
Eda Yılmayan
“Kafeslere Kapatıldık”
Edebiyatta 60.yılını dolduran Nazlı Eray okurlarına büyülü bir dünyanın kapısını aralamaya devam ediyor. Son yayımlanan kitabı Hayatımın Müsveddesi’nde okuru bir bellek yolculuğuna çıkarıyor. Nazlı Eray’ın zihninde kendi ifadesiyle Miyazaki’nin çizimleri gibi evler, sokaklar, insanlar, caddeler aydınlanıyor, rengarenk ışıklara boyanıyor. Bazen Şişhane Yokuşu’nda 12 yaşında yaşamı yeni keşfetmeye başlayan bir çocukla geziniyoruz bazen de ahşap bir köşkte bakalit telefonun sesiyle uyanıyoruz. Dün, bugün, yarın… Zaman hızla akıp geçiyor. Kitabın sonunda ise bizi gözü yaşlı Mösyö Hristo karşılıyor. Hani Nazlı Eray’ın 1959 yılında henüz ortaokuldayken yazdığı kuş olup gökyüzünde süzülen Mösyö. Fakat bu sefer üzgün, bir cenaze alayında. “Birden dehşet içinde kaldım, şaşkındım. Önümden kahkahalarla geçen bu cenaze, benim cenazemdi. Bu dünyadan ayrılmam neşeli olmalı. Kimse üzülmemeli” diye yazıyor. Hayatımın Müsveddesi bir film şeridi gibi akan, bir yazarın belleğinden süzülüp hayal dünyasıyla buluşan bir metin. Bu romanı Eray omzu kırılıp belirli bir süre kısıtlı beden hareketleri içinde olduğu zaman yazmaya başlamış. Belki de o yüzden özgürlük vurgusu ön planda. Zaten özgür bir ruhu olmasaydı bizi bu hayal dünyasına nasıl sokardı bilinmez. Bir Bodrum yolculuğunda Nazlı Eray’la bir araya gelecektik fakat bu sefer benim hasta olmam sebebiyle telefonda söyleştik. Ancak bu yaz Şişhane’deki Frej Apartmanı’nın önünde buluşmak üzere randevulaştık.
Şimdi Nazlı Eray’dan Hayatımın Müsveddesi kitabını dinleyelim.
Kitabınız ismiyle müsemma Hayatımın Müsveddesi. Neden belleğinizdekileri müsveddeye çekmek istediniz?
Benim belleğime bir yolculuk olarak okunabilir ama belleğimde zikzaklar çizerek okunabilir. Çünkü belleğimde sadece geriye gitmiyorum, farklı yolara sapıyorum, bugüne geliyorum biraz yarın var. Dün kadar yakın bir bellek var. Çocukluğum var, mekanlar, kişiler, olaylar… önce zihnimde canlandı sonra renklendi. Belleğime bir yolculuk diyebiliriz ama bu bir otobiyografi değil!
Belleğe yolculuk yapmak kolay bir şey değil! O belleği kurcalarken neleri hatırlamak istediniz? Neleri unutmayı tercih ettiniz?
Her insanın hayatında kaybolmuş yıllar vardır. Benim hayatımda da var.
Hangi yıllar mesela?
Gençlik yıllarım. 30-37 yaş arası kayıp. Hatırlamıyorum. Beynim silmiş onları. Hatırlamak istemiyorum. Mesela hastane yıllarımı ilacın adına kadar hatırlıyorum ama beni hastaneye düşüren yılları hatırlamıyorum. Mekanik bir bağırsak düğümlenmesine sebep olan, iki buçuk yılımı hastane odasında geçirmeme neyin neden olduğunu silmişim. Bu çok acı hatırlamak isterdim. Hatırlayan arkadaşlarım var. Anlatmak istiyorlar, istemiyorum ama.
Çocukluk bölümünde şöyle bir ifadeniz var. “Bu dünya çocukluktu artık ulaşılması olanaksız. Bir yere sıkışmış, parlak ay ışığı gibi bir şey.” Çocukluğunuza yeniden dönmek o sözünü ettiğiniz ay ışığını yakalama hissini verdi mi size?
Çocukluğuma özellikle bir 12 yaşıma dönebilsem. Sabaha karşı kar yağışını Şişhane’deki evimizin penceresinden seyretsem.
Neden 12 yaş?
O zaman hayatın farkına vardım. Bu hayat benim için dedim. Dışarıda hayat var ve bu hayat benim yaşamam için verilmiş bir şey. Güvenim geldi, sokakta yürürken etrafı daha çok seyreder oldum, ağaçları, kuşları, binaları, Beyoğlu’nu, yazdığım şeyleri hissettim. Bu bana bir bilinç verdi. Miyazaki’nin anlatımındaki gibi nasıl her şey canlanıyor bu da öyle bir duygu benim için.
Son bölümde bir cenaze alayı bölümü de var. Kitabınızı okurken acaba bu Nazlı Eray’ın kendisini uğurlama kitabı mı diye de düşündürdünüz bana. Çünkü ‘Sen Bir Hatıra Olamazsın’ başlıklı bölümde ‘Kim seni hatıra yaptı?’ diye soruyorsunuz. Hatıra olmak sizin için neyi ifade ediyor? İhtiyarlıktan da dem vuruyorsunuz.
Öyle bir karma içinde yaşıyorum ki… 12-13 yaşındaki insanlarla da yaşıyorum, 30 yaşındaki insanlarla da… 60 ya da 90 yaşındaki insanlarla birlikte yaşıyorum. Onların hepsini ölçüyorum. 17-18 yaşında olmayı, hayatın kıymetini bilmediğim yaşlarımı yeniden yaşamak isterdim.
Keşke benim cenaze alayım kitapta yazdığım gibi olsa. Kahkahalar sokağı doldursa… Benim kitaplarımda ölüler çok vardır ve ölüler dirilerden daha canlıdır. Beynimizin çok azını kullanabiliyoruz. Farklı dünyalara gidip gelmeliyiz.
Ben eskiden çok özgürdüm çocukluğumda beri. Şu dünyada ne kadar zamanım kaldığını bilmiyordum diyorsunuz. Yaş almanın getirdiği birtakım kısıtlamalardan söz ediyorsunuz. Ne tür kısıtlamalar bunlar?
Ben büyük şehirleri seviyorum. Ama şimdi yapamayacağımı da görüyorum. Bu bir kısıtlama mesela. Bodrum’da yaşıyorum dört yıldır ama o eski Bodrum yok. Gerçi hiçbir yerde o eski hal kalmadı. Bodrum çok güzeldi bir zamanlar Bodrum’dan ayrılırken ağlardım.
Tenha, dalgaların sesini duyabildiğin, trafiğin olmadığı bir Bodrum’du.
Yaşadığımız çağ anksiyete çağı, panik, korku var insanlarda ya da elinden telefonu bırakamama hali var. Öyle bir şey ki birtakım yenilikler olsun istiyoruz ama insanlar bozulmuş. Sürekli bir gündem var. İnsanlar yoruldu. Dünya dönmüş. Bildiğimiz dünya geride kalmış, şimdi yeni bir dünya var.

Bu bozulmuşluğu teknoloji de mi aramalıyız yoksa var olan iktidarın insanları bezdirmesiyle mi açıklamalıyız?
İktidarın insanları birer küçük kafeslere kapatmasıyla açıklayabiliriz. İnsanlar ellerindeki telefonlara gömülüp unutuyorlar yaşananları.
“GENÇLER İÇİN ÜZÜLÜYORUM”
Bu baskı rejimi hayal dünyanızı, edebiyatınızı etkiliyor mu? Ne hissediyorsunuz?
Gençler eziyet görüyorlar burada. Dünya, hayat bu değil! Onun için çok üzülüyorum.
“En yalnız insan bile kalabalıktır” diye yazıyorsunuz. Nazlı Eray bana çok kalabalık gibi geliyor.
Çok kalabalık. Sabah Kadıköy’den Karaköy’e kalkan bir vapur gibiyim. Yapayalnız olduğum zaman bile kalabalığımdır.
Hayatınızın müsveddesini tutmaya devam edecek misiniz?
Evet devam edeceğim.
Nazlı Eray kimdir?
Ankara’da doğan Nazlı Eray, İngiliz Kız Ortaokulu, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji ve İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okuduktan sonra Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nda tercüman olarak çalıştı. Edebiyatçılar Derneği’nin kurucuları arasında yer alan Eray, Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucusu, Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) üyesi, 1977 ve 1978 yıllarında yaratıcı yazın dersleri verdiği ABD Iowa Üniversitesi’nin onursal üyesidir.
Yazmaya 1959 yılında henüz ortaokuldayken başlar. O dönem Mösyö Hristo’nun öyküsü ağızdan ağıza yayılır. İlk öykü kitabı ‘Ah Bayım Ah’ 1975 yılında yayımlanır. ‘Karanfil Gece Kuşu’ öyküsüyle 1988 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, ‘Aşkı Giyinen Adam’ romanıyla 2002 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı. Daha önce Güneş, Cumhuriyet, Radikal, Akşam gibi gazetelerde köşe yazarlığı da yapan Eray, yazılarını Düş İşleri Bülteni ve Gece Uçuşu isimleri altında topladı.
Çocuk kitapları da yazan Nazlı Eray’ın Frej Apartmanı’nın Esrarı adlı eseri, Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği’nin 2009 yılı En İyi Çocuk Kitabı ve En İyi Çocuk Kitabı Tasarım Ödülü’nü aldı.
Kitapları pek çok dile çevrilen yazarın ‘İmparator Çay Bahçesi’, ‘Orphee’ ve ‘Halfeti’nin Siyah Gülü’ adlı romanları ABD’de yayımlandı. ‘Monte Kristo’ ve ‘Rüya Sokağı’ öyküleri 2005’te İtalyan yönetmen Angelo Savelli tarafından L’ultimo Harem (Son Harem) adıyla oyunlaştırıldı. İtalya ve Türkiye’de sahnelendi.
Bu sezon Marilyn ‘Venüs’ün Son Gecesi’ kitabını Ankara Devlet Tiyatrosu oyunlaştırdı.