
Esin Sungur
Bu yaz neler okuyalım?
Sıcaklar kendini iyiden iyiye göstermeye başladı, Pazar günü için sıcaklıkların biraz daha düşmesi beklense de İstanbul’da da 35 dereleri gördük ve yaz bütün ağırlığı ile kentin üstüne çöktü… Benim gibi sıcakla başı hoş olmayanlardansanız, bir ağaç altında, hamakta, salıncakta, tatlı bir poyrazda elinizde akıcı bir kitapla uyuklamak yazın en sevdiğiniz hali olabilir. Hele bir de bazı kitapları kenara ayırıp onları yazın sakinlikte, tatilde okurum diyenlerdenseniz, işte tatil zamanı geldi ve kitapları okumaya başlayabiliriz…
Benim bu yaz tatili için elimde iki heyecanla okumakta olduğum kitap var. İlki, Önder Algedik’in İletişim Yayınları’ndan çıkan “Hepimizin Meselesi İklim Meselesi”. Geçtiğimiz günlerde Mutfak Dostları Derneği’nin “Gıdanın Geleceği; Hava, Su, Toprak” panelinde bir arada olduğumuz ve iklim meselesinin gerçeklerini, yanlış politika seçimlerinin sonuçlarını dinlediğimiz iklim ve enerji uzmanı Önder beyin kitabı ülkemizin iklim krizine bakışını, yapılanları, yapılmayanları, meclisteki çalışmaları verilerle herkesin anlayacağı şekilde anlatıyor ve “her şeye iklim değişikliği deme tembelliğinden” kurtulma yolunda bir adım atmayı sağlıyor. Bunu söyledikten sonra, “siyasetçileri değil bireyi hedefleyen bir farkındalık sektörü de karşımızda” ifadesiyle, aslında bireysel çabalara fazla kaptırıp, hesap sormamız gerekenleri unuttuğumuzu ve burada da doğru bir denge tutturmamız gerektiğini anımsatıyor. Zira kitabı okuyunca görüyoruz ki, aslında istersek hemen atabileceğimiz birçok adım var ama biz mücadele etmeyi ertelemeyi tercih ediyoruz. Burada politikacılara sesimizi yükseltmeye devam etmek zorundayız. Tam da zeytinliklerin madenlere feda edilmek üzere olduğu şu günlerde, gerçekten okunması gereken bir kitap…
Diğer yandan günümüz sisteminde enerji, politika ve iklim arasındaki bağları zihninizde en güzel şekilde oturtabileceğiniz, Türkiye odaklı olsa da, uluslararası gündemi de ele alarak “bilim dünyasının çıktıları ile hükümetler arasında bir sınır örgütü” olarak tanımladığı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC’nin hedeflerini ve çalışmalarını anlatan bölümleri var. Bu arada, 1.5 derece hedefinin artık gerçekçi olmadığını da üzülerek görüyorsunuz.
Yaz günü belki biraz iç karartıcı gelebilir ama gerçekler bunlar. Gerçek de bugünlerde ulaşması en zor şey olduğuna göre, boş vakit varken hepimizin en önemli gündemi olması gereken iklim konusundaki bu aydınlatıcı kitabı tavsiye ediyorum.
İkinci kitap ise; Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Yale Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü James C. Scott’un “İlk Devletlerin Derin Tarihi: Tahıla Karşı”. Türkiye’de ilk baskısı 2019’muş, o zaman keşfedememiştim. Yakınlarda 2024’teki ikinci baskısını edindim. Uygarlık tarihine tahıllar üzerinden bakan bu kitapta güzel bir soruyla karşılıyorsunuz; “Neolitik Devrim insanlığın tarihindeki en büyük atılım mıydı yoksa esasen çoğunluğun azınlığa hükmetmesinin vesilesi mi oldu?” Soru oldukça yerinde, kitabı okurken tarım devrimini başka bir gözle de değerlendireceksiniz. Tarımın başlamasıyla göçebelikten yerleşik hayata geçtik, devletler kurduk. Toplayıcılık bitti, peki geldiğimiz yerden memnun muyuz?
Yeri gelmişken, Koç Üniversitesi Yayınları’nı takip etmenizi önereyim. İstiklal Caddesi üzerinde Merkez Han’da gayet güzel bir dükkanları da var. Son derece enteresan ve niş konularda uzman isimlerin tarihi ve sosyolojik bakış açısıyla yazılmış kitaplarını basıyorlar ve üniversite yayını olduğu için olsa gerek, fiyatları oldukça uygun.
Gıda güvenliğinde bu yıl…
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün 7 Haziran Dünya Gıda Güvenliği Günü, bu sene gıda-bilim ilişkisi üzerinden ele alındı. Her yıl 600 milyon insanın gıda kaynaklı hastalıklara yakalandığının ve tedavi maliyetinin yıllık yaklaşık 15 milyar ABD doları olduğunun açıklandığı raporlarında, bu noktada özellikle mikroorganizmaları tanımada ve oluşturdukları riskleri anlamamızda bilimin katkı ve işlevinin önemine dikkat çekildi. Daha az zirai ilaçtan, doğru ısıda pişirilmiş gıdaya kadar, gıda güvenliği çok geniş üründen tabağa gelene dek kapsamlı bir süreci içeriyor ve “güvenli değilse gıda değildir” mottosu ile bence çok iyi anlaşılıyor.
Her yönüyle toplum sağlığını ve gelecek nesilleri etkileyecek bir konu olduğu için hükümetlerin mutlaka bilim insanlarıyla işbirliği içinde, verilere ve araştırmaya dayalı, mümkünse toplumla ve toplumlar arasında bilgi alışverişi içeren bir anlayış geliştirmesi büyük önem taşıyor. Mevcut durum analizi, olası riskler ve yarınlarda ne gibi güvenlik sorunları yaşanacağına dair bilim temelli politikalar üretmeden, bu alanda bilim üretilmesi ve eğitimi teşvik edilmeden devasa gıda güvenliği sorunlarının içinden çıkmak oldukça zor görünüyor…