
Mehmet Yaşin
Eczaneye değil mutfağa gidin! Gribe lezzetli çözümler...
Gözümü açtığımda karşımda Dante'yi gördüm. Bir ormandaydık. Ağaçların dalları eğri büğrü, budaklı ve garip görüntülüydü. Gövdeleri dikenliydi. Ağaçların tepelerinde geniş kanatlı, boyunları insan şeklinde, yüzleri, pençeleri kıllı korkunç yaratıklar vardı. Feryat edip duruyorlardı.
Ormanın kıyısından bir çamur nehri akıyordu. Fokur fokur kaynayan çamurun içinden arada bir el, ayak, baş çıkıyor, "imdaaat" diye bağırdıktan sonra tekrar kayboluyorlardı.
Çok sıcaktı. Dante, paçalarına yapışan ellerimden kurtulmak istiyordu. Ben ise bırakıp gitmemesi için yalvarıyordum.
Usta, karanlığa doğru inen dolambaçlı patikada bir ara durup bana seslendi: "Oğlum burada senin ne işin var. Önünde sonunda buraya geleceksin ama henüz vakit erken. Burası cehennemin 6. katı. Daha bir kat daha ineceğim. Ulu şair Virgil beni bekliyor. Hadi çek git."
Dante görüntüden çekilirken, elindeki dereceyi inceleyen bir adamın sesi kulaklarımda yansıdı: "39.4. İnatçı bir ateş. Parasetamol, bol sıvı, bol uyku... Ölmez meraklanmayın!.."
Bana cehennem kabusları gördüren, meğerse son günlerde etrafı kasıp kavuran grip virüsüymüş. 500 mg'lık iki parasetamolden sonra biraz gözümü açabildim.
Canım ne konuşmak, ne bir yere bakmak, ne bir şey okumak ne de düşünmek istiyordu. Kıpırtısız, ceset gibi yatıyordum.
Hastalık haberim, grip salgını gibi hızla yayıldı. Dostlarım telefonla sağlık önerileri yağdırmaya başladılar. Refika Birgül hemen ballı, bol karabiberli taze zencefil çayı içmemi önerdi.
Zencefil denince aklıma hemen Japonların milli yemeği Suşi geliyordu. Zencefil turşusunun, mayalanmış pirinç, yosun, çiğ balık karışımından oluşan suşiye çok yakıştığını biliyordum. Bu anımsamanın ağzımı sulandırmasına, yüksek derecede ateş bile engel olamıyordu. Utancımdan ağzımın sulandığını kimseye söyleyemiyordum.
Yardımcım, bir kimyager gibi hazırladığı içecekte Turunç, Osmaniye Köyünden getirdiğimiz özel çam balını, bir Güney Asya seyahati sırasında aldığımız karabiber tanelerini kullandı. Onları alırken, bir hastalık tedavisinde değil de lezzetli yemeklerde kullanmak niyetindeydim. Yardımcım havanda bu nadide taneleri döverken, ben satıcının anlattıklarını anımsamaya çalıştım: "Şeytan, kılık değiştirmediği zaman, işte bu biber gibi, siyah bulut rengindedir..."
TAVUK SUYUNA ŞEHRİYE ÇORBASI
Zencefil ise maalesef ki Zanzibar'dan değil de Kartal pazarından alınmıştı.
Refika'nın karışımını içerken aklıma hep Uzakdoğu gezilerim geldi. Kokusu oralara götürüyordu. Fincandaki çay bittiğinde, tüm vücuduma ter basmış, biraz rahatlamıştım.
Gelen tavsiye telefonlarındaki ortak yemek ise tavuk suyuna bol karabiberli şehriye çorbası idi. Oldum olası bu çorbayı çok severdim.
Hele limonlu terbiye, çorbayı damak çatlatacak bir lezzete ulaştırırdı. Hasta olmasam da, fişek gibi arpa şehriyeyle yapılan bu çorbayı sık sık içerdim. Onun için hiç nazlanmadım.
Bu çorba da beni hep liseli yıllarıma, muhallebicilere götürürdü. Önden tavuk suyuna şehriye çorbası, arkadan pilav üstü tavuk yerdim.
En çok hoşuma giden öneri ise duayen siyasetçi ve yazar Kemal Anadol'dan geldi: "At iki duble rakıyı, bak bakalım bir şeyin kalır mı!"
Ben de öyle olacağına inanıyordum ama paslı bir demir görünümündeki damağım buna izin vermedi.
Taze sıkılmış nar suyu (tam zamanı), portakal suyu, kekikli adaçayı, taze naneli, limonlu çay, ballı zencefil, tavuk suyuna şehriye çorbası derken, inatçı ateşim biraz olsun geriledi, aklımın çarkları yavaş da olsa tekrar dönmeye başladı.
Kitaplarımın, internet denen gayya kuyusunun derinlerinde dolaştıkça, grip virüsünü yenmek için acı ilaçlar yerine, lezzetli yemekler yemenin daha faydalı olduğunu gördüm. Örneğin narın, kırmızı Maraş biberinin, Taşköprü sarımsağının, Adilcevaz'ın cevizinin, lahananın, Kastamonu ormanlarından toplanan mantarın, Göynük'ün kızılcık tarhanasının, Marmaris balının, orta karar pişmiş kırmızı etin, Amasya Suluova'nın yeşil ve kuru soğanının, Datça bademinin, Trakya'nın koyun yoğurdunun, ıhlamurun, Bozburun'un adaçayının, Bozcaada'nın kekiğinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğini öğrendim de içim rahatladı.
Grip olunca antibiyotik peşinde koşuşturmanın ne kadar yanlış olduğunu da bu hastalık sırasında öğrendim. Okuduklarıma bakılırsa, böyle bir hazine dünyanın hiç bir yerinde yoktu. Türkiye'de insan sağlığına iyi gelen 9 bin doğal, 3 bin endemik bitki varmış.
Daha sonra internette değerli araştırmacı Ömür Akkor ile karşılaştım. Sanırım o da, bir grip virüsü ile mücadele ederken yaptığı araştırmada, Türk Mutfağında gribe iyi gelen yemekleri bulup çıkarmıştı.
Biraz daha kendime gelince, bu listeyi önüme alıp, teker teker yapıp grip olan tanıdıklarıma göndereceğim. Tariflere bakılırsa hepsi birbirinden ilginç lezzette yemekler. Eğer merak ediyorsanız, şimdilerde ateşim düştü, gözlerimin feri yerine geldi.
Hele Kemal Anadol'un "iki tek at bir şeyin kalmaz" önerisini de uyguladıktan sonra, bu beladan iyiden iyiye kurtulduğumu sanıyorum.
ŞİFALI YEMEKLER
*Sirkencübin (Mevlevi Mutfağı Konya)
Dört tatlı kaşığı bal, dört tatlı kaşığı üzüm sirkesi, dört su bardağı su ile hazırlanan bir şerbettir. Sirke, bal ve su karıştırılıp soğuk olarak servis edilir. 16. yüzyılda Hacı Paşa tarafından yazılmış olan “Müntahab-ı Şifa”da geçmektedir. Mevlana Celallettin Rumi’nin, “Bal ile sirke ölçüsü ayni olmaz ise sirkencübin güzel olmaz” dediği söylenir.
*Çorti aşı (Bitlis,Hakkari ve Muş Mutfakları)
Lahana turşusu, kemikli kuzu eti, nohut, dövme (buğday), sarımsak ve biberle hazırlanır. Yalnız kullanılan lahana turşusu salamura lahana turşusudur, sirkeyle yapılmaz. Çorti aşını yapmak için büyük bir tencerenin içine tüm malzeme konur ve etler iyice pişene kadar pişirilir. Nar kullanılan tarifi de vardır. Narın kabukları da içine atılır. Bu yörelerde lahana turşusunun adına çorti denir. Yemek ismini buradan almıştır.
*Badem Çorbası (Edirne sarayı Osmanlı Mutfağı)
Bu yemek, Şah Cihangir ve Beyazıt’ın 1539 yılında Edirne’de düzenlenen sünnet töreni ziyafetinde yer almıştır. Haşlanmış ve yumuşatılmış bademleri havanda dövün. Tencerede tereyağı ve unu karıştırıp kavurun, üzerine yeterince süt, su ve bademi ilave edip, bir taşım kaynatın. Çorba pişmeye yakın Hindistan cevizini ekleyip, altını kapatın. Diğer tarafta, tereyağını eritip et suyu ve maydanozla karıştırın ve çorbanın üzerine dökerek servis edin. Orijinal tarifte üzerine nar taneleri de serpilir.
*Şiveydiz (Gaziantep ve Kilis Mutfakları)
Tencereye kuşbaşı kuzu eti konularak hafifçe tavlanır, tuz ve su ilave edilerek haşlanmaya bırakılır. Et piştikten sonra içine önceden haşlanmış nohut ilave edilir. 2 cm’lik şeritler halinde doğranmış taze sarımsak ve taze soğan, et ve nohuta ilave edilir. Biraz piştikten sonra bir tencereye süzme yoğurt, yumurta ve un konularak, hafif ateşte sürekli karıştırılarak dumanı çıkana kadar pişirilir. Hazırlanan yoğurt ağır ağır, diğer tencereye dökülür ve servis edilir
*Cevizli Bat (Tokat mutfağı)
Yeşil mercimek haşlanır ve soğutulur. İki avuç ceviz içi, haşlanmış mercimek, domates, yeşil soğan, kuru soğan, reyhan, dereotu, nane, zeytinyağı, domates ve biber salçası, tuz ve karabiberle karıştırılıp asma yapraklarına sarılarak pişirilmeden servis edilir.
*Nardan Aşı (Diyarbakır mutfağı)
İnce bulgurdan un, tuz, kuru nane ve pul biberle yoğrularak misket büyüklüğünde köfteler yapılır. Bolca kuru soğan ve yeşil soğan tencerede kavrulur. Bu yemeğin en önemli özelliği soğanının bol olmasıdır. Soğanlar kavrulunca salçası ve parça kuzu eti eklenir. Etler de birkaç kez çevrildikten sonra, tencereye su eklenip kaynamaya bırakılır. Kaynayan tencerenin üzerine süzgeç konulur ve süzgecin içine de nar taneleri doldurulur. Yemek kaynadıkça nar suyunu bırakır. Pişmeye yakın narların üzerine biraz su dökülür ve narlar üstünden alınır. İçine bulgur köfteleri atılıp bir taşım daha pişirilip servis edilir.
*Melki (Bursa Mutfağı)
Şu mevsimde pazarlarda bolca bulunan melki mantarı 20 dakika haşlanır. Diğer tarafta, tavada bol soğan tereyağında çevrilir. Tuz ve karabiber ilave edilip haşlanan mantarlar da eklenir. Beş dakika daha pişen yemek servis edilir.
*Muhammara (Antakya Mutfağı)
Taze kırmızıbiberler et makinesinde ya da doğrayıcıda çekilir. İçine dövülmüş kuru ekmek, sarımsak, zeytinyağı, nar ekşisi, kimyon ve ceviz içi katılarak servis edilir.
*Tavuk Suyuna Şehriyeli Çorba ( Türkiye mutfağı* )
Kemikli tavuk göğsü bir saat haşlanır. Haşlanan tavuk didiklenip şehriyeyle birlikte tekrar haşlama suyunun içine atılır. Birlikte on beş dakika daha pişirilir. Diğer tarafta bir yumurta sarısı ve iki adet limon suyu çırpılarak, azar azar altı kapatılan çorbaya eklenerek servis edilir.
* Tüm dünya mutfağında tarifi olan bu çorba Fransızlara ait bir ilaç reçetesidir. Bizim şimdilerde restoran denince aklımıza gelen “yemek yenilen yer” anlamından çok önceleri restoranın anlamı, bu çorbanın ta kendisidir. Yani restoran ismi Fransızca “restaurer” (iyileştirmek, yeniden yapılandırmak anlamını taşıyan) fiilinden gelmektedir.
Tavuk suyu çorba, gribe karşı ilaç niyetine içilen en önemli yemeklerden biridir.