Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

Zabitan & Kumandan: Türk subayının kısa tarihi

“İyi ordularla iyi komutanları birbirinden ayrılmaz şeyler olarak görmek gerekir.”
Subay ordunun ruhu, beyni, itici gücüdür.
Onun için “Bir ordunun kudreti zabit ve kumanda heyetinin kıymetiyle ölçülür”.
Ogier Ghiselin de Busbecq, Kanuni zamanında Avusturya elçisi olarak İstanbul’da kalmış. O zamanlar herkes Türkleri ‘durdurmanın’ yollarını arıyor. Busbecq’e göre bu mümkün değil..!
Çünkü, “Düşmanda güç, kendine güvenen askerler, ustalık, deneyim, beraberlik, düzen, disiplin var”. Türk ordusunda “Tek kişi yoktu ki, itibarını meziyetlerinden başka bir şeye borçlu olsun”. Görevlendirmeler, sadece “Meziyet, kabiliyet, karakter ve mizaca—liyakate—göre” yapılıyor.
Türkler bu nedenle “Hükmeden bir ırk olarak neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar”..
AMA “Hristiyanlığı sahiplenenlerin kalpleri, kibir, ihtiras, nefret, hasetle yüklü. Asker itaatsiz, subaylar tamahkâr, umursamazlık, ahlâksızlık yaygın.. Meziyete, liyakate yer yok”.
“Türklerin devlet düzenini bizimkiyle kıyasladığımda, geleceğin başımıza getireceklerini düşünüyor ve ürküyorum..” diyor Busbecq..
Masal gibi, ama gerçek..!
Ne var ki, gerçeklik zamanla tersine dönüyor. 1683 II. Viyana Kuşatması sonrası bitmeyen savaşlar, arkası gelmez yenilgilerle ülkeler kaybediliyor. Ordunun ruhu ölüyor. Sonunda ‘Türkler’ 1820’lerde Yunan isyanını bastıracak bir ordu kalmadığı (!) için Mısır’dan—kendi valilerinden—yardım istemek zorunda kalıyorlar. Sonrası, 1826 Vaka-i Hayriye..!
Kavalalı ‘Fırsat budur’ deyip oğlunu Anadolu’yu fethe (!) gönderince, II. Mahmut Prusyalı bir ‘yüzbaşıyı’, Moltke’yi Osmanlı ‘paşalarına’ danışman veriyor.. Bozgun yine de önlenemez. Bu arada Osmanlı Kaptan-ı Deryası donanmayı İskenderiye’ye götürüp Kavalalı’ya teslim eder.
‘Askeri’ reformlara teşebbüs ediliyor, okullar açılıyor; ama “En Turquie on a commencé la réforme par la queue”, reformlara kuyruktan (!) başlanıyor.. Ortaya “Rus ceketleri, Fransız talimnameleri, Belçika tüfekleri, Türk serpuşu, Macar eyerleri, İngiliz kılıçları, her milletten öğretmenleriyle” şeklen bir ordu çıkıyor.
‘Zabitan’ sorununun özünde liyakat olduğu anlaşılamıyor. Varsa yoksa ‘Padişah ve Halife Efendimize’ teslimiyet ve sadakat..
1877-78 Osmanlı-Rus Harbi, Türk tarihinin en ağır yenilgilerinden biridir. İltimas ve neme lazımcılık “Devlet-i Aliyye’nin halini berbad ü harab “etmiştir. Ama kırk yıl sonrasının Balkan Savaşları daha da onur kırıcı bir bozgundur. ‘Darbe’ ve ‘suikast’ vesveseleriyle korkusundan Üsküdar’a bile geçemeyen II. Abdülhamit yetiştirmesi (!) ‘saray paşalarının’ eseridir..
İttihat ve Terakki de orduyu—ve ülkeyi—AYNI Abdülhamit gibi yönetmiştir. “Zabite üniforma giymiş sıradan bir memurdan başka gözle bakılmamış; terfi, ilerleme, cezalandırmada bir kalem efendisinden ayrıcalıklı tutulmamıştır”. Atatürk bu duruma “Hakîkat-i meşume” diyor..
Çanakkale’yi ve İstiklal Harbini kazanan ‘halâskâr’ zabitan ve kumandanları yetiştiren “Bu duruma bir an önce çare bulmaya girişmek, her namus ve vicdan sahibinin görevidir” iradesidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının ‘muharip’ ruhu 1950’lere kadar korunmuştur. Ama Demokrat Partinin “Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim” aymazlığıyla askerlik tekrar ‘tedvir-i muamelâta’ indirgenmiş, subay da ‘kalem efendisi’ sayılmıştır.
1960 darbe felaketinin ordu üzerindeki etkisi ancak Yeniçerilerin itlafıyla karşılaştırılabilir. Bu travmayı ordu HİÇBİR ZAMAN atlatamamıştır. Elleri arkadan kelepçeli, yerlerde sürüklenen Genelkurmay Başkanının, yüzbaşıların arkasında yürüyen orgenerallerin ruhları Genelkurmay koridorlarında hep dolaşmıştır. ‘Genç subaylar sendromu’ aslında bu travmanın adıdır.
Bu sayede ‘muharip’ subaylar ayıklanırken ordunun ruhu öldürülmüş, ‘iyi ve uslu’ çocuklar, ‘kalem efendisi’ kılıklı Cemaat müritleri yükselebilmişlerdir. Kalkışma, Balyoz ve Ergenekon süreçlerinin nihai aşamasıdır. Türk subayına yapılan, Sovyetlerin 1940’da Katin’de Polonya subayına yaptığıdır; şu farkla ki herkesin gözü önünde, “Kimsenin endişesi olmasın, bu yargı süreci TSK’yı daha da güçlendirecektir” gibi boş ve yalan güvenceler, bile bile verilirken..
Artık ders alınmalıdır.. 15 Temmuz gecesi aynı koridorda yaşananlar aynı sonucu vermemelidir.
Bugün için yapılması gereken ordunun ruhunu öldürmek değil, “Kayıtsız şartsız, nitelik ve özel liyakat sahibi olanlardan bir kumanda ve zabitan heyeti vücuda getirmektir”.
Hortlayan “Hakîkat-i meşume” endişe veriyor. Orduyu—ve devleti—yönetenlerin 1683’ten 1826’ya, 1913’e, 1960’a, ve nihayet 2016’ya uzanan sürecin ayırdında olmaları gerekir.
Askerin sadakati yurda, ulusa ve orduya, teslimiyeti kanunlara, nizamlara—ve amirlerinedir..!
Emir ve komuta yetkisi olmayanların “Bu husustaki hizmetleri, müşahede ve tetkiklerini sahib-i icraat olanlara arz etmektedir”.
Orduya sadakat şerefimizdir.!
Vesselam..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi