Mehmet Şandır

Mehmet Şandır

“ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİK” KADERİMİZ OLAMAZ

Türk Dış politikasında köklü değişikliklerin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz.


Türkiye, uluslararası ilişkilerini daha bağımsız ve çatışmacı bir tavırla tanzim etmeye başladı. Dış politikada bu kadar çok konuda ve bu kadar çok devletle aynı anda “çatışan ilişkiler” içinde olduğumuz bir başka dönemi hatırlamıyorum.
Durumu özetlersek, halen müttefikliğimizin devam ettiği ABD ve Avrupa Birliği ile birçok konuda ve birçok alanda ayrışan bazen çatışan politikalar takip ediyoruz. Rusya ile ikili ilişkilerimiz iyi görünüyorsa da Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında, Ukrayna-Kırım konusunda hatta Suriye konusunda farklı kamplardayız ve çatışan bir ilişkimiz var. Rusya, ABD, AB tüm itirazlarımıza rağmen PKK’ya destek vermeye devam ediyorlar. Fethullah Gülen’i bütün ısrarımıza rağmen ABD iade etmiyor. İslam ülkeleri özellikle de Arap dünyası ile ilişkilerimiz kopma noktasına geldi, Mısır, Suudi Arabistan ve bazı körfez ülkeleri ile Libya’da çatışmanın eşiğindeyiz. İran, dost görünür ancak, düşmanlarımızın yanında durur. Tarihen sabit ki biz İran’la asla stratejik bir işbirliği içinde olamadık olamayız.
İsrail’le “one minute”ten bu yana küsüz…Yunanistan bildiğiniz gibi…
Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege konularında/sorunlarında hiç müttefikimiz yok.
Dünya dengelerinin yeniden kurulduğu, küresel güçlerin küresel projelerinin çatıştığı yeni bir yüzyılın ilk çeyreğinde çıkarlarımızı ve milli güvenliğimiz korumak için karşı karşıya gelmediğimiz ülke hatta uluslararası kuruluş kalmadı diyebiliriz.
Sıfır sorun değil sorun merkezli bir dış politika…
Bu kadar yükün altından nasıl kalkacağız?
Bu çatışmacı ortamdan birliğimizi, egemenliğimizi, toprak ve siyasi birliğimizi koruyarak çıkabilmek için nasıl bir dış politika ve strateji takip etmemiz gerekiyor?
“Zaman ve mekan bütünlüğünde olanı doğru okumak ve olması gereken için bağımsız ve onurlu bir dış politika” deniyorsa; Bu çok değerli ve stratejik bir karar olacaktır.
Kendimi bildiğimde NATO üyesi bir ülkeydik. Yurtta sulh cihanda sulh ilkesinin güvenci içinde düşmanı az, sorunlu alanlara mesafeli bir dönem yaşıyorduk.
Rusya’nın tehditleri sonrasında, 1952 yılında NATO ve Batı’ya sığındık.
NATO’nun güvencesi altında “küçük Amerika” olmak hayalimiz, Kıbrıs meselesi ve 27 Mayıs ihtilali ile sona erdi. Yine güvendiğimiz dağlara kar yağmıştı…
Aslında dış politikada güçlü bir devlete sığınmak yaklaşımı Cumhuriyet Türkiye’sine Osmanlıdan miras kalan bir tavırdır. Güçlü devletlerin çatışan çıkarlarının ortasında “siyaset tahtıravellisi” kurmak da yine Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalmış bir dış politika tavrıdır. Sultan Abdülhamit bu siyaset yaklaşımı ile devletin ömrünü 30 yıl uzatmıştı.
Osmanlı’nın gerileme ve Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinde şartlar, sığınmacı ve dengeci bir politika takip edilmesini zorunlu kılabilir ancak bu politika anlayışını ve tavrını 21.Yüzyılda devam ettirebilmek mümkün mü?
Yeni Dünya Düzeni bize böyle bir fırsatı vermeyecektir.
Son zamanlarda dış politikada takip edilen bağımsız ve “Esnek Politika” anlayışı bir savrulma değil de “Devlet aklının stratejik kararı” ise bu bir devrimdir. Yeni bir dönemin işaretidir; Allah yardımcımız olsun…
Bir müttefike veya bir ittifaka dayalı politika takip etmenin artık bir pratiği kalmadı.
Kendini merkeze alan bağımsız dış politika yaklaşımı tüm risklerine rağmen denenmeli ve mutlaka başarılmalıdır. “Öğretilmiş çaresizlik” zincirlerini kırmanın zamanıdır.
Sayın Yalçın Akdoğan’ın “Türkiye bugün üç kıtada bölgesel bir güç olarak varlık gösterdiği gibi; NATO, AB, İslam Dünyası, Rusya ve Asya ekseni olmak üzere çok boyutlu bir diplomatik etkinliğe sahip” iddiası çok doğru olmasa da olması gerekendir.
Bilelim ki, artık, ABD’nin “stratejik ortağı” değiliz, AB’nin “aday ülke” statüsünde değiliz. NATO’nun güvenlik şemsiyesi artık bizi korumayacaktır.
Kendimizi kandırmayalım, kafamızı kuma sokmayalım, Osmanlı’nın son dönem düştüğü aşağılık kompleksine düşmeyelim; yeni bir yüzyıldayız ve yeni bir dünya kurulmaktadır, bunun farkına varmalıyız.
Başımızın çaresine gecikmeden bakmalıyız…
Yanlış hayaller de kurmamalıyız; İktidar çevrelerinin “Ayasofya’nın uyanışı aslında …Hilafet rüyasının, Osmanlı Milletler topluluğunun uyanışı… bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır” iddiası da bir başka FETÖ ihanetinin yutkunmasıdır.
Denenmişi denemek isteyenler her zaman olacaktır.
BENCE
Önce mutabakata varalım;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milli mücadele ile kurulan, Türk Milleti’ne dayalı bir milli devlettir, rejimi cumhuriyettir. Bu devletin kuruluş hukuku, kurucuların ortaya koyduğu ilkeler, 1924 Anayasa’sı ve Lozan Barış Antlaşması ile belirlenmiştir. Yeni bir hukuk düzeni arayışı gaflettir. Farklılıklarımız zenginliğimiz, milliyetimiz en büyük ortak paydamızdır. Kutsal değerlerimizin arkasına saklanarak Cumhuriyetle kavga etmek isteyenler; Millet, sizleri ve niyetlerinizi biliyor!
YAPILMASI GEREKEN;
Kendi gerçeğimizi yeniden keşfedelim; Coğrafyamızın jeopolitik değerini ve binlerce yıllık tarihimizin müktesebini yeniden düşünelim; kazanımlarımızdan vazgeçmeden, bağlantılarımızı koparmadan, evrensel hukuk ve değerlere bağlı kalarak Türkiye merkezli Türk Dünyası ve Gönül Coğrafyasına dayalı yeni bir dünya kurmalıyız.
Buna gücümüz yeter.
Hemen, üretim ve tasarruf seferberliği başlatmalıyız.
Geleceğimizi kendi kararımız ve kendi gayretimizle kurmaya mecburuz.
Doğru strateji doğru karar budur!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Şandır Arşivi