Boray Acar
Çürüme…
Futbol yorumculuğundan aşk yazılarına, dış politikadan edebiyata, sanata, gastronomiye her alanda derin entelektüel pozlarla takılan ve son durağı iktidar yancılığı olan çaptan düşmüş köşe yazarı Haşmet Babaoğlu, geçtiğimiz hafta “Yenidoğan Çetesi”ni ele alarak başladığı bir yazı kaleme almış. Kanaat önderi misali, yapılması gerekenlere yönelik tavsiyelerde bulunmuş. Devamında da Özgür Özel’in Covid pandemisi konusunda söylediklerinden hareketle “Özgür Özel bazen öyle konuşuyor ki... Ülke yönetimi işlerine bulaşmasından Allah korusun... CHP’lilerin liyakat deyip durdukları şey bu mu?” diyerek anlam itibariyle birbirinden kopuk paragraflarla yazdığı yazısının bir paragrafını böyle tamamlamış. İktidar yancılığı denen şey, ülkede son birkaç haftada yaşananlara rağmen liyakatten söz etmeye yüzü tutacak kadar göze perde indirebiliyormuş demek ki…
Hatırlatmakta fayda var; Yenidoğan Çetesi faaliyetlerine başladığı dönemde İl Sağlık Müdürü olarak görev yapan kişi bugünün Sağlık Bakanı... Alın size liyakat... Haşmet Bey’in ve onunla aynı kıbleye secde eden diğerlerinin bu konuda söyleyecek sözleri var mıdır dersiniz? Bir siyasi partiyi desteklemek, takım tutmak basitliğine indirgendiğinde hiçbir şeyi tarafsız ve objektif olarak ele alamıyoruz. Rezaletin boyutu ne olursa olsun, koruma ve kayırma içgüdüsüyle hareket ediyor, yıpratmamaya öncelik veriyoruz; daha doğrusu veriyorlar.
Yirmi küsur yıllık AKP iktidarının en fazla övündüğü alan “sağlık” idi. Hastanelerin modernizasyonu, şehir hastaneleri –ihaleler ile ilgili iddialar bir yana– inkâr edilemez… Ancak; salt hastane inşa etmekle sorunun hallolmayacağı konunun uzmanı olan herkes tarafından ısrarla dile getirildi. Nasıl ki sağlık sisteminin başında liyakat sahibi bir bakan olması gerekiyorsa, o modern yapıların içinde de deneyimli hekimlerin olması gerekiyor. Aynı iktidar döneminde özel hastanelerin sayısındaki korkunç artış, devlet hastanelerindeki hekimlerin ekonomik olarak daha iyi şartlarda çalıştıkları özel hastanelere kaçmalarına sebep oldu. Bir de Cumhurbaşkanının “Giderlerse gitsinler!” diyerek açıkça teşvik ettiği beyin göçü sorunumuz var.
Bu yaşananlar sosyal devlet olamamanın tezahürleri… Neoliberal ekonomi politikalarının sonucunda temel hizmetlerin -göreceli- kaliteli olanından faydalanma şartı paraya bağlanıyor. Bu durumda da temel ve eşit vatandaşlık hakkı olması gereken sağlık, eğitim gibi hizmetlerin hızlı olanından da “parası olan” faydalanabiliyor. Ve gelinen noktada yaşananlar gösteriyor ki; vatandaş, ödeyeceği bedeli sadece parası ile değil denetimsizlik yüzünden canı ile de ödüyor. Gerçi bunda şaşılacak bir şey yok; bakanlarının, hastane sahiplerinden seçildiği sistemin önceliğinin insan olmasını beklemek safdillik olurdu.
İnsanlıktan nasibini almamış bir grubun, insanın en masum ve en temiz hâli olan bebeklerin canına kastetmesi işte bu sistemin neden olduğu çürümedir. Uzun iktidar süresinde bürokrasiye yerleşmiş, kök salmış, devlet erkânı ile yakın ilişkiler kurmuş kişi ve grupların “devletin savcısını ve aile üyelerini” ölümle tehdit edebilecek cüreti gösterecek güce ulaşmış olmaları, bu çürümenin sonuçlarından yalnızca bir tanesidir. Suça teşvik eden unsur; kurumların ve kuralların iğdiş edildiği, devletin aşiret yönetir gibi tek adam iradesi ile yönetildiği yeni düzenin alametifarikası olan cezasızlık kültürüdür.
Falanca şu partinin mensubu imiş, filanca şu örgüte üye olduğu için hüküm giymiş vesaire... Bunlar suyu bulandırmaya, meseleyi mecrasının dışına çıkarmaya ve suçu bir mahalleye mal etmeye yönelik nafile çabalardır. Lami cimi yok; bu rezaletin sorumlusu, şüyuu vukuundan beter hadiseleri toplum nezdinde normalleştirerek her geçen gün daha kötüsüne alıştıran sistem ve bu sistemi kuranlardır.
Sonuç olarak; yirmi küsur senelik iktidar deneyiminin serencamında liyakatsizliğin, ahlaksızlığın, suç eğilimlerinin ve yolsuzlukların pik yaptığı yerdeyiz. Umarım, toplum da bu çürümenin kaynağının farkına varır ve önüne gelen ilk fırsatta bu düzeni kuranlara en ağır cezayı verir…