Kılıçdaroğlu ne yapmalı?

Muhalefeti destekleyen kitlelerin kahir ekseriyeti büyük bir değişim heyecanı yaşarken -benim de dâhil olduğum- sınırlı bir azınlık, bu heyecanı toplumun geneline yayma misyonu ile hareket etti, yazdı, çizdi ve konuştu. Bu seçim dönemini, geçmiş seçim dönemlerinden farklı kılan bu heyecanın bir nedeni vardı. Son birkaç senenin kamuoyu araştırmalarına göre toplumun en az yüzde 60’ı mevcut iktidarı başarısız buluyor ve değişmesi gerektiğini düşünüyordu. 

Bu eksende zuhur eden “Nasılsa kazanıyoruz” düşüncesi, aday tercihi başta olmak üzere tüm stratejileri gölgede bıraktı, önemsizleştirdi. 

Şüphesiz bu durum birilerinin de işine geldi ve bilinçli bir rehavet ortamı yaratıldı. Oy pusulasında “Erdoğan ve terlik”i yan yana getiren ironinin rüknü de bu rehavet hâliydi. Bundan sonra, tercihlerin isabetsizliğinin tartışılması, faillerin şeytanlaştırılması ve taşlanması iktidarın yaratmak istediği zemin… Kendi başarısızlıkları yerine muhalefetin sorunlarını konuşturmak da taktik stratejileri. 

Sonuca yönelik değerlendirmeler ve tartışmalar elbette olacak, olmalı da… Ancak iktidarın belirlediği zemin ve sınırlar dâhilinde değil. Kemal Can son yazısında; “Kimsenin haklı öfkesine, her ne niyetle olursa olsun ‘Ben demiştim’ heyecanına karşılık vermek gerekmiyor. ‘Ama bir de şunlar var’ demekten de geri durmamak lazım...” diyor. 

İktidarın konuşulmasını istemediği nokta tam olarak burası… 

Bu devam yazısının birinci nüshasında; yenilgiye sebep olan örgütsel zafiyetler, sosyolojinin doğru okunamaması, iktidarın menfi ve gayri ahlaki propagandasını kıracak iletişim stratejisinin üretilememesi ve saha etkinliğinin sağlanamaması üstüne konuşmuştuk. Aday tercihini de sonuçları ile ele alarak bu bahsi kapatalım. 

Aday tercihinin hemen seçim öncesinde kararlaştırıldığını düşünmek ve bunun üstüne retorik yapmak tam manasıyla bir aldatmaca. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yönelik hazırlıklara 2018 seçimleri sonrasında başlandı. Ana muhalefet partisi ile sınırlı bir operasyondan söz etmiyorum. Tayyip Erdoğan’a, gireceği son seçimlerde rakip olacak adayın ismi, siyaset âleminde nadir rastlanan geniş bir mutabakat zemininde kararlaştırıldı, kamuoyu bunun için hazırlandı. Liberal görünümlü iktidar yandaşı gazeteciler siyasi hazine bulmuşçasına bu algının yerleşmesi için çalıştı, adına yapılan belgesel filmlerle “partide paradigma değiştiren Kılıçdaroğlu’nun iktidara uzanan öyküsü” topluma anlatıldı. Geriye diğer muhalefet liderlerini ikna etmek, muhalefet partilerinin temsil ettiği toplum kesimlerini de bu karar çevresinde konsolide etmek kaldı.

Seçim öncesinde izlediğimiz perdeler; tiyatronun karar vermeye değil, ikna etmeye yönelik kısımlarıydı. İlla bir başarıdan söz edilecekse bu ikna sürecinin başarısından söz edilebilir. Altılı Masa, mutabakat zeminleri, helalleşme stratejisi ve bir araya gelmesi fantezi olarak görülebilecek siyasi çeşitlilik topyekûn Kılıçdaroğlu’nun adaylığını teyit etme stratejisinin bileşenleri idi. Kılıçdaroğlu’nun kendisi de bu stratejinin bir parçasıydı ve mesele aday olmaksa -ki öyleydi- rolünü hakkını vererek oynadı ve başardı. 

Bu başarısı onu, kendisi için yaratılan siyasi ekosistemde ciddi bir güç hâline getirdi. Siyasi geleneği itibariyle hizipten beslenen Akşener’in masadan kalkma girişiminin akim kalmasına ve kulağından tutulduğu gibi yerine oturtulmasına sebep olan şey de bu gücün yarattığı mahalle baskısıydı. 

Kılıçdaroğlu tüm bunları değişimin öncüsü olacağına, yani kazanacağına inanarak yaptı. 

Gelgelelim kimilerine göre “küskünler” kimilerine göre ise “kararsızlar” olarak adlandırılan seçmen bloğunu kazanmak için sarf edilmesi gereken efor, iç organizasyonu ayakta tutmak için tüketildi.

İktidardan memnun olmayan kitleler, tanıdık bir memnuniyetsizliği karanlık bir kaos ihtimaline tercih ettiler. Daha iktidar olmadan patlak veren krizler de tercihlerinde belirleyici oldu.

Sonuçta; Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı mindere çekebilecek dirayeti gösteremedi. İçerikten çok imajdan ibaret olan lider kültünü aşındıramadı, daha iyisini yapabileceğine toplumu ikna edemedi. 

Tek kelimeyle, tartışmasız olarak "kaybetti."

Bu süreçte vesile olduğu kazanımlar var, lakin henüz toplumda karşılık bulmadığı ve hatta bazıları alerji yarattığı için başarı statüsünde değerlendiremiyoruz. 

Zamanının mağdur muhafazakârları ile kurulan bağ ve Kürt halkının oylarının alınmış olması tartışmasız önemli kazanımlardır ve korunmalıdır. (Mağdur muhafazakârları kazanmak için yapılanlarla, AKP artığı partilere verilen gereksiz tavizleri karıştırmamak lazım..) Bu kazanımların korunabilmesi için; puslu havada pusuda bekleyen sol makyajlı faşist ulusalcılardan partiyi korumak gerekiyor.

Kılıçdaroğlu; herhangi bir mazeret arayışına girmeden, salt siyasetin geleneği gereği istifa etmelidir. Ancak, kazanımları miras bırakabileceği ve toplumda karşılık bulacak doğru lider profilinin önünü açmasının ardından…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi