Makûs Muhalefetsizliğimiz – 4

Türkiye’nin son yirmi senesini her ne kadar AKP ekseninde değerlendiriyor olsak da, bu dönem tarihe “Recep Tayyip Erdoğan Dönemi” olarak geçecektir. Partisinin çok üstünde olan, hatta çoğu zaman yol arkadaşlarının da onun ismi altında ezildiği ve silikleştiği bir lider profili… İç ve dış siyasette yapılan ve telafi edilmesi zor olan yanlışlara rağmen, “O ve çevresi” ayrımına tabi tutularak toplum nezdinde aklanmayı ve güçlü kalmayı, ne kadar sarsılsa da yıkılmadan ayakta kalmayı başarabilen bir imajı var kendisinin. Bunun nedenlerine uzun boylu girmeyi düşünmüyorum. Ancak; özellikle toplum vasatında yarattığı “bizden biri” veya “yürüdüğü zemini titreten irade” gibi vasıflarının – siyaseten herhangi bir sorunu çözmüyor olsa da – bu imajı destekleyen temel argümanlar olduğunu söyleyebiliriz. Hâl böyle olunca; AKP’nin yarattığı siyasi krizden bir iktidar değişikliği ile çıkma (başka bir seçenek de görünmüyor.) olasılığı, Tayyip Erdoğan’ın rakibinin kim olacağı sorusunda düğümleniyor.
Bu merkezden bakıldığında; oy oranı itibariyle ikinci parti durumunda olan CHP ve liderinin tutumu, her dönemde olduğu gibi önem arz ediyor. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bugüne kadar mevcut pozisyonunu kaybetmemek adına veya toplumsal karşılığının farkında olduğu için aday olma cesaretini gösteremedi veya müttefikleri ile mutabakatlarının bir şartı olarak aday olmadı. Aday gösterilmesine vesile olduğu -kazanma olasılığı zayıf- “düşük profilli siyasileri” kampanya dönemlerinde yalnız bırakarak da Tayyip Erdoğan’ın işini kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Bu stratejinin; “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” gibi yönetene keyfe keder yetkiler tanıyan ve kuvvetler birliği esasına dayanan bir modeli, ülkenin başına dert etmesi dahi başlı başına bir “af dileme” nedeni olması gerekirdi. Ancak; Ana Muhalefet Lideri’nin bu konuda kendisine herhangi bir sorumluluk isnat etmediği ve bu durumu biraz da kendi başarısızlığının bir çıktısı olarak görmediği, son dönemde adaylık ile ilgili niyetini açığa vurmasından anlaşılıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, birilerinin ifade ettiği gibi “bir proje” falan olduğunu düşünmüyorum. Belki; Baykal’ın siyasi hayatına son verme hedefi ile hayata geçirilen projenin kontrol dışı ve talihsiz bir neticesi olduğunu düşünebiliriz.
140Journos isminde, kendilerini; “Türkiye’yi anlamak için orijinal belgesel dizi ve programlar, nitelikli araştırmalar ve görsel hikâyeler üreten bir medya yayıncısı” olarak tanımlayan ve güzel de işler yapan bir medya kuruluşu var. “CeHaPe Zihniyeti” ismiyle yayınladıkları belgesel film, şu ana kadar 2,2 milyon kişi tarafından izlenmiş. Her ne kadar Tayyip Erdoğan’ın muhalefeti eleştirirken kullandığı iletişim dilinden alıntı yapılmış olsa da, CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu ile yakaladığı rüzgârı (!), partililerin ve parti dışından insanların anlatımları ile hikâye ettikleri bir çalışma olmuş. Dönemin gürbüz kalemşorlarından Nagehan Alçı ile deneyimli gazeteci Murat Yetkin de konuşmacı olarak filme dâhil edilmişler. Özellikle Nagehan Alçı’nın söylediklerine, Kılıçdaroğlu’nun siyasi pratiğinden habersiz kulak verirseniz, başarılı bir liderin iktidara uzanan öyküsünü dinlediğinizi düşünebilirsiniz. “…Kolay lokma CHP’den, sistemi tehdit eden Kemal Kılıçdaroğlu varlığına evrildi.”, “Vatikan(mecazen) yapısı ile kararlılıkla mücadele etme stratejisinin mimarı…”, “Seçim kaybettiği hâlde orada duruyor eleştirisini kabul etmiyorum, önemli bir dönüşümü de gerçekleştirdi…” gibi güzellemelerden müteşekkil bir demet yorum. Belgesel, bir partilinin şu ifadeleri ile sona eriyor; “Uzun ve onara onara yapılan bir süreç bu. Bu yol, evet şu an, döşenmiş hâliyle zafere gittiğini görüyoruz bu yolun. Ama her bir çakıl taşını bile yerine koyan, Sayın Genel Başkan.” Neredeyse Kemal Kılıçdaroğlu’na bile “Vay canına! Ne kadar büyük işler becermişim de farkında değilim.” dedirtebilecek türden, siyasal gerçeklerle bağdaşmayan bir dolu ifade.
Türkiye siyasetini takip eden ortalama bir yurttaşı hayrete düşürecek bir dönüşümden bahsediliyor. Tayyip Erdoğan’ın, “Bay Kemal, sen bir koyun dahi güdemezsin!” diyerek hafife aldığı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat yandaş bir gazetecinin gözünden, “üslubu ile siyasetin seyrini değiştiren” büyük bir lidere dönüştürüldüğünü (!) görüyoruz. Bunun, süreç ilerledikçe daha da belirginleşecek bir stratejik aldatmaca olduğunu herkesten önce Kemal Bey’in görmesi gerekiyor. Alçı’nın ve partililerin anlattığı parti içi siyasete dair atılımların toplumda bir karşılığı olmadığının görülmesi gerekiyor. Altını çizerek söylüyorum; siyaseten bir önemi olmasa da, toplumun güce olan inancı ile vücut bulan ve Tayyip Erdoğan ile de somutlaşan lider profilinin alternatifi olunamayacağı gerçeğinin görülmesi gerekiyor.
Bir “mega projeler” (!) partisi olan AKP’nin karşısına, kısır ve bayatlamış politik vaatlerle ve salt “dürüst ve güvenilir politikacı” imajı ile çıkılamayacağının görülmesi gerekiyor. Bu planlı stratejiyi bozarak tarihe geçmenin anahtarının, Cumhurbaşkanlığına aday olmak değil, güçlü, kapsayıcı, siyasi tutarlılığı olan ve toplumu ülke gerçekleri ile yüzleştirecek siyasi kıvraklığa sahip bir lider profilinin önünü açmak olduğunu kabul etmek, bunun için adım atmak gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi