Mehmet Şandır
Neler Oluyor?
Bugün yeniden “ateşle imtihan” da mıyız?
Çıkmaz sokakta zorda mıyız?
DUVARA MI DAYANDIK?
Türk Milleti’ni temsilen bir milletvekili heyetinin APO’nun ayağına gitmesini teklif etmenin gerekçesi ne olabilir?
Neden “PKK’nın kurucu önderliğinin son düzlükteki görüş, düşünce ve kanaatleri alınmalı”, neden?
Öncelikle, yeni bir yüzyılın ilk çeyreğinde, yeni bir dünya düzeni kurulurken Türkiye’nin terör gündeminden kurtulması çok önemlidir; “Terörsüz Türkiye” sürecinin başarı ile tamamlanması zorunludur. Ancak, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” ihtimali göz ardı edilmemelidir!
Sürecin başarısı için muhatap alınan PKK olayı şöyle tanımlamaktadır; “Kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıkan ve Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK; Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözmek için Önder APO tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere devlet ve toplumla bütünleşmek için kendini fesh etmektedir” (Fesih kongresi sonuç bildirisi)
APO ise, “ Kürt olgusunun tüm boyutlarıyla Cumhuriyetin yasallığına dâhil edilmeli” diyor.
PKK, bildiğimiz PKK, APO, bildiğimiz APO...
Terörsüz Türkiye, APO’nun inisiyatifinde mi, insafında mı?
APO’nun aklına muhtaç mıyız mahkum muyuz?
Terörle mücadele için takatimiz kalmadı mı?
Terör üzerinden yapılan tehdit gerçekten güç yetmez boyutta mı?
Türkiye’nin terörsüz kalması mümkün mü?
PKK’nın silahları bırakmasına müsaade edecekler mi? Kendini fesh ettiğine ve silahları bırakacağına inanacak mıyız? YPG’yi, KCK’yı ne yapacağız?
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, “Milli Güvenlik Kurulu, PKK’nın artık silahlı bir örgüt olmaktan çıktığı yönünde karar alırsa bu meselenin hukuki zemini tahkim edilmiş olur” diyor.
Neler oluyor?
Duvara dayandık mı?
“Duvara dayanmak” birçok anlamda kullanılan masum iki kelimedir. Türkçede bir atasözünde geçer; “insan, yapacağı işlerde başkalarının yardımına ve desteğine değil, öncelikle kendi gücüne, bilgi ve becerisine inanıp güvenmelidir” anlamında...
Bu deyimi, Türklerin kahramanlığını anlatmak için kullanarak siyasi anlam yükleyen İngilizler olmuştur; Birçok milletin bir çok cephede savaştığı Birinci Dünya Savaşında ve Londra’da toplanan Savaş Konseyi’nde...
Savaş, İngiltere için Ortadoğu’da iyi gitmemektedir; Çanakkale geçilememiştir, Küt’ul Amare’den “utanç verici” bir hezimet gelmiştir..
1915 yılı ocak ayında, Savaş Konseyinde Deniz Bakanı Lord Winston Churchill tarafından önerilmişti; Gelibolu’da Türkler için “sınırlı bir cezalandırma hareketi” yapılacaktır; kısa sürede İstanbul’a ulaşılacak, Rusya ile güçler birleştirilecek, savaş zaferle bitmiş olacaktı...
Çanakkale Boğazı'na bütün güçleri ile saldırdılar; 18 Mart 1915'te , İngiltere ve Fransa donanması o günün akşamına kadar yenilginin acısını iliklerine kadar hissettiler; Savaş gemilerinden Bouvet, Irresistable ve Ocean batmış, Inflexiable, Gaulois, Suffren, Agememnon gemileri yaralanmış ve binlerce asker boğazın sularında yok olmuştu; Cin çarpmışa döndüler...
Karadan saldırmayı denediler; Türk kurmayının zekasının tuzağına düştüler; boş kıyılara asker çıkartarak pusuya düştüler. Sonuçta Çanakkale Boğazının ve Ege’nin serin suları onlarca savaş gemisine ve binlerce askere mezar olmuştu.
9 Ocak 1916 sabahı “geldikleri gibi geri gittiler” Savaş üç yıl daha uzadı...
Irak Cephesinde denediler; Küt’ul Amare kasabasında 29 Nisan 1916 tarihinde 6. Ordu Komutanı Halil Paşa yönetimindeki Türk Ordusu’na yenildiler. General Charles Townhend komutasındaki İngiliz ordusu 23.000 ölü ve yaralı verdikten sonra 4 general, 481 subay ve 13.100 er ile birlikte Türklere teslim olmuştu. Tarihçi Jan Morris’e göre “İngiltere, askeri tarihindeki en aşağılık” yenilgiyi almıştı.
İşte böyle bir havada toplanan Savaş Konseyinde İngiltere eski başbakanı Artour Balfour, “Türkler yolları kesildiğinde teslim mi olurlar yoksa sırtlarını duvara verip çarpışırlar mı? diye sorar; Başbakan David Lloyd George “çarpışırlar” der, Savaş Bakanı Herbert Kıtchener ise “teslim olurlar” diye cevaplar... (Barışa Son Veren Barış- Davıd Fromkin kitabından alıntı...)
O günlerin savaş muhabiri olan Sir Compton Mackenzie, “Sırtı duvara dayanmış olan Türk muhteşemdir” der anılarında...
Sırtını duvara dayayıp kanının son damlasına kadar savaşmak; vatanını, devletini, özgürlüğünü, onurunu savunmak Türklerin karakteridir.
Bunu tüm dünya deneyimleyerek görmüştür, tarih tescil etmiştir.
Ülkeyi yönetenlere hatırlatırım...