Cesetten Öç Almak…

Geçen hafta toplumda yaratılmaya çalışılan “devlet algısı” üzerine yazdığım yazıda, devletin şefkat vaat eden yanından ziyade, cezalandırmaya motive yüzünün ön planda tutulduğunu ve tehdit unsuru olarak kullanıldığını ifade etmiştim. Bu tutumun ne denli acımasız boyutlara ulaşabileceğinin çarpıcı bir örneği de hasta hükümlülere ve tutuklulara yapılan muamele. Ortada ıslah edilecek bir insan veya beden kalmadığını elbette yargı mensupları ve affetme yetkisini haiz olan şahıs biliyor. Ancak konu özellikle siyasi olduğunda maksadın bir kişi üstünden toplum üzerinde korku iklimi yaratmak olduğunu da biz biliyoruz.

Tabii burada tutuklunun ve hükümlünün siyasi aidiyeti ve geçmişi önem arz ediyor. Hatırlarsanız Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne 2018 yılında “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkûmiyeti esnasında kalp damarlarının tıkanmış olması dolayısıyla hastaneye kaldırıldı, mahkûmiyeti de ertelenmedi ve sürdürüldü. Ta ki Devlet Bahçeli’nin 2020 yılının Haziran ayında yaptığı açıklamaya kadar. Bahçeli’nin "Ülkücü şehidimizin ağabeyi Mümtazer Türköne’nin davası tekraren ve titizlikle değerlendirilmelidir" çıkışından sonra Eylül 2020’de alınan Yargıtay kararı ile tahliye edildi. Hülasa, cezası kesinleşen ve sağlık durumu dolayısıyla tahliye edilmeyen Türköne, iktidarın küçük ortağı durumunda olan parti liderinin açıklamasından kısa süre sonra tahliye edildi. Sağlık sorunlarının kişinin tahliye edilmesi için yeter şart olarak görülmemesine karşılık, iktidar bileşenlerinin tutumlarının yargılama sürecinin yeniden gözden geçirilmesi ile sonuçlanabildiğini görüyoruz.

Herkes Türköne gibi iktidarın gücünü arkasına alamayabiliyor, dolayısıyla onun kadar şanslı olamayabiliyor. Nitekim 83 yaşındaki Mehmet Emin Özkan, henüz ispat edilmemiş bir suç nedeniyle 26 yıldır cezaevinde tutuluyor. 10’dan fazla ağır hastalığı var. Tuğgeneral Bahtiyar Aydın suikastına katılmakla suçlanıyor. Her ne kadar Ergenekon yargılamaları esnasında iki gizli tanık, Aydın’ın JİTEM tarafından öldürüldüğünü ifade etmiş olsalar da konumuz bu değil. Özkan’ın kollarına girmiş iki askerin yardımı ve bilekleri kelepçeli hâlde idrar torbasını taşıyarak yürümeye çalıştığı görüntüler yakın süreçte sosyal medyaya yansımıştı. Aynı konu, altı sene önce de benzer görüntüler ile gündemimize gelmiş, doktorların verdiği “cezaevinde kalamaz” raporuna istinaden avukatlarının tahliyesi için yaptıkları başvurular sonuçsuz kalmış ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmişti. Bu kararın insan olarak vicdani, vatandaş olarak da hukuki açıdan kabul edilebilir bir tarafı olmadığı aşikar.

Hasta hükümlüler üstüne konuşuyorsak Aysel Tuğluk olayına değinmemek mümkün değil. Kendisi 5 yıldır Kocaeli Kandıra Cezaevi’nde tutuklu ve hastane raporlarına göre bilişsel yıkım yaşadığı ve demansiyel süreçte olduğu ifade ediliyor. Buna rağmen avukatlarının infazının ertelenmesi yönündeki talepleri savcılık tarafından reddedildi. Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk 2017 senesinde Ankara’da hayatını kaybetmiş, cenazesine “Buraya Ermeni gömdürtmeyiz” sloganları ile saldırılmış, gömülse dahi çıkarıp parçalamakla tehdit edilmiş ve defin işlemi tamamlanmış olmasına rağmen, cenaze Dersim’e nakledilmek durumunda kalınmıştı. Dün Aysel Tuğluk’un siyasi aidiyetine yönelik kitlesel öfke, nasıl annesinin cenazesine saldırılmasına varan çirkin bir motivasyona dönüşüyor ise bugün de ruhen çökmüş, belki de hatırlamak istemeyeceği bir geçmiş ile bağını koparmış bir bedenin, hapishane hücresinde çürümesine sebep oluyor. Ezcümle; ne acı tükeniyor, ne de öfke…

Yaşanan saldırılar karşısında siyasiler tarafından yapılan açıklamalar, vaziyeti idare etmekten başka bir derde derman olmadığı gibi, satır aralarındaki “Ne olursa olsun kabul edilemez…” türü ifadeler ve cezasız kalan suçlar ise faillerin daha da cesaretlenmesine ve toplumsal gerilimin artmasına sebep oluyor. İnsan Hakları Derneği’ne göre Türkiye’deki cezaevlerinde 604’ü ağır olmak üzere 1605 hasta tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bu konudaki duyarsızlığın, intikam almaya odaklanmış siyasi tutumun ve yargı süreçlerine yapılan siyasi müdahalelerin, belirtilen sayıların katbekat üzerinde menfi yansımaları olduğunun anlaşılması ve devlet politikasının cesetten öç alma çizgisine indirgenmemesi gerekiyor. Bu duyarlılığı göstermek ve devletin şefkat vaat eden yüzünü ön plana çıkarmak da memleketteki politika yapıcılara düşüyor.

*Dertlerin azaldığı, huzur ve barış içinde bir yıl geçirmenizi dilerim efendim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi