Çilingir Sofrası’ filminde kendisini izlemiş ve hayran kalmıştım. Genellikle de oyuncu olduğu projeleri takip ettim ama bu kez Barış yönetmenliğini yaptığı ‘Çoğunluk Bazen’ oyunu ile karşımızda.
‘Çoğunluk Bazen’ oyunu neden seni etkiledi ve yönetmeni olarak içinde yer almaya karar verdin?
2024'ün yaz aylarında oyunun yapımcısı ve aynı zamanda başrol oyuncusu olan Sena bana bu oyunu yönetmem için bir teklif ile geldi. Oyunu okuduğumda içindeki bağımlılık, çocukluk ve sevme biçimleri gibi kavramlar hali hazırda kendi hayatımda da çok tartıştığım, üzerine düşündüğüm şeyler olduğu için beni çok etkiledi. Bir yönetmen olarak bir hikâyeyi anlatma motivasyonum genellikle metnin benim de hayatıma bir şey söylüyor oluşu oluyor. Dolayısıyla bu metinle hızlı ve derin bir bağ kurdum.
“Mümkün olan en sade dille oyunu yönettim”
Metni nasıl sahneye uyarladın ve oyuncu kadrosunu nasıl belirledin?
Metni sahneye taşırken yönetmen olarak olabildiğince saklanmayı, hikâyeyi ve oyuncuları öne çıkarmayı amaçladım. Dolayısıyla mümkün olan en sade dille oyunu yönettim. Hikâye ve karakterler çok güçlü yazıldığı için yapacağım her ekstra hareketin seyirci ve hikâye arasına bir mesafe koyacağını düşündüm. Fakat yine de tiyatronun kendi imkânlarından faydalanmak bir iş üretirken çok zevk aldığım bir şey. Yer yer tiyatral bir dil kullanmaya ve hikâyenin ajite olmasını engelleyecek kararlar almaya çalıştım. Böylece seyirciyi bir duyguya zorlamadan hikâyenin karşısına değil de yanına almayı amaçladım. Sena zaten projenin başından beri vardı ve rolün hakkını vermek için elinden geleni yaptı. Selen hem yakın arkadaşım hem de yıllardır beraber çalışmayı çok istediğim, hayranı olduğum bir oyuncu, projeyi yönetmeye karar verdiğimde Renee rolünü ona teklif ettim. Terapist rolü için de ilk düşündüğüm isim İdil oldu. Role çok uygun olduğunu düşündüm ve hayal ettiğimden de iyi bir sonuç çıktı ortaya. Oliver rolü için ise çok uzun süren bir audition süreci oldu. Yirmili yaşlarının başında çok parlak erkek aktörlerle görüştüm. Olabilecek en doğru kişiyi bulmaya çalıştım. Ulaş bu şekilde dahil oldu oyuna ve gerçekten de olabilecek en doğru isim oldu. Sahne üzerindeki ve sahne arkasındaki inanç ve kimyadan çok memnunum.
“Oyun özünde büyümek ve sevgiyi öğrenmek ile ilgili”
Oyuna ilgi nasıl ve bu oyunu neden izlesinler?
Oyuna gelen seyircilerden çok iyi geri dönüşler alıyoruz ve ekip olarak yaptığımız işe inancımız artıyor. Bu oyun Psikiyatri Bilimi’ni tartışan bir oyun ama özünde büyümek ve sevgiyi öğrenmek ile ilgili. Dolayısıyla seyirci mutlaka kendi hayatlarına söylenmiş bir söz bulacak ve kendi büyüme hikâyeleri hakkında düşünecektir.