Marchesa’nın önlenemez düşüşü: Eksantrik kelimesinin karşılığı Luisa Casati

Evet yine yollara düştüm. Ve yine, kaçıncı seferdir bilinmez, Venedik’teyim. Aslında burayı keşfetmeden önce Venedik beni hep itmişti; fazla turistik ve kalabalık geliyor, bu kalabalık yüzünden kanallarının kirli bir bataklığa benzeyen bir yer olduğu için hiç gidesim gelmiyordu… Sonra ne olduysa Venedik beni kendine çekti. Özellikle kışın, Thomas Mann’ın tasvir ettiği puslu sokaklarında, Byron’un şiirleri gibi dekadan ve şaşırtıcı, Ruskin’in işlediği taşlar gibi beni kendi içinde kaybetti, her seferinde labirentinin içinde zaman kavramını da unuttum, yön duygumu da. Venedik benim kaybolmaya geldiğim bir yer. Bu kayboluşlarımda mihmandarım bazı Venedik sakinleri oluyor. Yüz yıllarca unutulduktan sonra 20. yüzyılda yeniden keşfedilen Vivaldi’yi çocukluğum boyunca obsesif bir şekilde her gün dinlerdim, şimdi Venedik’te tekrar dinliyorum. Biyografilere meftun olarak ilginç ve tuhaf kişileri araştırmayı severim, onların başında da bugün sizlere anlatacağım bir diğer Venedik sakini var, o da Luisa Casati. Burada ne zaman Guggenheim Müzesi’ne gitsem, Luisa aklıma düşüyor çünkü bu villa onun meşhur parti eviydi.

BELLE EPOQUE ÇAĞININ EN RENKLİ KARAKTERİ

Luisa Adel Rosa Maria Amman olarak doğan, evlendikten sonra Marchesa titrini alan benim de kısaca Luisa Casati diye hitap ettiğim hanımefendi, 1881-1957 yılları arasında yaşamış Belle Epoque çağının en renkli ve müsrif karakterlerinden biri olup hayatının bir evresinde partileri ve kostümleri, sevgilileri ve sanat hamiliği ile sürrealist bir yaşam sürmüş, sonunda da bir o kadar sürünmüş bir kadındı.

Zamanının en zengin şahıslarından, tekstil imparatoru ve daha sonra kral tarafından kontluk unvanı bağışlanan Avusturyalı babası sayesinde Luisa ve ablası Francesca, Avrupa’nın en büyük miraslarının birinin üzerine kondu. Annesi öldüğünde Luisa 13 yaşındaydı, babasını da 15’inde kaybetti. Böylece daha 15 yaşında İtalya’nın en zengin kızları oldular. Bundan böyle Luisa yaklaşık 30 yıl boyunca sürdüğü yaşamla dünyanın en çok konuşulan ve yazılan kadınlarından biri oldu. Niye mi?

PIRLANTA TASMALI ÇİTALAR

Siz de pırlantalarla bezenmiş tasmalarla gezintiye çıkarttığınız çitalarınız olursa, üstelik bunları çıplak bedeninizin üzerinde sadece bir kürk giyip yaparsanız, ihtimal yüksek ki dikkatleri üzerinize çekersiniz.

Luisa çocuk yaştan itibaren verdiği partilerle zamanının pek çok sanatçısını ve sosyetesini kendi yanına çekti. Villasının koridorları zamanın en önemli sanatçıları ve fotoğrafçıları tarafından yapılmış ve çekilmiş portreleriyle doluydu.

luisa-casati-1922.jpg

GÜNLERCE KONUŞULAN PARTİLER

Partilerinde giydiği kıyafetler günlerce konuşuluyordu...

Bazen boynuna kolye yerine yılan takıyor, bazen yeni kullanılmaya başlanılmış elektriğin gücünden istifade edip onlarca ampulden mürekkep bir “elbise” giyiyor, geçici bir şekilde elektrik çarptığı için bayılıyor sonra partilemeye devam ediyordu.

Evindeki “uşakları” o Oryantalist bir tablodan hortlamışçasına halıların üzerine uzanınca tavus kuşundan yelpazeleriyle onu serinletiyor, sevgilileri ona şiirler yazıyordu.

20. yüzyılda modern balenin en önemli truplarından Ballet Russes onun hamiliğiyle raks ediyor, Jean Cocteau gibi şair ve yazarlar onun yanında bitiyordu.

EVLİ AMA AYRI HAYATLAR

Luisa daha 1900 yılında Markiz Camillo ile evlendi ama ikili uzun yıllar kağıt üzerinde evli kalsalar da apayrı hayatlar sürdüler. Luisa aristokrasi hayatından sıkılıp kendine daha özgün bir hayat yaşam inşa etmek için sanatçılarla görüşmeye başlamıştı. Casati Ailesi hep ayrı evlerde yaşadı ve bir çocukları oldu. Dolayısıyla daha 1900’lü yılların başında kendisi bir performans eseri gibi sanatçıların ilham perisine dönüştü- yani kendisini dönüştürdü. Saçlarını alev kırmızısına, tenini hortlak gibi bembeyaz gözükmesi için yapay boyalarla beyaza boyadı, gözlerini de kapkara sürmelerle.

AŞKLARIYLA DA DİLLERDE

1924’te pembe taşlardan yaptırttığı (ve bugün Venedik’te müze olan) villası sürrealist tabloları andıran sahnelere tanıklık etti. Meşhur partileri kadar aşkları da çok konuşulur oldu.

Bunların arasında belki de en namlısı kendisi kadar eksantrik ve evli olan yazar ve şair Gabriele D’Annunzio’dur. Luisa’nın hayaletimsi halleri şairi büyülemiş, onun ateşli hallerine bakarak Luisa’ya “yaşayan alev” olarak hitap etmiştir.

İkili inişli çıkışlı bir ilişki yaşamış ama bunun ötesinde Luisa, Louise Brooks gibi kadın sevgilileri de olmuş, kendi zamanının en önemli ressamları olan Boldini, Kees van Dongen ve Man Ray gibi sanatçıların patronu olarak kendini çizdirmiştir.

Maskeli mürettebatının kullandığı altın varaklı gondollarda gezintiye çıkar, meydanlarda verdiği partiler halkın şaşkınlıkla izlediği bir çeşit panayıra dönüşürdü. Partileri sadece Venedik’te değil Paris gibi yerlerde de verilir, bohem yaşamı herkes tarafından konuşulur olmuştu.

MİRAS TÜKENİNCE…

Heyhat tüm bu şaşaa ve heyecan 1920’lerin sonuna doğru bitmek durumunda kaldı- Luisa babasının muazzam mirasını şampanya içerek, kostümlerine ve sanat eserlerine harcayarak bitirmişti. Bitirmekle kalmamış daha o yıllarda 25 milyon dolarlık bir borç da takmıştı.

Dolayısıyla yavaş yavaş tüm tabloları ve evleri elden çıkarmaya başladı. Müzayedeler Luisa’nın servetinin numunelerini peynir ekmek gibi sattı. Coco Chanel’in alıcılar arasında olduğu iddia edilir.

1930’ların başında Luisa kendini Londra’ya attı. Orada bir göz evde yaşamına doldurulmuş Pekinez köpekleriyle, tarot falı bakarak devam etti.

Şayet kendine hoş bir kostüm icat etmek istiyorsa, çöpleri karıştırıp tüylerle boalar yapıyor, bir şekilde kendini süslemeyi başarıyordu.

Ama şu bir gerçek ki ona maddi yardımda bulunan arkadaşları ve sevenleri olmasa belki de 1957’yi göremezdi.

Luisa 76 yaşında kalp krizi geçirerek tek odalı evinde ölü bulundu.

Onu bulan arkadaşları cenazesine sahte kirpikler taktı, siyah ve leopar desenli elbiseler giydirdiler ve çok sevdiği doldurulmuş köpeği onu toprağa verdiler.

demeyer-casati.jpg

KİMMİŞ BU DELİ DOLU BAKIŞLI

Bugün belki çoğu insan bu yaşayan alevi hatırlamıyor. Marquesa markasını kullanan modacılar belki, filmciler bazen... Ona bir müzede rastlamanız daha mümkün; olur da şayet bir duvarda Luisa ile karşılaşırsanız, “Kimmiş bu deli dolu bakışlı eksantrik kadın” diyebilir, hızlı yaşamından illa “eğitici bir öykü” çıkarmayabilirsiniz ama 1920’leri düşünüp iç geçirebilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi