Hüseyin Tapınç

Hüseyin Tapınç

Gündelik Hayat

Geçtiğimiz günlerde Zehra Çelenk, Diken’de yayımlanan köşe yazısına şöyle başlamıştı: “Canı istemezse artık kimse kimsenin mesajına, aramasına dönmüyor. Daha doğrusu bunun ilişkisel bir nezaket kuralı olması hali ortadan kalktı, ‘işine gelirse hemen, gelmezse hiç’ türünden tuhaf bir hal normalleşmeye başladı pek çok iletişim türünde.”

Bu iletişimsizlik halinin en yaygın görüldüğü alanlardan biri hiç kuşkusuz iş dünyası. Bu iletişimsizliği ülkenin ve iş dünyasının içinde bulunduğu ekonomik koşullara ya da genel bir keyifsizliğe bağlamaya çalışmanın bir anlamı yok. Bu durum bunlardan tamamen bağımsız.

Üstelik iş dünyasında egemen olmaya başlayan bir diğer iletişim biçimi en az iletişimsizlik kadar rahatsız edici, belki de ondan daha çok. “Biraz önce size bir mail gönderdim, buradan da haber vermek istedim” denilerek e-postayla eşzamanlı gönderilen WhatsApp mesajları, yani aşırı iletişim biçimleri bunun en tipik örneği.

İki uçta birden salınan bu tür nezaketsizlik örneklerini çoğaltmak son derece kolay; çok fazla zaman ve emek gerektirmiyor.

Nezaket konusunda kısa bir an için durmak istiyorum. Nezaket dediğimiz şey, aslında bir toplumun kendini denetleme biçiminden başka bir şey değildir. Nezaket, birbirini dikkate alma refleksinden beslendiği için toplumsal birleştiricilik işlevine de sahiptir.

Günümüzde nezaketsizlik gündelik hayatın sadece iletişim alanına damga vurmuyor. Bu haller trafikte de marketlerde de okullarda da çarşı pazarda da her yerde ve her an karşımıza çıkıyor.

En hafif deyimiyle nezaketsizlik olarak nitelendirilen bu durumlar, aslında toplumda egemen olan kuralsızlık atmosferinin ve, daha da önemlisi, toplumsal çözülmenin bir yansımasıdır. Toplum artık kendini düzenleme işlevini yerine getiremiyor; bireyler arasındaki inceliğin kaybolması ortak yaşamın dağılmasının en önemli göstergesi.

Kuralsızlık, gündelik hayatın en temel ilişkilerinde bile bir norm haline gelmiş durumda. Dolayısıyla, meselenin özünde, bireyler arasındaki ya da bireylerle kurumlar arasındaki yazılı olmayan sözleşmelerin bozulması yatıyor. Üstelik bu sözleşmeler bozulmakla kalmıyor; kuralsızlık üzerine inşa edilen yeni sözleşmelerin esasını güç, hükümranlık ve çıkarcılıktan beslenen bireycilik oluşturuyor.

İşte tam da bu nedenle, yazılı olmayan sözleşmelerin bozulmasıyla birlikte etik değerlerin ve ahlakın da erozyona uğradığının altını çizmek gerekiyor.

En basit insani ilişkilerde gözlemlediğimiz bu kuralsızlık iklimi, yalnızca yazılı olmayan sözleşmelerin temelini sarsmıyor. Artık günümüz Türkiyesi’nde, bireylerle kurumlar ya da kurumların kendi arasında geçerli olan sözleşmelerde bile bir kuralsızlık durumu hâkim. Bu durumu cezasızlık takip ediyor. Kurala riayet etmeyenin cezasız kaldığı bir toplumda yaşıyoruz.

İşin ilginç yanı, bu kuralsızlık ve cezasızlık hâli sadece ülkemize özgü bir durum değil. Bu durum, tüm dünyada egemen hâle gelmeye başlayan yeni bir düzenden kaynaklanıyor. Norm erozyonu dünya genelinde yaşanıyor. Toplumsal yapılardaki çözülme, sistem düzeyinde de karşılık buluyor.

Nezaketin yerini güç, kuralın yerini keyfilik alınca bu, yalnız bireylerin değil, kurumların ve sonrasında devletlerin de karakterine işliyor.

Bu yeni düzenin temelini, kurumları ve kuralları biçimsel olarak koruyan ama içini boşaltan rekabetçi otoriter demokrasiler oluşturuyor. Bu demokrasilere can veren de gerçeklik ötesi (post-truth) söylemlerin bizzat kendisi.

Gerçeklik ötesi söylemden kastedilen, gerçekle istediği zaman bağ kuran, istediğinde bu bağı kopartan söylemlerdir. Gerçeklikten bağı kopan bu söylemlerde gerçeğin yerini gerçek olmayan alıyor.

Geçmişte postmodern toplumları anlatırken gerçekliğin simülasyonundan söz ederdik; günümüzdeyse gerçekliğin artık ortadan kaybolmasından ve bunun gerçek olmayanla ama inandırıcı olanla yer değiştirmesinden söz ediyoruz. Gerçeklik artık temsil edilmiyor, farklı zeminlerde yeniden inşa ediliyor. Bugün yalan doğrunun yerini aldı; doğruluk, gerçeklik, hakikat, etik, ahlâk, her şey zemin kaybetti.

Gerçeklik ötesi (post-truth) nitelendirmesi bile yalan olanın egemenliğinin meşrulaştırılmasından başka bir şey değil. Bu meşrulaştırma mekanizmasının tek başına kendisi bile hakikat yorgunu olduğumuz bugünler hakkında ne çok şey söylüyor, değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hüseyin Tapınç Arşivi

HUTBE

18 Eylül 2025 Perşembe 07:00

S.E.S.

21 Ağustos 2025 Perşembe 07:00