Görünmeyen Kadın: Vivian Maier

Bazı sanatçılar vardır görünmez olmayı sever ve seçerler. Onlar için dünya açık bir kitaptır, tepsidir onlara taze meyvelerini sunan. Onlar görürler ışığını da kurtçuğunu da elmanın. Onlar yakalar bir tebessümün altındaki hüznü.

Dertleri tanınmak, sevilip sayılmak değildir- en büyük tutkuları sokakları ve insanlarını, hayvanları ve hareketi gözlemek, gözlemlemektir. O yüzden de bu görünmez sihirbazlar göçüp gittiklerinde, kendi göz, el ve ruhlarıyla yakaladıkları dünyalarını bizlere geride bırakırlar. Peki kimindir artık bu asar? İşte bunu düşünmenizi ve kendinize sormanızı isterim kendini hayatı boyunca gizlemiş olan Vivian Maier’ı sizlere anlatırken.

Onun fotoğrafları dünyanın en önemli müzelerinde ve sergilerinde yer alıyor olabilir ama öldükten sonra ortaya çıkan kutu kutu negatif film, fotoğraf ve videolardan mürekkep bir koleksiyon tesadüfi şekilde ortaya çıkana kadar o dadılık yapan, kimsenin tanımadığı bir kadındı. Ve böyle kalmayı tercih etti. O yüzden bugün onun eserlerine bakınca, belki de ona haksızlık ediyoruz diye düşünüyorum. Ama aynı düşünce ile Max Brod’a da kızmak gerekir zira o en yakın arkadaşı Franz Kafka’nın son isteğini yerine getirmeyip tüm yazdıklarını yakmamıştı- şayet vasiyetine uymuş olsaydı bizler de bugün bir kısa Kafka hikayesinden başka bir şey okumamıştık. Vivian Maier konusunu bu şekilde değerlendirip geride bıraktığı 100 ile 150 bin karesi için müteşekkir olarak rahatlayabiliriz. Yine de o kendini hiç göstermedi, sergi açmak istemedi, fotoğraflarını hiçbir dergi ya da gazeteye göndermedi- dolayısıyla koleksiyonu hasbelkader bir depoda bulunup dünyaya tanıtılınca ister istemez “sanatın gerçek sahibi kimdir” gibi tartışmaların da önünü açıyor. Sondan başa sarıyorum şimdi.

ABİ ŞİZOFREN, BABASI ALKOLİK, ANNESİ DENGESİZ…

Kendini bu kadar gizlemeye çalışan bir kadının hayatını önce bir film sonra bir biyografik eser için araştıranlar onun neden görünmez olmayı seçtiğini ailesini ve işini göz önünde bulundurunca az da olsun anladılar. O yayınevi gibi, “Everyman” idi yani herkesti. Ve her ailede olduğu gibi onunkinde de türlü türlü mutsuzluklar vardı. 1 Şubat 1926 yılında Fransız bir anne ve Avusturyalı baba ile Bronx, New York’ta doğdu. Kendi annesi evlilik dışı bir çocuk olarak Fransa’da bırakılmış, anneanne Amerika’ya gelip muteber malikanelerde aşçılığa başladıktan sonra kızını Amerika’ya aldırmıştı. Baba figürü kurabiye fabrikasında çalışıyordu. Pek ortalıkta yoktu. Çiftin Vivian’dan önce bir oğulları oldu fakat iki aile de oğlanı farklı isimlerle farklı zamanlarda vaftiz ettirdiğinden de anlaşıldığı üzere daha başlangıçta paylaşamama gibi sorunlar vardı. Zaten Vivian doğduktan hemen sonra anne babası ayrıldı. Anne, oğlunu kocasının ailesine bırakarak kızını alıp Fransa’ya döndü. Abisi hayatı boyunca farklı isimler kullanacak, morfin bağımlısı olduğu için ordudan kovulacak, sonunda kendini akıl hastanesine teslim edip paranoyak şizofren teşhisiyle hayatının son yirmi yılını enstitülerde geçirecekti. Annesi, anneannesinin bile güvenmediği dengesiz bir kadındı. Babası ise şiddete başvuran bir alkolik. Dolayısıyla onun hayatını bir dedektif gibi inceleyen Ann Marks’a göre böyle bir aile geçmişine sahip bir dadıyı kimse işe almayacağı için hayatının büyük bir bölümünü gizleyerek, başkalarının evinde yaşayıp başkalarını izleyerek ve özellikle de kendisi çoluk çocuğa karışmamayı tercih ederek geçirmesi çok anlaşılır. O dramın dışında kalmak istiyordu. Sessizlik ve huzur arıyordu.

Çocukluğunu Fransa ve Amerika arasında geçiren Vivian Dorothy Maier 20’li yaşlarında fotoğrafı keşfetti. Annesinin fotoğrafçı bir arkadaşı ve onların sanatçı kadın grubu vasıtasıyla kendi başına fotoğraf çekme deneyleri yapmaya başladı. Genellikle fotoğraflarının çoğu önce New York sonra taşındığı Chicago sokaklarında, insanların dalgınlık veya aceleyle oradan oraya giderlerken, hayatın içinden dinamik anlardan ibaretti. Hiçbir eğitim almamış olmasına rağmen şu anda dünyadaki en önemli sokak fotoğrafçılarından biri olarak kabul edilen Vivian fotoğrafçılığı hayatı boyunca yaptığı dadılık işiyle beraber götürmüş, hatta bazen çocukları da yanına alıp tehlikeli sokaklara ya da mezbahalara bile dalmış bir kadın. Öldükten ve ünlendikten sonra baktığı ailelerle röportaj yapanlar onun bir tür canlı “Mary Poppins” karakteri olduğunu söylemişler- biraz ürkütücü bir Mary Poppins. Çocuklara iyi bakıyormuş bakmasına ama her taşındığı eve, ki hayatının büyük bir kısmında iki ayrı aileyle yaşamış, kimseye göstermediği yüzlerce kutu fotoğraf malzemesi ve negatif filmiyle geliyormuş. Erkek kılıkları giymeyi tercih eden, bazen fazlasıyla katı ama bir o kadar da çocuklara korunaklı banliyö hayatlarından çok daha büyük bir evren olduğunu göstermek istediği anlatılıyor.

vivian-maier.jpg
Vivian Maier

ŞEHİR HAYATININ GÖRÜNMEZ GÖZÜ

Baktığı çocuklardan bazıları onu, “sosyalist, feminist, film eleştirmeni, açık sözlü bir kadın” olarak tarif etmiş. 1950’lerin sonunda Fransa’daki bir akrabadan biraz miras kalınca hayalini gerçekleştirmeye karar veriyor ve dünya turuna çıkıyor. 1959-60 yılları arasında Filipinler, Tayland, Hong Kong, Vietnam, Maezya, Singapur, Hindistan, Yemen, Mısır, Yunanistan, Türkiye, Suriye, Lübnan İsviçre ve Fransa’da geziyor ve buralarda da fotoğraf çekmeye devam ediyor. Kimi gün yüzü görmemiş binlerce rulo filmi muhafaza etmek kolay olmasa gerek dolayısıyla 2000’li yıllarda artık onca kutuyu tek gözlü evinde muhafaza edemeyince bir depo ünitesi tutuyor. 2007 yılında tuttuğu deponun kirasını sekteye uğratınca depo müzayedecilere devrediliyor. Fotoğraflarını Chicago’lu bir emlakçı olan John Maloof ve birkaç kişi daha satın alıyor. Maloof’un amacı sanat eseri bulmak değil aslında- Portage parkıyla ilgili fotoğraflar arıyor. Fakat, Vivian’ın fotoğraflarını bastırdıkça elinin altında müthiş bir yetenek olduğunu anlıyor. Fakat hala Vivian Maier’ın kim olduğunu bilmiyor. İki sene sonra Vivian artık 83 yaşında fakir ve yalnız bir şekilde yaşarken buzda kayıp ölünce Maloof online aramalarında Vivian’ın ölüm ilanını buluyor. Ve ondan sonra hayatı çorap söküğü gibi ortaya koyuluyor. 2013 yılında Maloof 85 bin dolar toplayarak “Finding Vivian Maier” adlı bir belgesel çekiyor. Belgesel için Vivian’ın dadılık yaptığı evlere girip hayatını araştırıyor. Bu ilginç belgeselle Vivian’ın hayatının detaylarını keşfediyoruz. Belgesel Oscar’lar dahil pek çok önemli yarışmada aday oluyor.

Maloof’un keşfi ve Vivian Maier’ın hayatını didikleyip tanıtmasından sonra adı Paris’te bir sokağa veriliyor, Maloof’un yarattığı fonlarla Chicago’daki film enstitüsü onun adına kız çocuklara burs veriyor. Fakat bu fotoğraflar kimin olmalı sorusu da ister istemez kimilerini rahatsız ediyor olacak ki 2013 yılında bir fotoğrafçı Maloof ve diğer fotoğraf sahiplerine dava açıyor. Bu yüzden de Illinois’deki bir mülk alınıp Vivian’ın eserlerini sergilemek için Maloof’tan her sene belli miktar para karşılığında açık tutuluyor. Maier’ın uzak akrabaları araştırılmış fakat bugüne kadar ondan kalan bu serveti talep eden olmamış. Bugün dünyanın belli başlı eleştirmenleri Vivian Maier’ı bir Diane Arbus klasmanında Amerikan şehir hayatının görünmez gözü olarak yorumluyor. O belki görünmek ve bilinmek istemiyordu, belki o yüzden pek çok karede kendisinin gölgesini izliyoruz. Sanatçının istediği yerine getirilmeli mi veya eser ne kadar sanatçının kalmalı tartışmalarını da sayesinde sıcak tutmaya devam ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi