Gazze kanıyor…

Bazen eğriyi ve doğruyu ayırabilmek için, tüm sıfatlardan ve unvanlardan azade yalnızca insan olmak yeter. Zira hiçbir tarihi olgu, strateji, geçmiş acılardan beslenen öfke duygusu; sivil halka yönelen, özellikle de insanın en masum hâli olan çocukları hedef alan şiddetin ve zulmün gerekçesi olamaz. Ortalama bir insan için Ortadoğu coğrafyasının kaotik tarihinin üstünde bir Filistin ve İsrail gerçeği vardır. Vicdan sahibi ortalama bir insan içinse İsrail, zulmü; Filistin, mazlumluğu simgeler. İsrail’in, Batı’dan, özellikle de Amerika’dan cesaret alan gaddarlığı bugünlerde Netanyahu’da ve dava arkadaşlarında cisimleşiyor, Hamas’ın terör saldırısı bahanesiyle coğrafya kana bulanıyor.

Bu savaşın, yansıtılmaya çalışıldığı seviyede bir toplumsal karşılığı yok. Her iki ülkenin yurttaşı için de bu kavganın bitmesi, bölgenin huzura kavuşması isteği ağır basıyor. Bir yandan Hamas, diğer yandan İsrail’in sivil halka yönelik saldırılarının amacı, toplumları bu kavganın tarafı hâline getirmek. Öncelikle, ister devlet ister örgüt inisiyatifiyle yapılsın; sivil halkı hedef alan her türlü saldırı, adlı adınca terör eylemidir. Bir tarafta hastanelere ve evlere yağdırılan bombalarla öldürülen insanlar ne kadar terör kurbanı ise diğer tarafta festivalde eğlenen insanlar, parktaki anne ile çocuğu, ekmek almaya giden ihtiyar da bir o kadar terör kurbanıdır. Hiç kuşkusuz, terörün devlet eliyle yapılanı gerek ahlaki, gerekse hukuki açıdan daha sorunludur…

Hamas’ın saldırısı; tarihin akışı, bölgesel dengeler, dünya siyasasına etkisi dışında, özellikle kısa vadeli sonuçları itibarıyla şüphe yarattı... İç politikada açmaza düşen, yargıyı kontrol altına alma girişimleri toplu protestolarla engellenen faşist Netanyahu bu sayede nefes aldı. Ülkesindeki muhalif politik unsurları, kanlı emelleri çevresinde konsolide etti. Pamuk ipliğine bağlı olan iktidarına zaman kazandırdı. En vahimi de, fırsat kolladığı kanlı operasyona, bu sayede meşruiyet zemini yarattı. “Meşruiyet gereksinimi var mıydı?” diyemeyiz; sebepsiz bir operasyonun “Emperyalist Batı”daki karşılığı aynı olmazdı. Netanyahu’nun işleyeceği savaş suçlarını engellemeleri beklenmese de, askeri operasyona fiilen dâhil olmaları bu denli kolay olmazdı.

Tüm düşmanlaştırma girişimlerine rağmen, her iki taraftan gelen barış mesajları ve rasyonel yorumlar hala daha barışa yönelik bir umut olduğunu gösteriyor. Hamas saldırıları esnasında öldürülen Hayim Katsman’ın kardeşi Noi Katsman’ın barış mesajları veya İsrailli gazeteci Oren Ziv’in, “İsrail’in savaş suçu işlediği”ne dair söylemleri buna örnektir… Ortalık yangın yerine de dönse, candan bir parça da kopsa duyarlılık baki, vicdanlı insanlar için özeleştiri mekanizması çalışmaya devam ediyor. İsrail gibi bir ülkede -üstelik savaş ortamında- özeleştiri yapılabiliyor olması, yapanın da “terörist” olarak yaftalanmaması umarız ki birilerine de ders olur. Gazze gibi bir açık hava hapishanesinde yaşamaya çalışırken evlerini terk edip göç etmeye zorlanan, soykırıma uğrayan Filistinlilerin de farklı düşünmedikleri, barış ve huzur istedikleri aşikar…

Filistin meselesinin ve bugünlerde yaşanan tarihi trajedinin basit ideolojik saplantılara alet edilmesi, kendi tarihimizi güncellemek için kullanılması ve bu minvalde cihat çağrıları yapılması da akıl ve ahlak dışıdır. Bunu yapan ve aynı topraklarda birlikte yaşadığımız İslamcı marjinal tiplerin ortalığı bulandırarak hadiseyi dinler arası savaş gibi gösterme çabaları da, ulusalcı kafanın “Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizden değildir” hezeyanları da emperyalizmin kirli emellerine hizmet eder. Sorun vicdan sahibi her ülkenin sorunudur, sorun insanlığın sorunudur.

Tarihi Filistin meselesi; emperyalizmin yayılmacı politikalarının bir tezahürü, zalimin zulmü olarak görülmeli ve uzun vadede ona göre tavır alınmalıdır. Konjonktürel güç dengeleri açısından bakıldığında ise doğru olan TC’nin tutumudur, itidal çağrılarıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi