İmamoğlu’nun “Değişim” hikayesi...

“Söz uçar” demiş olacak ki İmamoğlu bir süredir söz ve eylem ile başlattığı “Değişim” hareketinin veya iddiasının PR çalışmalarına Oksijen’de yayınlanan yazısıyla farklı bir boyut kattı. Seçim kampanyası sürecinde, Meral Akşener’e borçlu olduğu aktif rolüne rağmen yenilgiden kendisine pay çıkarmayacağı, hatta onu fırsata çevireceği belliydi. İmamoğlu’nun en büyük olma arzusu ve heyecanı, tartışmalı İstanbul seçimlerini kazanarak surda delik açtığı günlerden beri bilinen gerçek. Belki bu yüzden hiçbir zaman işine ve görevine motive yönetici imajı sergileyemedi. İktidarın baskısı altındaki yargının taraflı kararlarının ve mecliste azınlık olmasının yarattığı mağduriyetleri de politik ikbali için kullandı ve icraatlarından ziyade uğradığı haksızlıklar ile adından söz ettirmeyi başardı.

İmamoğlu, malum yazısına “Aydınlık bir geleceği kurmak için gereken yeni siyasetin ana hatlarına yönelik bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.” sözleriyle başlıyor. Hâlihazırda bir siyasi aidiyeti olması hasebiyle öncelikle partisini dönüştürmesi, kendi habitatını bu yeni siyasi anlayışa ikna etmesi gerekiyor. 

Yazıdaki “parti içi demokrasi” vurgusu, bu ikna sürecinde yaşadığı zorluklar açısından sağlam bir atıf olarak görülebilir. 

Muhayyilesindeki yere gelmenin, CHP’nin tarihi kronik sorunu olan “parti elitleri”nin icazetine bağlı olduğunu biliyor ve bundan şikâyetçi. Geçtiğimiz haftalarda o şikayetçi olduğu “parti elitleri”yle yaptığı kapalı toplantıları bir çelişki olarak göremeyiz. Zira; hedeflerini gerçekleştirmesi durumunda (köprüyü geçtikten sonra), kendi “elit”ini yaratacağını öngörmek zor değil.

İç ve dış politikada birçok konuda söz söyleme gayreti, konudan konuya atlamasına ve sadede gelememesine neden olmuş. Rusya-Ukrayna savaşından yapay zekaya, çevre krizinden Taksim Meydan düzenlemesine, ekonomik ve jeopolitik gerçeklere ve sosyal demokrat belediyeciliğe kadar birçok konu teğet geçilmiş, derinleştirilmemiş. 

Belki devam yazılarında meramını açıkça anlatır, bizler de merakımızı giderme şansına sahip oluruz.

Teğet geçtiği konulardan birisinde -ilk yazı acemiliği diyelim- “6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin ardından bizi bekleyen ikinci felaket ancak ortak akıl ve bilimin ışığında yerelde şekillenecek kararlı bir yol haritasıyla aşılabilir.” (“felaket”ten kastı sanırım İstanbul depremi) derken İBB Başkanı olduğunu unuttuğunu düşündürüyor. Ülke ölçeğinde bir yol haritasını hayata geçirecek iradeye sahip olmadığı aşikâr. Ancak; bu yol haritasını hazırlamak, topluma anlatmak ve bunun üstünden merkezi idareyi baskı altına almak için imkanları ve zamanları vardı. Hatta bunu aktif rol aldıkları seçim sürecinde de güçlü bir argüman olarak kullanabilirlerdi. Birtakım çalıştaylar düzenlendiğini biliyoruz ama bunun bir yol haritasına dönüştüğünü duymadık. Eğer varsa ve biz bilmiyorsak, duyuramamış olmaları da yine kendi ayıplarıdır.

Birkaç başlık üstünde özellikle duruluyor. 

Bunlardan bir tanesi Siyasi Partiler Kanunu; partilerin yapısı ve parti içi demokrasi sorunu ki, daha çok konjonktürel bir yakınma izlenimi uyandırıyor. 

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusuna gelince; seçim döneminde de gündemde olan bu konu, iktidarın muhalefeti -bölücülükle- vurduğu silahlardan bir tanesiydi. Bir zamanlar Tayyip Erdoğan’ın da makul bulduğu ve sonra alışılageldiği üzere lanetlediği bu konunun gündeme getiriliyor olması olumlu ve cesur bir çıkıştır. Bu bağlamda kayyum atamalarının eleştiriliyor olması da dikkate değerdir. 

Popülist siyasetin uzak durmaya çalıştığı mayınlı alanlardan bir diğeri olan “Kürt sorunu”na da değiniliyor. Ancak; ayrı ele alınması gereken Alevilik ve Kürtlük olgularının birlikte dile getirilmesi, riski daha geniş bir toplumsal zemine yayma veya “Kürt sorunu”nun özgül ağırlığını azaltma, toplumsal hassasiyetlerden sakınma çabası gibi algılanıyor. 

Zamanla samimiyet testine tabi tutulacağının farkında olunması ve çözüme dair yol haritasının cesur bir iletişim diliyle ortaya konması gerekiyor. 

Ayrıca; bu konuya alerjisi olan, hülasa sorunun varlığını inkâr eden çevreler ile “çak yapmaktan” ve farklı unsurlardan keyifle(!) nefret eden hasta ruhlu ırkçıların isimlerini parka/bahçeye vermekten şiddetle kaçınılması lazım. 

957. hafta eylemleri de engellenen Cumartesi Anneleri’nin 958. hafta eylemlerinde yanlarında olmak samimi bir başlangıç olabilir. Yazıdaki cesurluk vurgusunun içi ancak bu gibi eylemlerle doldurulabilir.

Yazının en irrite edici tarafı ise güçlü ve cesur liderlik vurgusu... 

Lider elbette güçlü, cesur, dirayetli, kararlı, kısaca liderlik özellikleri şahsında mündemiç olan kişi olmalıdır. İnsan, bunun özellikle dile getiriliyor olmasını sıradan bir Tayyip Erdoğan öykünmesi olarak görmekten alamıyor kendini. 

Son dönemlerin çaresizlik bildiren ifadesi ile bitirelim; “Yapacak bir şey yok”, benzerlikleri çok...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi