Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

‘Sonbahar’dan ‘Karanlık Gece’ye uzandık!

Bağımsız sinemanın ödüllü yapım şirketi Nar Film 16. yılına özel hazırlanan Nar Film 15+1 seçkisi ile dünden bugüne bütün arşivini Kadıköy Sineması’nda düzenlenen film gösterimleri ve söyleşilerle kutladı. Özcan Alper klasiği “Sonbahar” filmiyle başlayan seçkide Nar Film’in içinde bulunduğu bütün yapımlar yeniden sinemaseverler ile buluştu.

Seçkide ayrıca, Özcan Alperin Gelecek Uzun Sürer (2011), Rüzgarın Hatıraları” (2015), Karanlık Gece (2022), Aşıklar Bayramı” (2022 adlı filmlerinin yanı sıra, Kıvanç Sezerin Babamın Kanatları” (2016), Barış Hancıoğullarının Yeniden Leyla (2020), Orhan Eskiköy ile Özgür Doğan’ın “İki Dil, Bir Bavul (2008), Lusin Dinkin Saroyan Ülkesi (2013) ve Hüseyin Tabak’ın Çirkin Kral’ın Efsanesi (2017) adlı filmleri de gösterildi. Seçkinin bir sürprizi de Özcan Alperin 2025 yapımı belgeseli Bölük Pörçük Bir Tuncel Kurtiz Biyografisi oldu. Film ekiplerinin de katıldığı gösterimlerde duygusal anlar yaşadım, geçmişten bugüne ne kadar değerli yapımlar yarattıklarına bir kez daha şahit oldum. Sinemasını çok sevdiğim Özcan Alper ve yapımcısı Soner Alper ile Nar Film’e, sinema yolculuklarına dair konuştum.

1000208561.jpg

Nar Film’in 15 artı 1 yıl dönümü hayırlı olsun. Bu fikir nasıl ortaya çıktı, neden 15 +1?

Özcan Alper: Geçen sene aslında 15. yılımızı kutlasak mı olduk çünkü gerçekten ‘Sonbahar’dan ‘Karanlık Gece’ye uzun bir yolculuk. Türkiye'de bağımsız film yapan bir şirket olarak 15 yıl ayakta kalma fikriyle yola çıktık. Elbette bir sürü şirket var ama Kadıköy’de kurulan ender film şirketlerinden biriydik. Taksim'den Kadıköy’e taşındığımız zaman herkes “Kadıköy'de film şirketi mi olur” diyerek espri yapıyordu. Ben de dalga geçiyordum; “Her gün Taksim’de olunca Türkan Şoray ve Şener Şen ofise mi gelecek?” diyordum.

“Memlekette gündem hiç bitmiyor, bir türlü 15. yılımızı kutlayamadık”

Hahahaa… Her gün Yeşilçam Sokağı’nda oturup beklermişsiniz… : ))

Özcan Alper: Memlekette gündem hiç bitmiyor bu yüzden bir türlü 15. yılımızı kutlayamadık. Hep aklımızda olan bir şeydi ama depremler, siyasi depremler derken ülkedeki karışıklıklar hiç bitmedi. Sonra neden 16. yılımızı kutlamıyoruz dedik 15+1 olmasına karar verdik, o zorluğu da hissettiren bir tanımlama oldu. Önce İzlem Oktay’ın önerisiyle Atlas’ta gösterimler yapmayı planladık sonrasında planlar Kadıköy Sineması’na geçti. Neticede bizim için anlamı da var, çünkü Kadıköy’de kurulan bir şirketiz ve Kadıköy Sineması’nın ayakta kalması bizi mutlu eden önemli bir yer.

Soner Alper: Aslında İzlem’in bizi motive ettiği ve destek verdiği, hatta hızlandırdığı bir durum oldu. Böylece Nar Film olarak aklımızda olan bir şey, etkinlik olarak hayata geçti.

Nasıl bir program oluşturdunuz peki?

Soner Alper: Gösterimler Kadıköy Sineması'nda oluyor. Bütün filmlerimizin olduğu aynı zamanda ortak olduğumuz filmlerin de programın içinde bulunduğu bütün bir seçki var. Netflix için yaptığımız ‘Aşıklar Bayramı’ ilk kez perdede gösterilecek. Özcan’ın ilk filmi Sonbahar’dan itibaren en son yaptığımız Tuncel Kurtiz belgeseline kadar hayata geçirdiğimiz bütün filmler gösteriliyor. ‘Yeniden Leyla’ gibi ortak yapımcısı olduğumuz, Türkiye dağıtım haklarını aldığımız Yılmaz Güney belgeseli gibi filmlerle beraber onun dışında dağıtım sürecinde destek olduğumuz ‘İki Dil Bir Bavul’ gibi önemli filmler de var programın içinde.

Özcan Alper: ‘İki Dil Bir Bavul’ Türkiye'de kimsenin ana dilde eğitim meselesinin ne kadar elzem olduğunu çok bilmediği bir dönemde gösterilmiş ve çok ses getirmişti. Ana dilde eğitimin sadece politik bir tartışma değil, aslında bir çocuk açısından özellikle ana dili Türkçe olmayan bir çocuk için nasıl hayati bir önemi olduğunu, hayatı boyunca çocuğun hayatında ne kadar büyük travmalara yol açtığını anlatan çok önemli ve hiç eskimeyen bir film bence. Bugün de halen daha ana dil meselesi sorunsal olarak önümüzde duran en temel insan hakları meselelerinden biri. Hatta gösterime girdiği dönem Türkiye'nin en büyük sendika konfederasyonlarından biri olan KESK’in içerisindeki en örgütlü kitleyi oluşturan Eğitim-Sen bu tartışma -ana dilde eğitim meselesi- nedeniyle bölünmüştü. Film aslında sadece ana dili Türkçe olmayan çocukların değil, batılı ve o dilde bir kelime dahi bilmeyen bir genç öğretmenin yaşadıklarını da tarafsızca anlatabiliyordu.

Sinemanın da ne kadar etkili ve güçlü olduğunu gösteren bir durum olmuş değil mi?

Özcan Alper: Aynen öyle. Biz de o dönem insanlara bu meseleyi uzun uzun anlatmamıza gerek yok, gidin bu filmi izleyin ya da izletin diyorduk. Küçücük bir vicdanı olan insanın bu filmi izleyip de etkilenmemesi mümkün değil. Bir gösterim modelinin bir sonucu olarak belgeselin o dönem 100 bin izlenmesi güzel bir sonuçtu.

ki-dil-bir-bavul-poster.jpeg

Sizin yaptığınız ve destek olduğunuz filmlere baktığımızda üslubunuz, tarzınız, derdiniz ne ve hangi filmlere “Evet biz bunu yaparız” diyorsunuz? Neye göre seçiyorsunuz projeleri?

Soner Alper: Genelde projelere, filmlere başlarken ticari kaygılarla yaklaştığımız olmuyor.

Özcan Alper'in kendi sineması var, orası zaten politik duruşu olan bir taraf. Nar Film olarak Özcan Alper aynı zamanda şirketin ortağı. Ben ve bunun dışında bizim bir ortağımız daha var Ersin Çelik. Nar Film kurucuları olarak üç ortağız. Projelerin yapımcısı olarak benim filmlere biraz daha ticari kaygıyla yaklaşmam lazım ki bunu zaman zaman ortağımız Ersin ve ben yapmaya da çalışıyoruz. Ancak tabii ki esas olarak derdi ve meselesi olan filmler yapmak her zaman önceliğimiz oluyor.

Bu noktada en çok zorlanan sensin tabii.

Soner Alper: Mesela en son yıllarca süren Akbelen direnişiyle ilgili bir belgesel projesinin ortak yapımcısı olmaya karar verdik. Aslında bir yönüyle de insanlar yaptığımız filmlere bakınca bir şekilde daha çok böyle projelerle yollarımız kesişiyor diyebiliriz… Biz de, bu tarz projelere, filmlere mutlaka yapılması gerektiği yönünde baktığımız için, biraz duygusal olarak da bakıyoruz.

Özcan Alper: Benim filmlerim dışındaki diğer filmlere baktığımızda onlar da derdi olan filmler. Şöyle diyoruz aslında biz; Türkiye'de gerçekten sinema perdesinde görmek istediğimiz hikâyeleri yapmak ve böyle hikayelerin daha çok hayat bulmasını istiyoruz. Çünkü sinema perdesi dediğin şey de bir iktidar alanı. Bizim aslında o iktidar alanında da bir şekilde, bazı şeyleri kırmak ve başka türlü bir hafıza yaratma derdimiz var. Aslında içinde olduğumuz filmlere baktığımızda mesela ‘Saroyan Ülkesi’ yersiz yurtsuz, memleketini terk etmiş bir yazarın ev arayışı. ‘İki Dil Bir Bavul’ bu memleketin en önemli meselelerinden birini anlatıyor. Yılmaz Güney belgeseli de Türkiye sinemasında Kürt olan birinin yıllar sonra Kürt ve Avrupa'da büyümüş bir gencin onun peşine düşme hikâyesi. Kıvanç Sezer’in ‘Babamın Kanatları’ o da çok değerli bir ilk film, örnek bir film; Türkiye'de görünmeyen, ama bugünkü Türkiye ekonomisinin üzerine yaslandığı inşaat işçilerini merkezine alıyor. Hem sınıfsal anlamda hem de etnik kimlik olarak yok sayılan görünmez hayaletler gibi olan ama yaşadığımız evleri, şehirleri yapan, çoğu zaman da hayatlarını ortaya koymak zorunda kalan, çalışan sınıfı merkezine alıyor. O sınıf içerisinde bile en alt tabakada, en görünmeyen, çalışan bir sınıf tabakasını görüyor. Sesini duyurmaya çalışan insanların sesi oluyor. Biz de esasen böyle filmler ve böyle hikâyeler peşindeyiz. John Berger'in dediği gibi; sanat ya da edebiyat ne diyeceksek aslında çoğunluğun değil, sesi duyulmayanın sesi olmalı… Soner'in dediği gibi aslında hem kendi geçmişimiz, hem sınıfsal, hem kimlik olarak, hem de düşünsel olarak geldiğimiz yerden dolayı doğal olarak bu filmleri yapıyoruz. Ya da yolumuz böyle filmler yapmaya çalışan genç yönetmenlerle kesişiyor. Her kiminle film yaparsak yapalım, hep bir şekilde aslında yine birbirleriyle konuşan ve yan yana duran filmler oluyor aslında.

Aslında bir puzzle parçaları gibi… Birbirini tamamlayan projeler ama bu noktada da şöyle de bir şey var; Siz hala idealist bakarak sinemanın gücüne ve sinemanın değiştirme hikâyesine inanıyor musunuz?

Özcan Alper: Evet, aslında buradan kastettiğimiz dediğin gibi puzzle parçalarını oluşturuyor her biri. Tabii ki Sonbahar’ı yaptığımız zamanki sinemanın kamusal alandaki yeri çok bambaşkaydı. Türkiye'de o zaman gösterimlere gidiyordum, farklı şehirlerde yedi yüz kişilik, bin kişilik çok güzel sinema salonları vardı. En çok üzüldüğüm bu sinema salonlarının ve kamusal alanların ortak, kooperatif şeklinde de olur bir şekilde kamusal alan olarak kurtarılması, sinema olarak devam etmemesi oldu. Şimdi orada değiliz ama yine de sinema bence hala etki gücü olan bir sanat. Cannes açılışında Robert De Niro'nun yaptığı konuşma bence bunun en güzel örneklerinden biri. Aslında sanat kendi ereği gereği doğrudan -ille de politik- bir şey söylemesi gerekmiyor ama sanat yapmanın, film yapmanın kendisi bence otoriter, totaliter rejimlere, faşizme karşı her zaman bir direniş alanı olmuştur. Bu şey cümlesi çok kritik bir şey; filmler dünyayı değiştirir mi? Şu cümle benim daha çok hoşuma gidiyor; yani filmler ya da sanat doğrudan değiştirmez ama o filmlerle tanışan, o sanat eserleriyle büyüyen bir kuşak en azından ırkçı olmaz, faşist olmaz ya da empati kurmayı öğrenir. Başkasıyla, ötekiyle yüzleşmeyi öğrenir, kendini daha çok tanır, kendi olmayı öğrenir. Bu bana daha değerli gibi geliyor.

ki-dil-bir-bavul.jpg

Peki, Soner bu noktada derdi olan projeleri gerçekleştiriyorsunuz ama projelerin yapımcısı olarak “Bana ne bu dertten, ne kadar kişiyi ilgilendiriyor” hikâyesi de var. Kaynak, fon, para bulmak ve parayı yönetmek çok zor olsa gerek. Hangi aşamadan hangi aşamaya geldiniz? Yani sinemaya, sanata destek olmak için bütün kapıları açıyorlar mı 16. yılınızda, yoksa ilk başladığınız noktadaki gibi mi zorluklar?

Soner Alper: Açıkçası ilk başladığımız zamanlar daha kolaydı, onu söyleyebilirim. ‘Sonbahar’ filminden sonra biz şirketi kurduk, ‘Gelecek Uzun Sürer’ ve ‘Rüzgârın Hatıraları’ döneminde çok daha zorlaştı. Ama o zaman yurt dışı fonlarının Türkiye'deki projelere özel bir ilgisi vardı. Bir yapımcı olarak son yıllarda gördüğüm bu ilginin azaldığı, politik derdi olanın yanında ‘Türkiye’den bana değişik ne anlatıyorsun?’ durumu oluştu ve hikayelerden beklenen artık sadece bu. Benim bilmediğim, görmediğim daha böyle oryantalist de bir bakış açısı oluştu. Bağımsız sinema yapan herkes için bu geçerli bir durum. Bir de son yıllarda politik durumlardan dolayı bakanlık bir şekilde bazı projelere destek vermiyor. Özcan Alper artık o listede değil. Özcan romantik bir aşk filmi çekeceğim dese bile, kendisine destek olacaklarını düşünmüyorum. Tabii ki başvurduğumuz Özcan Alper projelerinin bir derdi var, politik bir altyapısı var gibi şeylerden dolayı destek vermiyorlar. Ama sadece bundan dolayı olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü sadece onun projelerine değil Nar Film olarak başvurduğumuz projeler de bundan payını alıyor.

“Üstü örtük bir şekilde sansür mekanizması hep çalıştı”

Peki, son hikâyeden dolayı mı artık listede yok daha öncede bu durum öyle miydi?

Soner Alper: Daha önceden de vardı, hep daha da zorladılar. ‘Rüzgârın Hatıraları’nda zaten destek vermediler. Gürcistan Film Fonu destek vermeye çekindi. Sonrasında da üstü örtük bir şekilde sansür mekanizması hep çalıştı.

Özcan Alper: Üstü örtük değil çok açık söyledikleri bir şeydi. Dönemin Gürcistan-Sinema fonunun başında bulunan kişinin “Desteklemeyi çok isterdik ama veremedik. Veremeyiz” dedi. Sonra bakanlık o donem bizim Eurimages’a başvuracağımız kağıdı vermemek için çok direndi. Son gün, böyle Aziz Nesin'in hikâyesi gibi son iki saate bıraktılar Türkiye-Avrupa arasındaki saat farkını düşünerek… Yani bu böyle akıl almaz şeyler maalesef.

sonbahar-poster.jpg

Bu ‘Rüzgârın Hatıraları’ filminde mi oldu?

Özcan Alper: ‘Gelecek Uzun Sürer’ filminden beri aslında başlayan bir süreç bu... Sonbahar’dan sonra ‘Gelecek Uzun Sürer’ gibi bir film yapmak… Bir de onlar için Kürt değilsin, Karadenizlisin, sana ne gibi başka türlü bir sindiremedikleri de bir durum oldu hep...

Bu noktada böyle engellerle karşılaşırken destek olanlar, çözüm ortakları ya da o fon arayışı nasıl oluyor? Ne kadar destek alınıyor?

Soner Alper: Şimdi Nar Film dediğimizde piyasada düzgün filmler yapan bir şirketiz. Bugüne kadar yaptığımız filmlerde çalıştığımız insanlarla bir şekilde güzel ilişkiler kurduk. Sonrasında da sağlıklı devam eden ilişkiler içerisinde olduk hep ve piyasada da bunlar açıkçası biliniyor. Ekiplerle konuşurken, çalıştığımız insanlarla ilişkilerde hep açık olduk; durum budur, bütçemiz budur, verebileceğimiz budur, beraber bir şey yapar mıyız, yapmaz mıyız? İnsanlarda bir güven oluştu ve sonrasında da bu piyasada Nar Film yapıyorsa en azından düzgün, kaliteli bir şey olacak, konuştuğumuz bütçeleri, paraları zamanında alabileceğiz durumu var; Güven duyuyorlar bize… Bunun yanı sıra artık piyasada tanıştığımız, ortak olduğumuz, yapımcı ya da yatırımcı olabilecek insanlara, çözüm ortaklarına gidip derdimizi anlatabiliyoruz.

Ama zorlu bir yoldan geçiyorsunuz?

Zorlu tabii ki zorlandık, hala zorlanıyoruz.

Özcan Alper artık bir marka, sizin yaptığınız işler kalıcı oldu. Kapıların gittikçe açılması gerekmiyor mu? Kültür Bakanlığı’nın desteği çok mu önemli yola çıkarken?

Soner Alper: Kültür Bakanlığı'nın olması bir yatırımcı için yani politikayla, ekonominin, siyasetin birbirinden bağımsız olamadığını düşününce özellikle böyle bir ülkede önemli. İnsanlar ister istemez tamam burası güvenli alan diyebiliyor. Aynı şekilde şöyle de bir algı var; Özcan Alper bakanlıktan para almasa da yurt dışından, Avrupa fonlarından zaten para alabilir, toplayabilir, filmini yine yapabilir bahaneleriyle bir iki projeyi de öyle reddettiler Bizim kulağımıza gelen, kurulda konuşulan cümlelerden biri de buydu. Hâlbuki bu tamamen yanlış, doğruluğu olmayan bir cümle; mesela Avrupa Birliği sinema fonu -eurimages- ya da Avrupa’daki diğer ülkedeki sinema fonları, ‘Sen Türkiye'de yaşayan bir sinemacı olarak, orada film yapıp üretiyorsun, senin bakanlığın sana niye destek vermiyor?’ ya da işte ‘O vermiyorsa ben niye vereyim?’… Bir şekilde finans planı açısından bizim cebimize koymamız gereken ilk miktar bakanlıktan gelen destekle oluyor. Sonrasında finans planı için Hollanda'ya, Almanya'ya, Fransa'ya başvuruyorsun, ortaklıklar kuruyorsun. Diyorsun ki ben %60'ı buldum, %30’u da tamamlayacağım diyorsun. Bir güven oluşuyor karşı tarafta da ama bakanlık olmayınca bu sefer orada da farklı duvarlarla karşılaşıyorsun.

‘TRT NASIL OLUYOR DA BİZİM FİLMLERİ ALMIYOR?’

Bir iletişim olamıyor mu bakanlıkla?

Özcan Alper: İletişim birçok kişiyle var, kuruluyor da ama orada kişilerden bağımsız engeller var. Mesela yeni animasyon film projem ile başvurduk, reddedildi. Hiç masaya getirilmeyip konuşulmamış. Onların kendi ceplerinde bir listeleri oluyor. Desteklenmesi gerekenler, desteklenmemesi gerekmeyenler. Orada şunu diyebiliriz; Biz 16. yılımızı kutluyoruz. Türkiye'de bizden önceki kuşağın Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem, Yeşim Ustaoğlu gibi isimler bizim kuşak için yeni Türkiye sineması adına yol açtılar. Ama sonrasında gelen kuşak için baktığınızda işte ben ve benim kuşağım, saysanız bir elin parmağı kadar az aslında, keşke daha çok olsak. Şu soruyu sormak zaten bunun cevabı bence, bazen her şeyi açıklamak da gerekmiyor; ‘Bir kamu kuruluşu olan TRT, nasıl oluyor da sinema ve kültür kanalı olan TRT bugüne kadar benim ya da bizim şirketin yaptığı tek bir filmi satın almaz?’ Hiçbir filmimizi almadılar, bu zaten bir cevap oluyor. O yüzden bazı şeyleri çok çok altını çizerek de konuşmak gerekmiyor. Ama biz burada zaten şunu da söylüyoruz; Bu bizim hakkımız çünkü TRT dediğin, Kültür Bakanlığı dediğin şey birilerinin babasının malı, şunun ya da onun lütfunda olması gereken bir yer değil. Olmaması gerekli. Senin, benim vergimle, senin, benim elektrik faturalarımdan kesilen vergilerle işliyor. Tam tersine kriter şuysa; mesela uluslararası filmler yapmak, seyirci yapmak gibi gibi… Bizim filmlerimizi öyle bir yere de atamazlar. Hayır, tam tersine kitlesi olarak seyircide karşılığını bulan filmler, sadece festivallerde ödül alan filmler değil. Burada o zaman nasıl olur da TRT gibi kamu kuruluşlarının ya da Kültür Bakanlığı Fonu'nun listesinde biz yer alamıyoruz? O zaman öyle bir yerde kim karar veriyor ve nasıl oluyor? Demek ki o zaman bu kurullarda da işleyen liyakatli, adaletli bir sistem olmuyor. Bu da zaten sorunun cevabı oluyor.

Siz sinemacılar filmlerinizde kültüre de katkıda bulunuyorsunuz hatta turizme bile. Ben ‘Sonbahar’ filminden sonra Karadeniz’e gitmek istemiştim. Üstelik artık uluslararası hikâyede de bir temsil ediyorsunuz.

Soner Alper: Yaptığımız filmler, 150'ye yakın ödül almışlar. Yüze yakın ülkede gösterilmiş. Sonbahar çok küçük bir örnek. Tabii bu bakış açısıyla ilgili. Balkanlar'da bir yerde filmi gösteriyorduk, bir şekilde de konsolosluk üzerinden bir müsteşar gelmişti. Gerçekten de AK Parti'nin işte tam böyle liberal dönemlerine denk gelen 2010'ların başıydı, filmden çıktı; “Evet, bizi de arada eleştiriyorsunuz ama şu var, sizin filminiz Doğu Karadeniz'i başka türlü tanıtıyor. Politik olmanın ötesinde oranın kültür ve turizmine katkıda bulunuyor.” Düşünsenize oranın tanıtımı için tanıtım filmlerine, kitapçıklara oranın kültür müdürlükleri dünyanın parasını harcarken belki de o kataloglara, kitaplara harcanan paranın çok azına denk gelen destek miktarı ile biz film çekiyoruz. Nihayetinde yaptığınız her şey ülkeye dönüyor.

Mesela en son animasyon projesinde ne sakınca bulmuş olabilirler? İçeriği ne?

Özcan Alper: Tabii ki benim yapmak istemem. Ve tabii ki öyle olmasa da aslında çok evrensel, çok uluslararası, zamansız ve mekânsız bir yerde geçmesine rağmen bir iç savaş hikâyesi anlatıyor olması. Göçmen bir sokak köpeğinin gözünden yıkıma ve savaşa bakan bir film hikâyesi, bir roman uyarlaması. Türkiye’ye uluslararası anlamda farklı başarılar getirebileceğini de hissettikleri olmuş hatta kuruldan bazı kişilerin sevdiğini de biliyorum. Ama dediğim gibi kişiler burada etkili değil. Kaldı ki başka ülkelerde ölçütler başka, baktıkları şey filmin hikayesi ve dili oluyor.

nar-film-15-yasinda.jpeg

‘PEDALI ÇEVİRMEZSEN DÜŞERSİN VE YOK OLURSUN’

İşte bu noktada ilk yola çıkarkenki motivasyonunuz ne durumda? Tabii hani çok güzel filmler olunca insan yine kendini iyi hissediyordur da… Yeter artık dediğiniz olmuyor mu? İlk günden bugüne baktığında hissettiğin duygu ne?

Soner Alper: Bir yapımcı olarak zaman zaman açıkçası moral olarak çok düştüğüm zamanlar oluyor. Ama bir şekilde düşmemek için hani bisiklet meselesi derler; pedalı çevirmezsen düşersin ve yok olursun gibi bir şey de var. Herhalde buna da 15-16 yılda bir şekilde kendimizi alıştırdık. Geçenlerde ‘Babamın Kanatları’ filminin yönetmeni Kıvanç Sezer'le buluştuk. Yine böyle bir umutsuzluğa kapıldığım bir dönem, ne yapacağız, ne edeceğiz modundayım. Bakanlık yine destek vermemiş, bir şeyler erteleniyor sürekli. Kıvanç’a “Herhalde bu sefer bittik” dedim. Kıvanç, ‘’Her filmden sonra bunu diyorsun, ben seni 12 yıldır tanıyorum hep batıyorsun” dedi. : ))) Hala umutlarımız var, tırmalamaya devam ediyoruz gibi bir durumdayız. Gelinen noktada eskisi gibi sert çizgim yok. Popüler ana akım aşk filmi de yapabilirim mesela. Tabii ki bunu Özcan Alper çekmek istemeyebilir. Dışarıdan başka bir yönetmen olabilir. Öyle bir proje olduğunda hayır demiyorum, bakıyorum da açıkçası. Ana akım sinemaya yapılabilecek projeler de bakıyoruz, araştırıyoruz.

Senin için özel bir yeri olan proje hangisi?

Soner Alper: ‘Babamın Kanatları’nın benim için özel bir yeri var. Ben, Ersin, Özcan konuşurken Nar Film’de Özcan Alper filmlerinin dışında hep yeni ve genç yönetmenlere de alan açalım, başka işler, başka filmler de yapalım gibi bir tartışmanın içindeydik. O yüzden dışarıdan bir yönetmenle yaptığımız ilk film Kıvanç Sezer’in ‘Babamın Kanatları’ filmi oldu. Onun dışında Özcan’ın son filmi ‘Karanlık Gece’ benim için çok özel.

Senin için Özcan?

‘Sonbahar,’ ‘Gelecek Uzun Sürer’ ve ‘Rüzgârın Hatıraları.’ Kendi içimde Türkiye'nin yüzyılını anlatsan nasıl anlatırsın diye sorsalar öyle anlatırdım herhalde. Sonrasında ‘Karanlık Gece’ ve ‘Aşıklar Bayramı'nı yaptım. Hepsinin bende bıraktığı izler farklı. ‘Aşıklar Bayramı’ dijitale yaptığımız bir iş. Biraz dışarıda duruyor gibi ama orada da bir baba oğul ilişkisi var ve bu topraklarda baba sevgisi görmemiş bir kuşağı anlatıyor. O tırnak içerisindeki babanın zulmüne uğramış çocuklar gibi bir mesele. Babasının zulmüne uğrayan, hiçbir zaman sevilememiş. Evet, bu filmlere baktığımda çokça bu topraklar var, Türkiye var içinde. Ama ben tam tersine bazen bu aşırı politik, aşırı siyah beyazlıktan da sıkılan biriyim. Ülkenin bu kadar aşırı siyah-beyaz olmasının bazen bizi de boğduğunu görüyorum açıkçası. O yüzden her türlü film yapabiliriz. Bir şekilde temel meselemiz birilerinin sesi olabilmek, kendi duruşu olan, kendi meselesi olan filmler yapmak. Bu bazen bir ilişkinin filmi de olabilir, bir aşk hikâyesi de olabilir. Geldiğimiz noktada yapmak istediğimiz yapamadığımız pek çok şeyin yanı sıra aslında çok da güzel işlerde yaptık.

Yapmak istediğiniz projeler neler ve hali hazırda bekleyen neler var?

Yapmak istediğimiz, hayalini kurduğumuz daha çok film dizi ve belgesel projeleri var.

Bahsi geçen animasyon filmin hazırlıkları sürüyor. İki yıldır üzerinde çalıştığım çok heyecanla yapmayı istediğim bir biyografi filmi var. Bunun dışında Amerikalı yerli bir yazar olan David Vann ile beraber bir uyarlama üzerine çalışıyoruz. Yine Nar Film bünyesinde kurduğumuz Narrative Yazı Grubu ekibi ile dijital platformlar için hazırladığımız, yapmak istediğimiz dizi projeleri var.

En son projeniz Tuncel Kurtiz belgeseli nasıl bir proje oldu ve bu belgeseli nerede izleyebileceğiz?

Özcan Alper: Tuncel Kurtiz belgeseli, araştırmacı-akademisyen Ahmet Gürata ile beraber ortak çalışmamız. Dönem dönem hep yapmak istediğim biyografi ve belgesel çalışmalardan biri oldu. İki yıl gibi bir zaman diliminde gerçekleşti. Tamamen bağımsız diyebileceğimiz bir yapımdı. Çok genç birkaç yapımcı arkadaşımızın özel desteği ile gerçekleşti. Zor ama çok keyifle çalıştığımız daha çok da kurgu süreci uzun süren yoğun bir kurgucu emeği gereken bir çalışma. Tuncel Kurtiz’in özellikle tüm arşivinden yola çıkarak ama hayatına tanıklık eden insanların da tanıklıkları ile daha çok, bir dönemi ve o dönemin de ortaya çıkardığı bir rol model olabilecek, bir ikon diyebileceğimiz oyuncunun isminden de anlaşılacağı üzere, ‘’Bölük Pörçük - Bir Tüncel Kurtiz Belgeseli‘’ onun hayat hikayesini kişisel anıları ile toplumsal değişimleri de merkezine alan bir çalışma oldu.

Soner Alper: Belgesel şimdilik festivallerde ve özel gösterimlerle seyirci ile buluşacak. Sonrasında ise umarım, herkesin izleyebileceği bir dijital platformda kendine yer bulur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi