Muhalefet aynı başkanlık sistemine doğru at koşturuyor

Geçen hafta yurttaşlık kavramı üzerinde duracağımızı belirtmiş, Siyaset Bilimci Cangül Örnek ve Kamu Yönetimi Akademisyeni Fatma Eda Çelik’le yurttaş olarak nasıl bu kadar edilgen hale geldiğimizi, tüm gücü elinde bulunduran siyasi erk karşısında vatandaşın tek başına ne yapabileceğini ve kamusal alanın daralmasının sonuçlarını konuşmuştuk. Bu hafta ise Bolu Kartalkaya’daki yangının ardından topluma açık çağrıda bulunan ve herkesi aktif birer yurttaş olmaya davet eden Psikolog, Yazar Gündüz Vassaf’a sorularımızı yönelttik.

Bolu Kartalkaya’daki yangın felaketinin ardından yangınadurdiyorum etiketiyle paylaşımda bulundunuz. Topluma bir açık çağrıydı aslında. Madem denetim yok tüm insanları duyarlı ve bilinçli olmaya yönlendiren ve etiketlerle gördükleri eksiklikleri sosyal medyada duyurmaya çağıran bir mektup. Mesajınız aktif yurttaşlığa dair. Aktif yurttaşlığı nasıl tanımlayabiliriz?

Aktif yurttaşlık muhalefet hareketi değil. Risk gerektirmiyor, hepimizin doğal sorumluluğu. Muhalefet yapıyorum düşüncesiyle aktif yurttaşlığı benimsiyorsam bindiğim dalı kesiyorum demektir. Muhalefet mevcut iktidara karşı olmak değil mi? Oysa aktif yurttaşlık, toplumda herkesin, her vatandaşın, düzeltilmesi, giderilmesi gerektiğine inandıkları sorunlar için birlikte olması. Aktif yurttaşlığı sade muhalefet benimsiyor, partisinin ideolojisine alet etmek istiyorsa, hareketi, hareketin amaçlarını baltalıyor demektir. Felaketlerin mağdurları hepimiz olduğuna göre aktif yurttaşlık da ancak hep birlikte olur. “#Yangınadurdiyorum” hareketinde, çocuğumun okulunda gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını araştırmamda karşıt siyasi görüştekilerle birlikte olabilmeliyim. Bir AKP’liyle CHP’li aktif yurttaşlıkta birleşemiyorsa toplumun yarısını dışlıyor, hareketi başarısızlığa mahkûm ediyor demektir.

whatsapp-image-2025-02-14-at-18-11-41.jpeg
Foto
Sait Erol

Siyasi erkin tüm gücü elinde bulundurduğu bir ortamda aktif yurttaşlık nasıl olur?

Hiçbir iktidar doğal felaketlerden, kazadan, maden kazasından, yangından, depremden hoşlanmaz. En totaliter, otoriter lider de hoşlanmaz, beceriksizliğinin ifadesi olarak görülmesinden korkar. Yıllar önce, Sovyetler Birliği’nde, Taşkent’te deprem olduğunda Komünist Partisi rejimin başarısızlığı olarak görülecek paranoyasıyla medyanın deprem haberlerini vermesini yasaklamış, dünya gazeteleri depremi duyururken, Sovyet medyası bir süre sus pus kalmıştı. Aktif yurttaşlığı rejime karşı değil de ülkenin refahı için düşünüldüğünde, hareketi baştaki iktidar partisi, paranoyasının girdabına düşmezse herkesten önce benimser.

“VATANDAŞIN ROLÜ AKTİF YURTTAŞLIKLA YENİDEN TANIMLANABİLİR”

Şu an Türkiye’de aktif yurttaş olmak mümkün mü?

Devletlerin yapısı kanun hükmünde kararnamelerle değişmeye başlayınca, kaçınılmaz olarak yurttaşın siyasi partiler aracılığıyla rejimi denetleme gücü de elinden alındı ve yurttaş işlevsiz kaldı. İçinde yaşadığımız bu yeni rejimlerde vatandaşın rolü ancak aktif yurttaşlıkla yeniden tanımlanabilir. Otoritenin denetimsiz gücünün politikacılar için önlenemez bir cezbesi var. İşte Türkiye’den ibret verici bir örnek: Yakın zamana kadar başkanlık sisteminin diktatoryal gücünü eleştirip parlamenter demokrasi için vazgeçilmez diyen ana muhalefet partisi şimdi her fırsatta seçim isteriz diye topluma seslenir, parlamenter sisteme dönüşten söz etmezken aynı başkanlık sistemine at koşturuyor.

SOMUT SORUNLARA SOMUT ÇÖZÜMLER

Somut sorunlara somut çözümlerde yurttaş seferberliği. Yangın tedbirleri gibi küçük, risksiz sorunlarla başlayıp sonuç alarak güçlenmek, ona buna imza atıp vicdan temizleme hareketleri yerine hangi konuya eğiliyorsak ona sebatla sahip çıkmak, başarılarımızla güçlenip ufkumuzu genişletmek.

Peki eylemsizliği bireye yüklemek doğru mu? Bu sessizliğin bir tarihsel arka planı yok mu?

Eğer toplumda gördüğümüz eksiklikler karşısında şikâyet etmekle yetiniyor, sohbetlerimiz şikâyeti açık arttırma yarışına giriyorsa, bizi edilgenliğe, kötümserliğe, depresyona iter, sorunların müsebbibi olanlar edilgenliğimizle güçlenmiş olur. Dostlarımızla sohbetlerimizde şikâyetlerimizi “Ne yapabilirim”, niyetiyle takip edemiyorsak susalım. Sofralarımızda sağır kulaklara giden şikâyetler işe yaramaz. Ne yapabilirim’den kaçan şikâyet yarışındakileri susturup kapa çeneni demek bizi daha güçlü kılar. Şikâyetlerin acısı ve çaresizliği özel hayatımızda da bizi kovalar. Eşlerimizle, çocuklarımızla, anne babalarımızla ilişkilerimizi gerginleştirir.

“HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRADIM”

Yaptığınız çağrı etkili oldu mu?

“Yangına dur diyorum” çağrımla hayal kırıklığına uğradım. Sosyal medyada, basında ne kadar çok paylaşıldıysa da konu kapı komşuma, “senin de yangın tüpün var mı?” diye sormamla, evimde yangın tüpümün fotoğrafını sosyal medyaya yüklememle sonuçlanmadı. Bol destek lafı, o kadar. Oysa orada yangın çıksa ölecek benim çocuğum. Yangınlarla ilgili tedbirleri, yasaları araştırıp uzmanmış gibi konuşuyor, bir şey yapmaya gelince vicdanlarımızı ataletimizle susturuyoruz. Bu nedenle ikinci bir yangına dur diyorum çağrısında bulundum. Paylaşım da bulunanlara teşekkür eden ve şimdi onları eyleme davet eden. Yoksa potansiyel suçluyuz. Bir şey yapmadığımızı toplumca araştırmalı, tartışmalı, kendimize sormalıyız. Neden laf bol, eylem sıfır! Kimse devlet korkusu demesin. #Yangınadurçağrım, risksiz, herkesin katılabileceği bir hareket.

Kamusal alanın sadece Türkiye’de değil dünyada da daraldığını görüyoruz. Kamusal alan daraldıkça yurttaş giderek haklarının farkında olmadığı bir yöne mi gidiyor?

Chicago Okulu’ndan Milton Friedman, güneşin altında ne varsa özelleştirmenin yolunu açan liberal ekonomisiyle, ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher, Şili’de CIA darbesiyle Pinochet Cuntası ve Türkiye’de de ABD güdümünde 12 Eylül darbesinin iktisatçısı Özal’la özelleştirmeler, devleti kamu alanlarından uzaklaştırdı. Birçok ülkede hapishane, itfaiye, özellikle de eğitimle sağlık hizmetlerinin özelleştirmesine yol açtı, hak olan hizmetler ayrıcalık oldu. Günümüzde devlet kamusal alandan, sosyal hizmetlerden çekildikçe, yerini gözlerini hırs bürümüş özel şirketlerle köşe dönmeci müteşebbisler aldı. Bizlerse çocuklarımızı sözde eğitmek için dünyanın parasını alan özel okul sınavlarının kuyruğuna girerken, devletin iflas eden eğitim politikalarıyla ilgilenmez, okullarımızı denetlemez olduk. Başımıza ne geldiyse bize müstahak.

whatsapp-image-2025-02-14-at-18-21-40.jpeg

“ABD’DE YURTTAŞ ÇIRILÇIPLAK ORTADA”

Aktif yurttaş olmak çözüm mü?

Devlet kulu olmak istemiyorsak aktif yurttaşlık. Düzenle içiçe siyasi partilerin seçimden seçime akıllarına geldiğimizde reklam kampanyaları ve hedefe odaklı algoritmalarıyla oylarımızı tavlamalarının nesnesi olmak istemiyorsak aktif yurttaşlık.

Özelleştime odaklı Neo-Liberal ekonomide demokrasi kapitalizmi denetleyemez olduğu için aktif yurttaşlık. Sonsuz şikayetlerle edilgenleşmemize yeter diyeceğimize, yeter deyip, ne yapabilirim diye sorarak günümüze sahip çıkacağımıza inandığım için aktif yurttaşlık.

Demokrasi tanımının içi boşaltıldığı için aktif yurttaşlık.

Peki bu zaten muhalefet partilerinin görevi değil mi?

Konumuz muhalefet değil demokrasi. Bundan 250 yıl önce 1776 Anayasası’yla dünyaya örnek olan ABD bugün demokrasinin karşısında en büyük tehlike. Parti ya da şahıs diktatörlüğüyle ezilen Rusya, Çin, Kuzey Kore, şeriat boyunduruğunda Afganistan, Suudi Arabistan, İran, demokratik kelimesini ülkelerinin resmi adlarına sıkıştırıp, kavramı karikatürize eden Habeşistan, Kongo, Laos da değil. Devlet şiddetinin sıradanlaştığı bu ülkelerin yurttaşlarının demokrasiye duyarlılığıyla özlemi herkesten çok. Onları ideolojilerle aldatamaz, şiddetle rüyalarından vazgeçiremezsiniz.

Tehlike demokrasilerine toz kondurmayan, kendilerini dünyanın en özgür ülkesi ilan eden ABD rejiminden, bu masala kandırdığı yurttaşlarından, askerlerinden, yürütmenin tahtında başkanın kanun hükmünde kararnamelerle yasamanın olmazsa olmazı meclisi hadım etmesinden ve gücüne ters düşmekten korkan yargının temsilcileri hakimlerle savcıların sus pus olmalarından.

ABD’den başlayan yürütmenin yasama ve yargıyı kenara itmesi benzer ülkelere hızla yayılırken, kurumlar işlevini yitirdiklerinden yurtdaş çırılçıplak ortada. İlk akla gelen örnekler Macaristan, Türkiye ve Hindistan. ABD ve benzer ülkelerde demokrasinin temel kavram ve kurumlarının içinin oyulması aktif yurttaşlığa açık bir davet olduğu kadar kaçınılmaz da.

ABD’ye demokratik muhalefet en çok ülkenin içinden çıkmıyor mu?

Bakalım nereye kadar. Vazifesi yürütme ve yasamayı denetlemek olan Anayasa Mahkemesi geçen Temmuz ayında altıya karşı üç oyla aldığı bir kararıla ABD’de diktatörlüğün temellerini attı.

Muhalefet şerhi yazan Anayasa Mahkemesi üyesi bundan böyle ABD Başkanı ülkede herhangi bir güçten herhangi bir hareketi vazifesini ifa etmesine engel görüyorsa hükümete karşı bile darbe yapması meşru olduğu anlamına geldiğini söyledi. Gene aynı mealde siyasi rakiplerini de vazifesini yapmakta engel gördüğünde başkan onlara karşı suikast de tertipleyebilir. Bunlar benim değil muhalefet şerhi koyan anayasa mahkemesi üyesinin sözleri.

Diktatörlük diyebiliriz, legal otoriterlik diyebiliriz başka bir çok deyim bulabiliriz fakat hangi deyimi kullanırsak kullanalım yurttaşların ülkede nükleer enerji, iklim krizi, fosil yakıtlar, insan haklarında seferber olmaları gerekmekte. Seçimlerle iktidar belirleme hakkı olan yurttaş bu değişen düzende artık seçimlerin anlamını giderek yitirmesiyle kendi rolünü de aktif yurttaşlıkla yeniden tanımlama mecburiyetinde.

STK’ları nasıl görüyorsunuz?

Özellleştirme odaklı liberal ekonomileri benimseyen hem sağ hem de soldan siyasi partilerin işbirliğinde ilk çökerttikleri, demokrasilerin başka bir olmazsa olması sendikalar oldu. Bunun en çarpıcı örneğini İngiltere’de muhafazakar Thatcher hükümetiyle ardından da Yeni Sol diye aynı politikaları izleyen Blair’in başbakan olduğu İşçi Partisi iktidarında gördük. Benzer uygulamalar başka ülkelere sıçradı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaşta Moskova’yı kıble gören siyasi hareketlerin sesini kısmak isteyen kapitalist ülkeler çözümü bugün eridiğini gördüğümüz sosyal devleti geliştirmekte bulmuştu. Sovyetlerin çökmesi Çin’in de devlet kapitalizmine geçmesiyle yelkenlerinden rüzgarın gittiği hayal kırıklığında sosyalist düşüncedekiler de havluyu atıp eğitim ve sağlık gibi temel haklar da ayrıcalığa dönüşünce boşluğu STK’lar doldurmaya başladı. Sosyal adaletsizlik, insan hakları, doğanın katledilmesi derken STK’lar fon toplamak, davalarını duyurmak, imza toplamak, için birbirleriyle yarıştıkça da devletin temel vazifelerini üstlenmeye soyunmaları iktidar partilerine derin bir nefes aldırırken, seçmen potansiyelini yitirmek istemeyen muhalefet de kaçak dövüşmekte. Buyrun size aktif yurtdaşlığın kaçınılmazlığı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi