Begüm Erdoğan

Begüm Erdoğan

Severance geri döndü

Platformların ilginç bir taktiği var. “Binge-watching” (seri izleme) kültürünü kendileri yaygınlaştırdılar ancak çok tutacağını bildikleri bazı dizileri, bir anda tamamını izleyiciyle buluşturmak yerine, haftalık yayınlayabiliyorlar. “Severance” da Appletv+’ın en başarılı dizileri arasında ve platform bu taktiği uygulamaya karar vermiş. Bu da demek oluyor ki bir süre Cuma günlerini iple çekmek için yeni bir sebebimiz daha var. Dizinin sevenleri 2022’den beri yeni sezonu bekliyordu, o yüzden kimse söylenecek değil. Peki, ikinci sezon nasıl mı? Anlık olarak dizinin iki bölümü yayında, şu ana kadar harika gidiyor ve yine cevapladığından çok soru sordurmayı başarıyor.

Severance, 2022-devam ediyor (2. Sezon) (AppleTv+)

Günümüze benzer bir gerçeklikte geçen dizi, Lumon isimli bir şirketin çalışanlarının perspektifinden anlatılıyor. Lumon’un gelişmesine önderlik ettiği yeni bir teknoloji sayesinde, beyne bağlanan bir çip vasıtasıyla bazı çalışanların iş ve özel hayatlarını tamamen ayrılmış durumdadır. Bu kişiler “severed” (ayrılmış) çalışanlar olarak adlandırılıyorlar ve dizinin ana karakteri Mark Scout (Adam Scott) da bu kişilerden biri. Mark, kaybettiği eşinin yoğun üzüntüsünden kaçmak için bu şekilde çalışmaya karar vermiş olsa da yaşanan olaylar, hayatının bu kısmını kendinden tamamen kopuk kalmasına izin vermez. İşyerinden Petey adında biri, özel hayatına girip ona nasıl bir komplonun içinde olduğunu anlatmaya çalışır. Bu sırada işyerindeki benliği de çalıştığı yer hakkında nahoş şeyler öğrenmektedir.

Dizinin hızlı tempolu bir kapitalist yaşam eleştirisi olduğu, bu kısa özetten bile anlaşılabilir diye düşünüyorum. Gerçekten de dizi, yazarları İş Hukuku dersinden çıkıp “Black Mirror” izlemiş gibi hissettiriyor. Distopik bir hayal olsa da aslında günümüz çalışma hayatı hakkındaki diskurdan çok da uzaklaşmıyor. Bu da ona garip bir şekilde gerçekçi hava veriyor ve daha da gergin yapıyor.

İlk sezonun her bir bölümü ve ikinci sezonun yayınlanmış kısmı nefes kesici olan dizi sürpriz bir isim tarafından yönetiliyor, Ben Stiller. “Zoolander” ve “Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı” filmlerinin yıldız aktörü, aynı zamanda becerikli bir yönetmen olduğunu kesin bir şekilde gösteriyor. Walter Mitty ile tematik olarak bağlandığı yerler olması da bu iki yapımı birbirlerine daha yakın kılıyor.

severance-2-sezon-gorsel-2.jpg

Walter Mitty’nin Gizli Hayatı, The Secret Life of Walter Mitty, 2013 (Disney)

Aynı Severance gibi Walter Mitty’nin Gizli Hayatı da iş ve özel hayat arasında kopukluk olan bir karakteri odağına alıyor. Ben Stiller’ın hem yönettiği hem de Walter Mitty’ye hayat verdiği filmde, ana karakter gerçekler ve hayaller alemleri arasında bir sarkaç gibi sallanıyor. Bir ayağı gerçeklere bassa bile bir an içerisinde Hollywood-vari kahramanlık düşlerine dalabiliyor. Aynı Severance’ın başkarakteri gibi o da çalıştığı şirkete, ailesinde yaşadığı bir kaybın ardından girmiş. “Life” (hayat) adlı dergide çalışıyor ve burada filmli kamerayla çekilmiş fotoğrafların negatiflerini işliyor. Ancak ani bir haberle, derginin baskıya son vererek dijitale geçeceğinin ve son bir basılı sayının yapılacağını bildiriyorlar. Mitty’nin senelerdir fotoğraflarını işlediği ünlü gezgin fotoğraf sanatçıysa son sayı için Hayat’ın (burada bir söz oyunu yapılıyor) “özünü” barındırdığını ifade ettiği bir fotoğraf gönderiyor. Fakat negatif paketin içinden çıkmıyor ve Walter Mitty de “el mecbur,” diyerek fotoğrafın peşine düşmeye karar veriyor.

Walter Mitty’nin Gizli Hayatı, ilk çıktığında karışık duygularla karşılaşsa da bugün oldukça sevilen bir yapım haline geldi. Filmin konusu ve onu ifade biçimi onu ailecek izlenebilir, tatlı bir yapım ve “Severance” için mükemmel bir panzehir haline getiriyor.

walter-mitty-gorsel-1.jpg

DAVID LYNCH ANISINA

15 Ocakta 78 yaşında düş alanlarının ve bilinçaltının usta yönetmeni David Lynch vefat etti. 20 Ocak günü hayatta olsaydı 79. yaşını kutluyor olacaktı. Büyük bir sanatçıyı kaybettiğimizde, sanatçının eserlerine dönüp yeniden bakmak istiyoruz elbette. Sonuçta kendisinin gerçeküstü dünyalarının kapıları açık ve onu anmak için içeri girmesek olmazdı. Bu noktadan sonra da hikayenin değil, yaşatmak istediği hislerin peşine düşüyoruz.

Eraserhead, 1977 (MUBİ)

Usta yönetmenin çıkış filmi olan bu Amerikan bağımsız sinemasının eşsiz örneği, tuhaf endüstriyel bir yerde yaşayan Henry adında bir adamı takip ediyor. Tuhaf ve gerçeküstü bir döllenme sahnesini andıran başlangıç sahnesinin ardından, Henry kız arkadaşının ailesiyle tanışmaya davet ediliyor. Burada, kız arkadaşının insana pek benzemeyen bir bebeğe doğum yapmış olduğunu görüyoruz. Film, yavaş yavaş açılırken tam olarak ne izlediğinizi anlamakta zorlanabilirsiniz ama merak etmeyin her şey yolunda. Lynch’in diğer tüm filmlerinde olduğu gibi, siyah-beyaz filmi “Eraserhead”de de verilen his, hikayenin önünde. Tam olarak anlamaya çalışmak yerine kendinizi bu tuhaf dünyanın akışına bırakın.

Mavi Kadife, Blue Velvet, 1986 (GooglePlay üzerinden kiralanabilir)

David Lynch’in erotik, karanlık ve sürreal bir rüyasını andıran film, beyaz çitli mükemmel evlerin olduğu klasik ve sıkıcı görünüşlü bir Amerikan kasabasında geçiyor. Ana karakterimiz, henüz saf ve kirlenmemiş bir genç olan Jeffrey, babasının geçirdiği tuhaf bir kazadan sonra hastaneden eve yürürken bir insan kulağı buluyor. Bu kulağın kime ait olduğunu ve nasıl oraya geldiğini araştırmaktan da kendini alamıyor. Jeffrey, izleyicileri de yanına alarak, Lynch’in yedinci sanat olarak da ifade edilen sinemanın sınırlarını test ettiği bir yolculuğa çıkıyor. Yolculuğu, yüzeyde sıkıcı görünen kasabasının altında nasıl böcekler gezdiğini, ne tür oyunlar döndüğünü anlamasını sağlıyor.

Kayıp Otoban, Lost Highway, 1997 (MUBİ)

David Bowie’nin açılışı yapan “I’m deranged” (Ben kaçığım) şarkısından da anlaşılabileceği gibi bu film, kaçık bir adamın zihnine giriyor. Saksafon sanatçısı olan Fred ve eşi Renee’nin evine bir gün isimsiz bir VHS teybi geliyor ve teypte kendi evlerinin tuhaf bir çekimini buluyorlar. Aynı akşam cinsel birliktelik sırasında zorlanan Fred, Renee’ye onun hakkında garip bir rüya gördüğünü itiraf ediyor. Rüyasında Renee, kendisi gibi gözükse de aslında kendisi olmadığını söylüyor. Tam bu sırada Renee’nin yüzüne bakarken bembeyaz suratlı yaşlı bir adam görüyor Renee yerine. Bu şekilde Fred’in gerçeklik algısının ilmek ilmek çözülmesini izlerken, gerçekliğin kendisinin de onun yanında çözüldüğünü görüyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Begüm Erdoğan Arşivi