Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

İdare-i maslahatçılıkla bu kadar oluyor.!

Devlet, kurumlar, kurallar ve kültürden oluşur.

Kurumlar ve kurallar hakkında az çok bir fikrimiz vardır ama ‘devlet kültürü’ gibi soyut bir kavramın toplumsal algısı ve siyaseten anlamı muğlaktır.

Devlet kültürü, devlet adına ve devlete özgü yetkiyle karar alan ve uygulayanların kendilerini bağlı saydıkları yazılı olmayan kurallar, gelenek ve değerler bütünüdür.

Devlete ruh veren—hayat üfleyen—o kültürdür.!

Devlet kültürünü içselleştirmiş olanların özgün bir görev anlayışları vardır.

Devlet görevi, ‘isbat-ı vücut’ etmek, yani bir yerde var olma, salt orada bulunma, makamda oturma anlamında değildir; göreve başlayışla ayrılış arasında, hiçbir denetim ya da gözetim olmasa da kendi alanında ve seviyesinde, kamu yararına olumlu ve kalıcı fark yaratmaktır.

Şayet devlet görevlilerinin gelişiyle ayrılışı arasında hiçbir fark yoksa—yaratılmamışsa—orada olsa olsa Osmanlı’dan miras idare-i maslahattan söz edilebilir…!

Almanya Başbakanı Merz’in 30 Ekim Ankara ziyaretinde Erdoğan’la yaşadığı ‘Kopenhag kriterleri-Ankara kriterleri’ diyaloğu hatırlardadır. Merz, “Türkiye’de hukuk devleti ve demokrasi konusunda sorunlar, bizim yargının bağımsızlığı anlayışımızla bağdaşmayan konular var” derken Erdoğan, “Türkiye demokrasiyi dünyada en iyi işleten ve işleyen bir demokrasi ülkesidir ve bu konuyla ilgili de herhangi bir sıkıntısı yoktur” diyordu.

Benzer bir ‘sağırlar diyaloğu’ diğer Avrupa Birliği üyeleri ve AB yetkilileri ile Dışişleri Bakanlığı ve Bakan Bey arasında da var…

Avrupa Birliği Komisyonu’nun 2024 Türkiye Raporu’nda, “Başkanlık sisteminin denge ve denetlemeden yoksun olduğu, Parlamento’nun yasama ve denetleme işlevlerinin kalmadığı, yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı, kamu yönetiminin politize olduğu” tespitleri vardı.

Erdoğan-Merz diyaloğundan birkaç gün sonra, AB Komisyonu Türkiye 2025 Raporu’nu açıkladı; 2024 raporundaki aynı eleştiriler—aşağı yukarı aynı kelime ve cümlelerle—bu sefer daha da vurgulu yapıldı: “Parlamento’nun yasama ve denetleme yetkisi kağıt üstündedir. Yargı yürütmenin kontrolündedir; ikili yargı sistemi vardır”.

Dışişleri hemen ertesi gün raporun ‘yargı, temel haklar ve iç siyasi gelişmelere ilişkin’ kısımlarını ‘taraflı, ön yargılı ve mesnetsiz’ buldu. Bakanlık geçen yılki raporda da “Özellikle siyasi kriterler ve iç siyasi dinamikler konusundaki haksız [!] değerlendirmeleri” reddetmişti.

Dışişleri Bakanı üç gün sonra Finlandiya’da, hâlâ “AB Türkiyesiz, Türkiye AB'siz olamaz” havalarındaydı.

İşte sorun burada; ya AB’nin Türkiye’deki demokratik işleyişin ‘dünyanın en iyisi’ olduğuna ya da Türk tarafının ‘pek de öyle olmadığına’ ikna edilmesi gerekir. Ama yapılamıyor; AB ile ilişkilerde, yıllardır bir değişiklik, olumlu bir fark, ortak bir anlayış yaratılamıyor.

Akla ilk olarak TBMM AB Uyum Komisyonu geliyor.

Uyum Komisyonu 2003 yılında kanunla kuruldu.Komisyon, her yasama yılı sonunda bir rapor hazırlayacak, TBMM ve Hükümet’in bilgisine sunacaktı. Son beş yılda 13 yurt dışı gezisine gittiler ama sadece 5 kez toplandılar, tek bir rapor bile hazırlamadılar.

Ankara cenahı böyle…

Brüksel’de iki büyükelçimiz var; biri her başkentte olduğu gibi T.C. Brüksel Büyükelçisi diğeri ise Avrupa Birliği Nezdinde Türkiye Daimî Temsilcisi.

Daimî temsilci olan büyükelçinin neredeyse tüm eğitim ve meslek yaşamı—1989’dan bu yana—ya Avrupa Birliği’nde ya merkezdeki AB kadrolarında ya da AB ile ilgili eğitimlerde geçti. AB Daimî Temsilciliğindeki görev süresi neredeyse 10 yıl… Dil bilir, insan ilişkileri de iyidir. Eğitim, deneyim, birikim, yetenek olarak o kadroya daha uygununu bulamazsınız.

Gelin görün ki yetmiyor, yetmedi…!

Büyükelçi, 2017-2018 yıllarında da aynı görevdeydi. Bir yıl sonraki AB 2019 Türkiye Raporu’nda, daha o zaman, ‘başkanlık’ sistemiyle kuvvetler ayrımının, parlamentonun yasama ve denetleme işlevlerinin kalmadığı, yargının üzerindeki siyasi baskı nedeniyle bağımsız olmadığı tespitleri vardı.

Aynı büyükelçi 2023 yılında bir kez daha Daimî Temsilci olarak atandı. Aradan geçen yıllarda Dışişlerinin AB Başkanıydı. Ama bir yıl sonraki 2024 raporu da 2019’daki gibiydi. İki hafta önce yeni bir göreve atandı ama AB 2025 Türkiye Raporu da 2019’dakinin aynıydı. Yani on yıla yakın Brüksel’de AB Daimî Temsilciliğinde çalışmış, üstelik beş yıl da AB Başkanlığı yapmış olan büyükelçi ne Cumhurbaşkanı’nı ne Dışişleri Bakanı’nı ne de AB makamlarını Türkiye’deki ‘demokrasi’ gerçekliği konusunda aynı sayfaya getirememiş.

Şayet o bile getirememişse kim, nasıl getirebilir…?

Acaba kendisi demokrasinin ne olduğu ve Türkiye’deki hali pür melalinin farkında mı?

Şayet o değilse kimse değildir…!

Ama gerçeklik de orta yerde duruyor; hiçbir olumlu ve kalıcı değişiklik yok…!

Zaten böyle bir sonucu isteyen, arayan, sorgulayan, çabalayan da yok—kültür o kültür değil.!

Çünkü muhterem büyükelçi idare-i maslahat gereği ispat-ı vücut etmiş, yetiyor.!

Nitekim kendisi takdir edilerek şimdi de Lüksemburg’a gönderiliyor—otobandan 2,5 saat.

Diyebilirsiniz ki özel kanununun öngördüğü en temel görevi dahi yapmayan—her yıl vermesi gereken raporu hazırlamayan TBMM AB Uyum Komisyonunun hiç mi vebali yok?

Var da onlardan beklenen de idare-i maslahat…!

Öyle olmasa birileri, örneğin Meclis Başkanı ya da Cumhurbaşkanı, savsaklamayı sorgular, “Kardeşim niçin kanunla belirlenmiş görevinizi yapmıyorsunuz?” derdi ama demiyorlar.!

Devlet kültürünün dışlandığı, hor görüldüğü, kovalandığı, hatta cezalandırıldığı bir yönetim iklimine ‘idare-i maslahatçılık’ ve onun yozlaşmış değerler sistemi hakim oluyor.

İşte o zaman da böyle, bu kadar oluyor…!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi