DÜŞMAN ARANIYOR…

MHP, Türkiye siyasetini neden geriyor?
Ana muhalefet liderinin, Tayyip Erdoğan eleştirisinden mündemiç siyasi dili, sağ ve sol kavramlarının 18. yüzyılda kaldığını söyleyerek saplandığı ideolojik kısırlık, tarihi çelişkisi olması gereken insanların hatıralarına hüsnüzan ile yaklaşarak yaptığı aile ziyaretleri, Türk ırkçısı bir adamın ismini parklarda yaşatma çabası, alternatif politika üretememesi ve standarda bağladığı toplumsal karşılığına rıza göstermesi gibi olaylar göz önüne alındığında şu anki hâlinden pek de memnun olmayan toplum nezdinde sağ muhalefetin yükselmesine, Türk sağının birbirine düşmesine ve özellikle siyasi iktidarın küçük ortağının kaygılanmasına sebep olmaktadır.


MHP’nin “mutlak düşman” arayan siyasi üslubunu keskinleştirmesinin bana göre asıl nedeni, imajının sarsıldığını gösteren ve gerçekliği muhtemel anket sonuçlarıdır. HDP ve Kürt sorunu üstünden siyaset yapmanın sağ fraksiyonlar arasında paylaşıldığı, dini hassasiyetleri yüksek seçmen profilinin Tayyip Erdoğan tarafından konsolide edildiği siyaset sahnesinde, yeni karşılıklar yaratma girişimi stratejik bir hamledir. Devlet Bahçeli’nin, sosyal medya hesabı üstünden yaptığı açıklamalarında, “Saldırıların partisi ve ona bağlı örgütler ile ilişkilendirilmesinin komplo olduğunu” ifade ederken diğer taraftan da gazetecileri ve siyasetçileri -hem de isimlerini vererek- zımnen tehdit etmesi ironiktir. Devlet Bey, açıklama metninde vurguladığı, “Marjinal örgüt sevdalısı, terör ve bölücü meraklısı, tetikçi, tutsak ve turfanda zihniyet, emperyalizme turnike olan, karanlığın hasretini çeken” gibi ifadeler ile suçladığı isimlerin alet oldukları alçak planı ve pis oyunları, herkesin anlayacağı dilde ifade ederek kamuoyunu aydınlatmak durumundadır. Ahmet Davutoğlu için kullanılan ve Türkçede lider veya önder manasına gelen “serok” sıfatının, Devlet Bey başta olmak üzere parti ileri gelenleri tarafından ısrarla kullanılmasının maksadını anlamak için derin bir entelektüel birikime sahip olmak gerekmemektedir. Devlet Bey’in, basın ve medya mensuplarını hatlarını kendisinin belirlediği bir eleştiri kalıbına hapsetme arzusu, fikir ve ifade özgürlüğüne ket vurmaktır.
Siyasi iletişim dilini vatan ve millet sevdası üstüne kuran MHP’nin, Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un ve Ülkü Ocakları’nın yöneticilerinin, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Alparslan Tufan hakkında, “Ankara Başsavcı Vekili Alparslan Tufan kimin adamıdır? Yoksa Serok Ahmet’e mi bağlı çalışıyor?” şeklinde yapmış oldukları “Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhuriyet Savcısını” hedef gösteren açıklamaları yakışıksızdır. Bu açıklamalar yapıldıktan saatler sonra, bu yazının kaleme alındığı vakitlerde, bu şahıslar gıyabında hâlâ daha soruşturma açılmamış olması, “Adalet müessesesinin baskı altında olduğu” algısını yaratmaktadır.
Devlet Bahçeli’nin açıklamalarının şoku sürmekte iken siyasi muhataplarını, “İtlaf edilmesi gereken haşere sürüsü” olarak gören MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın yaptığı açıklamada, Ülkü Ocakları’nın “entelektüel ilim irfan yuvaları” olduğunu ifade ederken, tabanın aşırılıklarını delilikle özdeşleştiriyordu. Bu ifade, başbuğ miti ile tabanının kalbinde fikirlerinden ziyade varlığı ile yer etmiş olan Alparslan Türkeş’in, 1976 senesinde MSP’nin İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk tarafından canavarı yaratıp sonra baş edemeyen Doktor Frankenstein’e benzetmesini çağrıştırmaktadır. Müktesebatı, fikirden çok eyleme dönük, standardize edilmiş insan tipinden oluşan bir kitle kültürü yaratmak üstüne dizayn edilen Ülkücü Hareket’in en büyük yarası, ontolojik kökeninde eriyen fikir üretme çabasıdır. Türkeş’in “Davaya ihanet edeni vurun, ben edersem beni de vurun!” leitmotivinin yarattığı heroizm; düşünceden azade bir eylemselliğe kapılmış olan Ülkücü’nün hayat iksiridir.

Devlet Bahçeli, selefi Alparslan Türkeş’ten aldığı siyasi emaneti, komandoluktan ülkücülüğe evrilmiş tabanı tarafından eleştirilen ılımlı bir siyasi anlayış ile merkez partisine dönüştürerek, “sinik ve başarısız da olsa” iktidar deneyimi yaşatmış bir liderdir. Söz konusu pratik, siyasi ikbali için düşman yaratması gerekmediğinin ispatıdır.

Gazetecileri hedef alan saldırıların Hrant Dink’in ölüm yıldönümüne isabet etmesi, geride kalan 14 yılda linç kültüründen ileri gidememiş olmamızı hatırlatması açısından üzücüdür. Kendimi de içine dâhil edeceğim bir kesim tarafından, siyasi geçmişleri itibariyle eleştirilerin muhatabı olsalar da ılımlı bir üslup ile gazetecilik yapmaya çalışan insanların hedef gösterilmesi, demokrasi tarihimizin yüz karası olan gazeteci cinayetlerini yaratan psikolojik maluliyete menfez açması ihtimali açısından kaygı vericidir. Alametifarikası “gerilim” olan bir siyasi iklimde el yükseltmenin zararını görecek olan da iktidar ortaklarıdır.
Türkiye aydınının, bir güvercinin ruh tedirginliğini yaşamadan, fikir evreninin semalarında kanatlarını sonuna kadar açabilmesi için varılması gereken toplumsal mutabakat, demokrasi kültürümüzün olgunlaşması sürecinin olmazsa olmazıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi