Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

Rodin’in izinde, Kıbrıs’ın kalbinde sanatla yazılan hikâye

İngiltere’den Kıbrıs’a uzanan Erbil Arkın’ın ilham verici hikâyesi, Rodin koleksiyonundan, uluslararası bir üniversiteye ve 42 metrelik dev bir heykel projesine dönüştü. Sanata duyulan bu tutku, sadece bir koleksiyondan ibaret değil. Bu, bir halkın, bir toplumun kültürünü yeniden tanımlama projesi. Ve bu projeyi taşıyan iki vizyoner: Erbil Arkın ve Sinan Arkın. Rodin koleksiyoncusu olan Erbil Arkın; oğluyla birlikte kurduğu Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi (ARUCAD) ve geleceğe ilham verecek Asil Köylü Heykeli projesiyle sadece bir koleksiyoncu değil, kültürel bir miras inşa ediyor. Erbil Arkın ve Sinan Arkın ile Kıbrıs’ta buluştum, yarattıkları dünyanın içinde dolaştım. Sanat, vizyon, kökler ve Kıbrıs üzerine özel röportaj yaptım.

img-20250711-wa0025.jpg

“Sanatın bir ruha dönüştüğü o anı yaşadım”

Erbil Bey, sizi bu sanat yolculuğuna çıkaran ilk kıvılcım neydi?

Londra'nın beton sokaklarının çocuğuyum aslında, göçmen bir ailenin çocuğuyum, Londra'da büyüdüm. 1953 yılında Kıbrıs'tan Londra'ya göç ettik. Küçüklüğümden beri sanata ilgim vardı. 5 yaşlarında çizim kabiliyetim başladı. Çizim yeteneğim nedeniyle özel sınıflarda eğitim aldım. Hep odaklandığım “hayatımda boyamak ve çizim olacak.” Liseye gelince çok iyi bir İngiliz öğretmenim bana sanatı aşıladı. 16 yaşıma gelince galerileri, müzeleri gezmeye başladım. Heykelleri oralarda gördüm. Rodin’in ‘Öpücük’ heykelini de ilk kez gördüm ve inanılmaz etkilendim. Sanatın bir ruha dönüştüğü o anı yaşadım. Araştırmaya başladım. O zaman internet yok, bilgiye ulaşmak için kütüphanelere gittim ve Rodin’i araştırmaya başladım.

Sadece bir heykel görüyorsunuz, hayran oluyorsunuz ve bunu kim yaptı diye peşine düşüyorsunuz ve hikâyeniz değişiyor aslında.

Kim yaptı? Sanat nedir? Sonunda bir parça, bir resim, bir tablo, bir heykel ruhunu veriyor size. Ruhunu yansıtıyor. O ruhunu da siz hazmederseniz orada, hissederseniz o anda; o sanat sevgisi başlıyor. Bende öyle oldu.

“Koleksiyonerlik bir anda başladı”

Peki, ilk heykelinizi nasıl aldınız? Rodin koleksiyonunuz nasıl doğdu?

Bir gün bankaya giderken bir galeri gördüm. İçeri çekinerek girdim. Orada bir heykel gördüm ve ‘kendimi ispatlamak için’ satın aldım. Galeriden çıkarken köşede başka bir heykel gözüme çarptı ve o an büyülendim. “Bu Rodin mi?” diye sordum. “Evet ve satılık” dediler. Şaşırdım. O dönem cebimdeki parayla alma şansım yoktu ama galerici beni ertesi gün Sotheby’s müzayedesine davet etti. Bir Rodin heykelinin satın alınabilir olduğunu hiç düşünmemiştim. Ama söylediği fiyat, o an cebimdeki parayla örtüşmüyordu. Neyse ki adam ertesi gün Sotheby's müzayedesine gideceğini söyledi. “Gel benimle otur, belki bir şey çıkar” dedi. Adam bir iş adamıydı tabii. Bana da bir eser satabilirse komisyon alacak. Sonradan gerçekten çok iyi arkadaş olduk. Ertesi gün Sotheby’s'e gittik. Bir heykel çıktı açık artırmaya. Heykel sahneye çıktı, adam bana baktı, “Parmağını kaldırmak ister misin?” dedi. “Evet!” dedim. Heyecan arttı. Parmağımı kaldırdım. Teklif verdim. Sonra bir daha. Sonra bir daha. Ve bir anda heykel bana kaldı! İnanılmaz bir histi. “Ben gerçekten bir Rodin heykelinin sahibi olabilir miyim?” dedim. Oldum. O andan itibaren her şey değişti. O müzayedede ilk Rodin heykelimi aldım.

20250709-174908.jpg

Kaç yaşındasınız ilk heykeli aldığınızda ve sonra bir tutku başladı sanırım…

Tahminen kırk beş yaşındaydım. Belki elli de değildim. Öyle bir yaş. Evet, zamanla koleksiyon büyüdü. Rodin’in çevresindeki çırakları, onunla çalışan ustaların eserlerini de toplamaya başladım. Gitgide fark etmeden benim evim eskici dükkânı gibi olmaya başladı. Yani parçalar arttı, arttı, arttı. Yatak odamda, salonumda, daha pek çok yerde. Bir tutku haline geldi. Farkına varmadan evim sanat eserleriyle dolmaya başladı. Ancak bunları gizli tutuyordum. Ta ki üniversitemizin açılışına kadar...

“Sanatı estetikten öte, bir toplumsal dönüşüm aracı olarak görüyoruz”

Sinan Bey, o sanat sevgisi size nasıl geçti, babanızın etkisi ne oldu?

Sinan Arkın: Her zaman hayatımda sanat oldu, o da babamdan dolayı. Evimiz her zaman onun yaptığı tablolarıyla, yarattığı bir şeylerle doluydu. Küçük yaşlarda bende de sanat sevgisi başladı. Ama hayat beni başka yönlere itti. Ben bilimi merak ettim, tutkum bilim oldu, o yöne doğru gittim. Fizik ve matematik okudum, akademisyendim. Babam böyle bir proje ile gelince ve vizyonu bana geçince akademik kariyerimi bırakıp üniversitenin başına geçtim. Sanatı estetikten öte, bir toplumsal dönüşüm aracı olarak görüyoruz biz. Ve bu üniversite, işte o dönüşümün aracı. Bu ülkeye yarar da olabilecek, biraz bencilce belki ama aile ismimizi uzun süreler, biz öldükten, yüz yıl sonra da belki yaşatabilecek böyle bir projeye girince ben de “Evet” dedim.

ARUCAD: Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi nasıl doğdu?

Sinan Arkın: ARUCAD’ı bin bir zorlukla kurabildik. Kuzey Kıbrıs'ta Girne’deyiz tabii şimdilik. Kim tanıyacak, kim çocuğunu gönderecek, ne olacak diye üzerinde çok düşündük. Önümüzdeki tek önyargı maalesef Kıbrıs’ın negatif bir repütasyonunun olması.

Erbil Arkın: Üniversitemiz için düşündüm ki yankı yaratacak bir açılış yapalım. Ve o zaman o gizli tuttuğum koleksiyonumu “Hadi deklare edelim” dedim. Üniversiteyi açarken o koleksiyonu ilk kez oluşturmuş oldum.

“ARUCAD’ın hedefi: Royal College of Art gibi olmak”

Üniversite sadece sanat, tasarım ve iletişim alanlarında eğitim veriyor, neden?

Sinan Arkın: Babam içinden sanat geçen bölümler olsun istedi. Aslında ailece sanata olan tutkumuzun bir yansıması bu tercih aslında. Bu da finansal olarak zorlayıcı. Ama hedefimiz 5 yıl içinde kendi ayakları üzerinde duran bir yapı oluşturmak.

Erbil Arkın: Evet. Farklı, niş bir alan seçtik. Vizyonumuz ise Goldsmiths, Royal College of Art, Rhode Island School of Design gibi bir yere dönüşmek. Neden olmasın? Onlara mı bırakacağız böyle olsun? Biz de yapabiliriz. Benim hedefim ülkenin, insanının kanına işlesin üniversite. Kültürünün bir parçası olsun. Bir zaman içerisinde birisi dese 60 sene sonra ARUCAD kapanıyor, bu halk desin ki; “Olamaz, o bizim bir parçamızdır.” Üniversitemizin köklenerek o hale gelmesini istiyorum.

screenshot-20250725-022340-instagram.jpg

“Aile ismimizin jenerasyonlar boyunca iyi şeylerle hatırlanarak yaşamasını istiyoruz”

Sinan Bey, turizm ve hizmet sektöründen aktif oteller zinciri olan, bir o kadar başka yatırımları da olan büyük bir şirketsiniz. Kıbrıs demek hepimiz için yeme-içme-tatil-kumar algısında ilerleyen bir mesele. Ama siz kalkıp da oralardan kazandığınızı sanata yatırıyorsunuz. Bu biraz Don Kişot’luk, sanat yatırımı beraberinde üniversite sonra Asil Köylü Projesi dahil tüm bunları yapmak radikal değil mi?

Sinan Arkın : Radikal ama toplumumuza yararlı bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Her şeyin başında bir nevi bencillik vardır elbette. Biz de aile ismimizin jenerasyonlar boyunca iyi şeylerle hatırlanarak yaşamasını istiyoruz. Babamın sanat tutkusu nedeniyle eforlarımızı, dolayısıyla yatırımlarımızı sanata, üniversiteye yapıyoruz. Üniversitenin benim için ayrı bir önemi var; bu şirkete gelmeden önce ben de akademik bir hayata sahiptim. Bu proje gerçekten çok ilgimi çekti. Çünkü sanat toplumumuzda hem Türkiye'de hem KKTC'de maalesef eksik yapılıyor. Sanatı hep eğlence veya estetik olarak görüyoruz, bu şeylerle sınırlıyoruz. Aslında sanat bir dönüşüm aracıdır. Sanat olmayan bir toplum evrilmeyen bir toplumdur. Değişmeyen bir toplumdur. Toplumun kültürünü değiştiren sanattır. Ben de bu bilinçle ve istekle babam tarafından bana bu proje geldiğinde toplumu dönüştürebilecek bir yapıyla, bir kurumla ortaya çıkmanın çok güzel olduğunu düşündüm. Bu yüzden geldim ve yardım etme kararı aldım babama. Babam sanat tutkusu uğruna kazancını sanata yatırıyor.

“Benim koleksiyonumun çatısı su kaçırmaz, içinde kiracı yok, kuraklık yaşamıyor”

Erbil Arkın: Ben ne kadar daha yaşayacağım? Yani... Hayat... Herkese söylüyorum. Hayat 100 santimse ben 95 santimdeyim şu anda. Ne miras bıraktığın çok önemli; Benden geçecek oğluma, oğlumdan torunlarıma. Yaptığımız oteller, eserler, binalar, hepsi çürüyebilir ama ARUCAD'ın devamını 100, 120, 150 sene sonra ülkemin, insanımın ve kültürümün bir parçası olmasını isterim. Hedef odur. Beraber hedeflediğimiz bir şey. Dediğiniz gibi bir Don Kişot’luktur, deliliktir bu ama Don Kişot’luğun da mantığı var. Şimdi bu sanat eserlerine paramı döküyorum, alıyorum. Arkadaşlarım aynı şekilde; “Erbil, sen Don Kişot gibisin yani biraz delisin diyorlar.” Tamam, ama diyorum bakın kim delidir sizin yedek paranız olduğu zaman ev alırsınız, apartman alırsınız, toprak, tekne alırsınız. Ama sizin aldıklarınız ve benim aldıklarımın farkı nedir? Benim koleksiyonumun çatısı su kaçırmaz, içinde kiracı yok, kuraklık yaşamıyor. Ben, yatırım yaptığımı dolaba koyuyorum, 5 sene sonra 5 misli fiyatı var diye cevap veriyorum. Hiç uğraşmam çatıyla, kiracıyla… Onun için ben böyle bir Don Kişot’um!

Sinan Arkın : Üniversite de biraz Don Kişot’luk gibi gözüküyor. Çünkü açtığımız tüm bölümler değil ama birçok bölüm dünya çapında veya Türkiye'den çok talep gören bölümler değil. O yüzden mutlaka babam tarafından üniversite finansal yardım istiyor. Ancak hedefimiz 5 sene içinde burayı yatırımı dışında kendi ayaklarının üzerinde durabilmesini sağlamak.

“Asil Köylü, sıradan insanın heykeli olacak”

Asil Köylü Heykeli Projesi çok ses getirecek gibi. Nedir bu projenin hikâyesi?

Erbil Arkın: İçgüdü, gurur, soyumla gurur. Soyumun felsefesinin gururu var. Kıbrıslılar çok uysal insanlar, toprağın insanları. Ben Londra’nın betonlarından 68'de Kıbrıs’a geri geldim.

Ve hayatımda ilk defa ağustosböceği sesi duydum. Senfoni gibi geldi. Ondan sonra ilk defa hurma ağaçları gördüm. Bambaşka bir his getirdi. Ben Londra'nın o betonlardan çıkarak geldim buraya ve bu benim köküm. İnanılmaz bir haz ve huzur verdi bana. Kıbrıs’a döndüğüm ilk günü hatırlıyorum. Bir vadiye süt sağmaya götürdü amcam. Güneş doğuyordu, doğa uyanıyordu. Londra’dan sonra o vadiye âşık oldum. O gün dedim: Bu benim köküm.

Sinan Arkın: Şu anda planlama aşamasında. Daha önce aslında bayağı bir yol kat ettik bu projede. Girne'ye çok daha yakın bir yere yapma hedefimiz vardı. İçindeki çelik yapı, bronz kaplaması, etrafındaki fasiliteler, müzeler hepsinin tasarımı yapıldı. Asil Köylü bir vadide ya da belirlediğiniz bir alanda kurulacak. Dünyanın en büyük heykelleri arasında yer alacak bir heykel. Uluslararası bir yarışmayla seçildi. Proje sadece heykelle sınırlı değil. Heykelin içinde disk kısmında bir galerisi olacak. Bir amfitiyatro düşünüyoruz. Kıbrıs'ın geleneksel yapım tekniklerini kullanarak köy evlerini orada replika etmeye çalışacağız. Orada köylerimizden kadınlarımızın ürettikleri ürünleri satabileceğini düşünüyoruz. Bu heykel, 42 metre yüksekliğinde olacak. Pozu bilinçli olarak farklı seçildi. Ayakta bir zafer figürü yerine, toprağa çömelmiş bir figür. Çünkü biz sıradan insanı, köylüyü onurlandırmak istiyoruz.

“Kültürümüzü göstermek istiyoruz: Biz de buradayız!”

Bu kadar köklere bağlılık, bu kadar aidiyet... Neden?

Erbil Arkın: Herhangi bir Kıbrıslı, Denktaş’tan tutun, şu andaki cumhurbaşkanı, başbakanın herkesin kökleri köylerden gelmektedir. Onun için hepimiz gurur duymalıyız, topraktan insanlar olarak düşünürseniz gururlu olursunuz. Çünkü biz ezilmiş bir toplumuz. Kendimizi göstermeye ihtiyacımız var. ‘Biz de varız’ demek istiyoruz. Biz de kültürlüyüz, sanat biliriz. Bu yüzden ARUCAD, bu yüzden Asil Köylü.

Sinan Arkın : Seneler boyunca ezilmiş bir toplum olarak kendimizi önemli hissetme, kültürümüzü değerli bulma, değerini gösterme gibi dertlerimiz var. Bunlar bizim için önemli. Belki Türkiye'den daha da, Türkiyeli Türk'ten daha da önemli bizim için. Çünkü uzun süreler çok sıkıntılar yaşadı bu toplum. Ve kendimizi göstermek istiyoruz.

“Hedefleriniz yıldızlarda olsun!”

Tüm bu hayaller gerçekleşti mi?

Erbil Arkın: Bitmedi, bitmesin de. Ben Mars’a gitmek istiyorum. Herkesin hedefleri yıldızlarda olmalı. Belki ulaşamazsınız ama arkanıza baktığınızda dağın zirvesinde olabilirsiniz. Bu da yeter. Ve insanı yaşatan hedefler değil, yaşam hevesini veren hedefler. Hedef varsa inanç var ki belki gidebilirim oraya kadar. Herkese bütün gençlere tavsiye ederim. Hedefleriniz yıldızlarda olsun. Şaşırtırsınız kendinizi. Nereye kadar ulaşabilirsiniz? Bir köylü çocuk olarak söyleyeyim.

Doğuştan çok şanslı, hep çok zengin miydiniz? Sonradan mı yatırımlarla büyüdü?

Sinan Arkın: Babam çok küçükken üç yaşında İngiltere'ye göç etti. Fabrika çalışanı iki kişinin oğluydu o dönemde.

Erbil Arkın: Benim annem dikiş yapıyordu. Babam da fırında çalışıyordu. Yani böyle.

Ve ticari olarak da büyük bir başarı. O yüzden imkânlar var ki bu dünyaları yaratabiliyorsunuz değil mi?

Erbil Arkın: Kader, kısmet. Kısmet ama istek de olacak. Yapabilirim. Biraz da güveneceksiniz. Kendinize inanmanız ve size inanmaları da gerekiyor.

the-arkin-rodin-collection-gallery-3-1.jpg

“Rodin’in ruhu konuşuyor benimle, belki o da benimle konuşuyor”

Siz neden bu kadar çok Rodin'i seviyorsunuz ve niye bu kadar hayatınızın çok önemli bir parçası?

Erbil Arkın: Benim hayatım çok geniş, Rodin hayatımın bir parçası, tümü değil ama

çok geniş bir parçası. Rodin’in ruhu konuşuyor benimle, belki o da benimle konuşuyor.

Sinan Arkın: Bazı eserlerinde sıkışmışlık hissi gerilim görüyorum, beni en çok çeken bu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi